72

"Onlar Yûsuf'un huzuruna girince o, kardeşini kendi yanına aldı: '"Ben senin kardeşinim. Onların yapmış olduklarına tasalanma" dedi. Yûsuf, onların yüklerini hazırlayınca, su kabını öz kardeşinin yükü içine koyup sakladı. Sonra bir münâdi arkalarından şöyle seslendi: "Ey kafile, (durun), siz şüphe yok ki hırsızsınız." Onlar, o münâdilere dönerek, "Ne kaybettiniz?" dediler. Dediler ki: "Padişahın su kabını arıyoruz. Onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var. Ben de buna kefilim".

Bil ki onlar, Yûsuf'un öz kardeşi Bünyamin'i ona getirince, Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm) onlara ikramda bulunup, misafir etti. Onları ikişer ikişer ayrı sofralara oturttu. Bunun üzerine Bünyamin tek kalıp ağladı ve "Kardeşim Yûsuf sağ olsaydı, o da beni yanına oturturdu" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf, onlara: "Kardeşiniz tek kaldı" deyip, onu da kendisinin bulunduğu sofrada yanına oturttu. Sonra onların ikişer ikişer ayrı ayrı odalara yerleştirilmelerini emretti ve: "Bu, tek kaldı. Onu da benim yanımda bırakın" dedi. Böylece O Bünyamin'i kendi yanına aldı. Yûsuf (aleyhisselâm), onun öldüğünü sandığı kardeşi için üzüldüğünü görünce: "Benim senin o ölen kardeşinin yerini almamı ister misin?" dedi. O: "Senin gibi kardeşi kim bulabilir? Fakat sen, Ya'kûb'un ve Rahiyl'in oğlu değilsin" dedi. Bunun üzerine, Yûsuf (aleyhisselâm) ağladı, kalkıp onu kucakladı ve: "Ben, senin o kardeşinim. Binâenaleyh onların yaptıklarına aldırma" dedi.

Bunu iyice anladığında biz diyoruz ki: Ayetteki, "O, kardeşini kendi yanına aldı" cümlesi, "O, onu, kendi barındığı yere alıp, orada misafir etti" demektir.

"Ben, senin kardeşinim" demiştir. Bu hususta iki görüş vardır:

1) Vehb şöyle demiştir: "O, bu sözü ile, onun kendisinin neseb cihetinden kardeşi olduğu manasına değil, fakat yalnızlık hissetmiyesin diye, seni yanıma alıp avutma bakımından, kardeşin yerini tutarım" manasını kastetmiştir."

2) Doğru olan ve diğer müfessirlerin söylediği görüşe göre o, bu söz ile, kendisinin onun öz kardeşi olduğu manasını kastetmiştir. Çünkü bu mana, Bünyamin'in yalnızlığını daha fazla giderir ve daha çok ünsiyet hasıl ederdi. Bir de, sözde asıl olan, hakiki manasıdır, mecazî manası değildir. Binâenaleyh herhangi bir zaruret olmaksızın bu sözü, hakîki manasına değil de mecazî manasına hamletmeye sebep yoktur.

Onun, "Tasalanma" sözü hususunda, dilciler şöyle demişlerdir; "Bu kelime, zarar vermek ve çetin olmak manasına gelen bü's masdarının İftiâl babındaki fiil olup "İbti'as", hüznü ve kederi celbetmek demektir.

O, "Onların yapmış olduklarına" demiştir. Bu hususta şu izahlar yapılmıştır:

a) O, bununla, "Sen, onların bize karşı ortaya koydukları hasedlerine ve babamızı bizden soğutmaya gayret etmelerine aldırma" manasını kastetmiştir.

b) Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm)'un kalbinde, hiçbir düşmanlık yoktu ve kardeşlerine karşı saf ve temizdi. Bundan dolayı O, kardeşi Bünyamin'in kalbini de onlara karşı iyi niyetli hale getirmek istemiş ve: "Onların yapmış olduklarına tasalanma, aldırma" demiştir. Bu, "Onların önceden yapmış oldukları şeylere ve kötü işlerine aldırma, önem verme" demektir.

c) Onlar, Yûsuf'a yapacaklarını yapmışlardı. Çünkü onlar, babalarının ona düşkün olmasına ve Yûsuf'a izzet-ikrâm etmesine hased etmişlerdi. Bundan dolayı Bünyâmin, o padişahın kendisine aşın ikramda bulunmasından ötürü, kardeşlerinin kendisine hased etmelerinden de endişe etmişti. Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) onun bu endişesini, "Bunlara aldırma. Çünkü Allah seni ve beni biraraya getirdi" diyerek gidermiştir.

d) Kelbî, İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Hazret-i Yûsuf'un kardeşleri, onunla Bünyamin'i ana tarafından dedelerinin putperest olduğunu ve Yûsuf'un, annesinin emri ile, bulamadığında kendisine dedesinin tapmaktan vazgeçeceğini umduğu, üzerinde put resimleri bulunan bir tabloyu çalmış olduğu için ayıplıyorlardı. İşte bundan dolayı O, kardeşi Bünyâmin'e: "Onların yapmış olduklarına tasalanma" yani, "Onların bizi, dedemizin yaptığı şeyler yüzünden kınamalarına aldırma" demiştir. Allah en iyi bilendir.

Sonra Cenâb-ı Hak "Vitauft onların yüklerini hazırlayınca, su kabını öz kardeşinin yükü içine koyup sakladı" demiştir. Daha önce, "cehâz" ve "rahl"in ne demek olduğu izah edilmişti. "Sikâye"ye gelince, Keşşaf sahibi "Bu, su içilen kabtır, tastır. Bunun, padişahın su içtiği ve hem de ölçü olarak kullandığı bir kab olduğu da söylenmiştir ki bu, uzak bir ihtimaldir. Çünkü böylesine büyük bir padişahın su kabının ölçek olarak kullanılması uygun değildir. Bunun, hayvanlara su verilmek için kullanılan, aynı zamanda da ölçek olarak Kullanılan bir kab olduğu söylenmiştir ki, doğruya en yakın olan budur" demiştir. Daha sonra sözüne devamla şöyle demiştir: "Bunun altın kaplama gümüş bir kap olduğu söylendiği gibi, hep altın ve çeşitli kıymetli taşlarla süslü bir kab olduğu da söylenmiştir. Bu görüş de, uzak bir ihtimaldir. Çünkü hayvanların sulandığı kab, böyle olmaz. Bu hususta en doğru olan, onun kıymetli bir kab olduğunu söylemektir. Fakat bu, onların söylediği kadar da olmamalıdır."

Daha sonra Cenâb-ı Allah, "Sonra bir münadî arkalarından şöyle seslendi: "Ey kafile, (durun), siz şüphe yok ki hırsızsınız" buyurmuştur. Arapça'da "bildirdi" manasında ezzene denilir. Ezine ile ezzene arasındaki fark hususunda şu iki izah yapılmıştır:

a) İbnü'l-Enbâri şöyle demektedir: "Ezzene" tekrar tekrar bildirdi" demektir. Çünkü tef'il babı, o fiilin tekrar tekrar yapıldığını ifâde eder. Bunun, bir tek bildirme manasına olması da mümkündür. Çünkü Araplar çoğu yerde, tef'il babını, if âl babı yerinde kullanırlar."

b) Sibeveyh şöyle demiştir: "Hem ezintü hem de ezzentü fiilleri, "Bildirdim, ilân ettim" manasınadır. Çünkü ikisi arasında fark yoktur. Binâenaleyh ezene seslenmek ve bağırarak bildirmek" demektir."

Kardeşlerinin Hırsız Diye Durdurulmaları

Ayetteki "Ey kafile (durun), siz şüphe yok ki hırsızsınız" cümlesine gelince. Ebu'l-Heysem şöyle demiştir: "Üzerine binilip gidilen deve, eşek ve katır gibi herşey "îyr"dır. "îyr, sadece devedir" diyen kimsenin görüşü yanlıştır. Denilmiştir ki, îyr kelimesinden maksat, üzerinde yükler bulunan develerdir. Çünkü develer (......) yani "gider ve gelirler." Yine bu kelimenin "eşek kafilesi, eşek kervanı" olduğu söylenmiştir. Sonra bu kelime çok kullanıldığı için, her türlü kafileye îyr ismi verilmiştir. Buna göre sanki ayr kelimesinin çoğuludur. Bu kelimenin sığası, sakf ve (çoğulu: sukuf) kelimesinde olduğu gibi, fu'uf veznindedir. Bunu anladığın zaman biz deriz ki, nidasından maksat, 'Ey Allah'ın atları, yani atlıları ve süvarileri, bininiz!" tabirinde olduğu gibi, "kafilede bulunan kimseler" manasıdır. İbn Mesûd (radıyallahü anh), (......) kelimesini, lemma'nın cevabının hazfedilmesine göre okumuştur. Buna göre sanki şöyle denilmektedir: "Yûsuf onların yüklerini hazırlayıp su kabını da öz kardeşinin yükü içine koyup saklayınca, ayrılıncaya kadar onlara mühlet verdi; sonra da bir münadî (arkalarından) şöyle dedi: "Ey kafile, (durun) siz şüphe yok ki hırsızsınız"

Peygamberin Böyle Bir Hileye Başvurması Nasıl Açıklanır?

Eğer, "Bu nida, Hazret-i Yûsuf'un emriyle midir, yoksa onun emri olmaksızın mıdır? Eğer onun emriyle ise, Allah tarafından gelmiş olan hak bir peygambere, insanları itham edip yalan ve iftira olarak onlara hırsızlık isnadında bulunması nasıl uygun düşer? Eğer ikinci ihtimal söz konusu ise, yani bu onun emri ile olmamış ise, bu itham esnasında bunu reddedip onların masum ve temiz olduklarını söylemesi gerekmez miydi?" denilirse, biz deriz ki:

Alimler buna cevap olmak üzere birçok açıklama yapmışlardır:

1) Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) kardeşi Bünyâmin'e kendisinin Yusuf olduğunu açıklayınca, ona: "Ben, seni burada alıkoymak istiyorum. Bunun ise, şu hileden başka bir yolu yoktur. Eğer buna razı isen, sen bilirsin, iş sana kalmış" dedi. O da, hakkında böyle denilmesine razı oldu. Bu izaha göre, Bünyâmin'in kalbi, bu sözden dolayı hiç elem duymadı; böylece de bu söz, Hazret-i Yusuf için bir günah olmaktan çıktı.

2) Ayetteki "Siz şüphe yok ki hırsızsınız" cümlesinden maksad, "şüphesiz siz. Yusuf'u babasından çaldınız" manasıdır. Ama, münadîler bu sözü açıkça beyan etmemişlerdir. Tarîz ve çıtlatmalar ise, ancak bu şekilde olur.

3) Bu münadî, bu nidasını belki de istifham üslûbu ile yapmıştır. Bu takdire göre. bu söz, bir yalan olmaktan çıkar.

4) Kur'ân'da, o münadilerin, bu nidayı Hazret-i Yusuf'un emriyle yapmış olduklarına dair bir beyan bulunmamaktadır. Zahirî duruma en uygun olanı, onların bunu kendiliklerinden yapmış olmalarıdır. Çünkü onlar su kabını arayıp, onu bulamayınca ve orada daha önce de onlardan başka kimse de bulunmamış olunca, zann-ı galibleriyle onların almış olduklarını zannettiler.

Sonra Yûsuf'un kardeşleri: "Onlar o (münadilere) dönerek, "Ne kaybettiniz?" dediler." Ebu Abdirrahman es-Sülemî, buradaki fiili, bir kimse kaybettiği bir şeyi bulduğu zaman söylenilen (......) şeklinde okunduğunu söylemiştir. Bazı alimler de suva' kelimesinin cemisinin gurâb (cem'i: gurbân kargalar) kelimesinde olduğu gibi, (taslar) şeklinde; bu (......) kelimesinin cemisinin ise, bâb (cem'i ebvâb) kelimesinde olduğu gibi, asvâ' şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Diğer başka alimler ise arasında fark bulunmamaktadır. Bunun delili, Ebû Hureyre'nin şeklindeki kıraatidir" demişlerdir. Bazıları" (......) bir isimdir, sikaye bir sıfattır. Bu, Arabların, (küb ve kırba) demelerine benzer ki, buradaki (......) kelimesi bir isimdir, (......) kelimesi de vasıftır" demiştir.

Daha sonra "Onu getirene bir deve yükü bahşiş var." Yani, bir deve yükü yiyecek var. "Ben de buna kefilim" Mücahid: "Burada kefîl olan, nida eden o münadîdir" demiştir. Zâim kelimesi, "kefîl" anlamındadır. Kelbî, "zaîm, Yemenlilerin lehçesine göre kefîl anlamına gelir" demiştir. Ebu Ubeyde, Kisaî'den, onun şöyle dediğini nakletmiştir tabiri:"ona kefil oldum, onu tekeffül ediyorum" anlamındadır demiştir. Bu ayet onların şeriatlarında kefil olmanın geçerli ve uygun olduğuna delildir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kefîl, borcu bizzat yüklenmiş olur" (23) hadisiyle kefilliğin sahih olduğuna hükmetmiştir. Buna göre eğer, "Bu, bilinmeyen bir şeye kefîl olmak değil midir?" denilirse, biz deriz ki Bir deve yükü yiyecek, onlarca bilinen bir şeydi. Binâenaleyh, buna kefil olmak, sahih olmuştur. Ancak, bu çalınan malı geri vermek için bir mala kefil olmadır. Bu ise, gerekli, vacip olmayan bir şeye kefil olmaktır; çünkü hırsızın, çaldığı malı geri vermesine karşılık bir şey alması helâl değildir. Belki de, böyle bir kefalet onlara göre sahih idi!.

Kardeşlerin Hırsızlığı Reddetmeleri

72 ﴿