80

"Vakta ki artık ondan ümidlerini kestiler, fısıldaşarak bir yana çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adıyla te'minat almış olduğunu ve daha evvel Yûsuf hakkında işlediğimiz kusuru bilmediniz mi? Artık ben, ya babam bana izin verinceye, yahut benim için Allah hükmedinceye kadar, buradan katiyyen ayrılmam. O, hâkimlerin hayırlısıdır".

Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Onlar ellerinden gelen herşeyi yapmak demek olan, "Onun yerine birimizi alıkoy" sözünü söyleyince, Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) buna cevaben: "Eşyamızı nezdinde bulduğumuz kimseden başkasını yakalamamızdan Allah'a sığınırım" demişti . Böylece onlar, Hazret-i Yûsuf'un onu geri vermesi hususunda bütün ümidlerini yitirmişlerdi. İşte Cenâb-ı Allah, bunu anlatarak: "Vakta ki artık ondan ümidlerini kestiler, fısıldaşarak bir yana çekildiler" buyurmuştur ki bu da, onların, Hazret-i Yûsuf'un o kardeşlerini geri vermesinden tamemen ümid kestiklerini gösterir. "Fısıldaşarak bir yana çekildiler", "insanlardan uzak bir köşede aralarında fısıltı ile konuştular" demektir.

Kardeşlerin İçine Düştükleri Çıkmaz

Bundan muradın, onların, içine düştükleri durum üzerinde istişare etmeleri ve fikir alış-verişinde bulunmaları olduğunda bir şüphe yoktur. Çünkü onlar Bünyamin'i babasından, ancak kuvvetli bir söz verdikten sonra almışlardı ve üstelik daha önce Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) hakkında da bir töhmet altında idiler. Binâenaleyh eğer Bünyamin'ı babalarına götüremez iseler, şöyle çok büyük sıkıntılar meydana gelecekti:

1) Eğer babalarının yanına dönmeseler, o çok yaşlı olduğu için, yanında evlâdından hiçbiri olmaksızın tek başına kalması, büyük bir sıkıntı doğuracaktı.

2) Onların aileleri, yiyeceğe son derece muhtaç durumda idiler.

3) Çoğu kez Hazret-i Ya'kûb'un hatırına, bütün oğullarının öldüğü gelecekti ki bu, çok büyük bir keder demektir. Binâenaleyh, eğer onlar babalarına yanlarında Bünyamih olmaksızın dönecek olsalardı, çok utanacaklardı. Çünkü iş, zahiren, onların ilk oğluna hainlik ettikleri gibi, bu oğluna da hainlik ettikleri zannını doğuracaktı. Hem bu, onların babalarına verdikleri o güçlü söz ve ahidlerine, hiç değer vermediklerini de düşündürecekti. Bu sebeble, orasının bir şaşkınlık ve bir fikir alış-veriş yeri olduğunda şüphe yok. İşte bu, en uygun ve en doğruyu araştırmak için istişare etmeyi gerektiren bir durumdur. Ayetteki, "Vakta ki artık ondan ümidlerini kestiler, fısıldaşarak bir yana çekildiler" buyruğu ile, bu kastedilmiştir.

İkinci Mesele

Vahidi şöyle demektedir: "İbu Kesir'in, bunu ve (Yusuf, 110) ayetindeki fiili, hemzesiz olarak (......) şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. Bu fiil, tıpkı gibi, şeklinde de kullanılır. Bunu, (......) şeklinde okuyan, fiilin ayne'l fiili ile fâ'al fiilinin yer değiştirmiş olur. Binâenaleyh, olmuş olur ki bunun aslı, dir. Daha sonra, hafiflik olsun diye hemze kaldırılmıştır. Keşşaf sahibi, ayetteki manasında olduğunu, sin ve tâ'nın mübalağa için getirildiğini bunun tıpkı (Yûsuf, 32) tabirindeki gibi olduğunu söylemiştir.

Ayetteki tabirle ilgili olarak Vahidî şöyle der: "Arapça'da, birşeye karışmış olan şey, öz olandan ayrıldığı zaman denilir." Bununla ilgili, şu iki açıklama yapılmıştır:

a) Zeccâc: "Bu, "Onlar, kardeşleri olmaksızın, tek başlarına kaldılar" manasındadır" demiştir.

b) Diğer alimler buna, "Onlar, yabancılardan ayrıldılar" manasını vermişlerdir. Daha doğru olan da bu manadır.

Ayetteki neciyyâ tabiri iki manayadır:

a) Keşşaf sahibi şöyle demekte dir: "Bu, tıpkı kelimelerinin, mu'âşir (arkadaş) ve (Gece sohbet eden) manasına gelmesi gibi, (fısıldaşan) manasınadır. Cenâb-ı Hakk'ın, "Onu, çok münacaat eden bir kimse olarak yaklaştırdık" (Meryem. 52) buyruğunda da bu manadadır.

b) Bu, şeklindeki masdar manasınadır. Nitekim bunun, "fısıldaşanlar olarak" demek olduğu da söylenmiştir. .Binâenaleyh ayetin manası, "Onlar, insanlardan ayrılıp bir kenara çekildiler, içlerine hiçbir yabancı karışmadı, insanlarda ayrı olarak fısıldaştılar" şeklindedir. Bu kelimenin, (......) şeklinde okunduğu da rivayet edilmiştir. Bu, "Aralarında fısıldaşan bir grup olarak" demektir. Bu izahların en güzeli şöyle denilmesidir: Onlar, bir kenara çekilip fısıldaştılar. Zira bu işlerden herhangibiri kimin başına gelse, o kimse sanki o şeyin bizzat kendisi olarak nitelenir. Binâenaleyh onlar, iyice fısıldaşmaya dalınca, san ki gerçekten fısıldaşmanın kendisi olmuş sayılırlar.

Cenâb-ı Hak "Büyükleri dedi ki" buyurmuştur. Bununla, onların yaşça büyük olanlarının kastedildiği söylendiği gibi, ki bu Rûbiyel'dir. Akılca büyük olanlarının kastedildiği de söylenmişti ki o da, Ya Hûda'dır Yahûda, onları daha (önceki hadisede), Hazret-i Yusuf'u öldürmekten vazgeçiren kimsedir.

Daha sonra, Cenâb-ı Hak, o büyüklerinin "Babanızın sizden Allah adıyla te'minat alrrı olduğunu ve daha evvel Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz" dediğini bildirmiştir.

Bu ifâde ile ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

İbn Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) "Eşyamızı nezdinde bulduğumuz kimseden başkasını yakalamamızdan Allah'a sığınırım" deyince, Yahuci sinirlendi. O sinirlenip bağırınca, sesini duyan her gebe kadın çocuğunu düşürürdü (yani öylesine korkunç bağırırdı) ve bedenindeki bütün kıllar diken diken olurdu; Yakûb soyundan bir kimse elini, ona dokunmadıkça da teskin olmazdı. O, kardeşlerinden birine: "Mısır halkının pazarcılarına karşı beni koruyun, ben de sizi padişaha karşı koruyayım" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm). küçük oğluna: "Ona dokun" dedi. O da ona dokununca, Yahûda'nın gazabı teskin oluverdi. Yahûdâ, yeniden bağırmaya niyetlenince, Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) yere indi, onun elbisesinden tutup çekti, o yere düştü ve o anda, "Ey Aziz Kişi" dedi. Onlar, Yûsuf (aleyhisselâm)'un isteklerini kabul etmesinden ümidlerini tamamen kesince, aralarında istişare etmeye başlayarak "şüphesiz babamız, bizden Allah adına büyük bir söz aldı. Hem sonra biz zaten Yûsuf hadisesinden dolayı da töhmet altındayız. Bu belâdan nasıl kurtulacağız?" dediler.

İkinci Mesele

Ayetteki (......) ifâdesindeki mâ edatının, hangi mâ olduğu hususunda da şu izahlar yapılmıştır.

a) Bunun asıl manası "Bundan önce de Yûsuf hakkında ifrata düşmüş, aşırı gitmiş ve babanıza verdiğiniz sözü tutmamıştınız" şeklindedir.

b) Bu, mâ-i masdariyye olup, mahallen merfû ve mübtedadır, "daha evvel" zarfı da, onun haberidir. Manası: "Sizden Yûsuf hakkında da bir aşırılığınız evvel sâdır olmuştu" demektir.

c) Bu kelime, (......) fiilinin mef'ûlüne ma'tûf olmak üzere mahsus olup, takdiri, "Sizler, babanızın sizden söz aldığını ve daha evvel Yûsuf hakkında yaptığınız ifratınızı bilmiyor musunuz?" şeklindedir.

d) Bu, ism-i mevsûl manasına olup, "Bundan önce Yûsuf (aleyhisselâm) hakkında yapmış olduğunuz ifratınızı, o büyük hainliğinizi bilmiyor musunuz?" şeklindedir. O halde yapılan her iki izaha göre, bu ifade, mahallen hem merfudur, hem de mansubtur.

Daha sonra "Ben, (kendisine dönmem hususunda) babam bana izin verinceye kadar, yahut da benim için Allah, (benim buradan çıkmama yahut kardeşimi alanlardan almama, yahut da hangi yolla olursa, olsun, onu onun elinden kurtarmama dair bir) hüküm verinceye kadar, buradan (Mısır'dan) ayrılmayacağım. O, hâkimlerin en hayırlısıdır. Çünkü O Allah, sadece adalet ve hak ile hükmeder" demiştir. Velhasıl onun bu sözünden maksadı, Kendisinin babasına ve diğer insanlara karşı utancını sona erdireceği bir mazeretin ortaya çıkmasını istemektir. O, bu sözü, nasıl olursa olsun, mazeretini ortaya koymak için, sadece Allah'a yalvarıp yakarmıştır.

Oğullarının Hazret-i Yakûb (aleyhisselâm)'un Yanına Dönmeleri

80 ﴿