93

"(Kardeşleri): "Allah'a yemin ederiz, Allah seni, hakikaten bizden üstün kılmıştır. Biz, gerçekten suçlu idik" dediler. O da, "Size dedi, bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok. Sizi, Allah bağışlasın. O, bütün merhametliler merhametlisidir. Şu benim gömleğimi götürün de, onu babamın yüzüne koyun. İyice görür bir hale gelir. Bütün ailenizi de bana getirin".

Bil ki Yusuf (aleyhisselâm), kardeşlerine, Allahü teâlâ'nın, kendisine lütfettiği ve isyanlardan ve günahlardan korunup da insanların eziyyetine sabreden kimseleri, Allah'ın etmediğini, koruduğunu anlatınca, onlar bu hususta onu tasdik ettiler ve onun, meziyyetli ve üstün kimse olduğunu itiraf ederek, "Allah'a yemin ederiz, Allah ser hakikaten bizden üstün kılmıştır" dediler.

el-Esmai şöyle der: "Arapça'da, "Allah seni üstün kıldı, faziletli yaptı" manasında, (......); yine bir kimse bir kimsenin kölesini, ona gösterdiği lütuf ve alaka ile gözde tutması halinde (......) denilir." Buna göre ayetin ifade ettiği mana. "Yemin olsun ki Allah seni, bize ilmîn, sabrın, aklın, fazlın, güzelliğin ve melikliğin ile tercih etmiştir" şeklinde olur.

Peygamberler Arası Üstünlük Meselesi

Alimlerden bazısı bu ayete dayanarak, Yusuf'un kardeşlerinin peygamber olmadığını ileri sürerek şöyle demişlerdir: "Zira, peygamberlik makamından başka ütün makamlar, o makama nisbetle adeta bir hiç gibidirler. Binâenaleyh, şayet Kardeşleri de peygamberlik makamında Yusuf'la müşterek olsalardı, onlar yemin ederiz, Allah seni, hakikaten bizten üstün kılmıştır" diyemezlerdi. Böyle olması halinde şu soruyu ileri süren kimsenin sorusunun da manası kalmaz: Onlar, nübüvvet açısından her ne kadar Yusuf gibi peygamber iseler de, Yusuf'un, melik olmak ile dünyevi haller açısından, onlardan üstün olması kastedilmiştir burada. Zira biz, dünyanın hallerinin peygamberlik makamı karşısında nazar-ı dikkate yacağını beyan etmiştik.

Cenab-ı Hak, "Biz gerçekten suçlu idik" buyurmuştur. Hâti kelimesi kasten hata işleyen kimse demektir; hâti kelimesiyle muhtî birbirinden ayrı edadırlar. İşte bu nüanstan dolayı, dinî hükümler konusunda içtihad edip de isabet edemeyen kimse için, "O, hatî'dir" denilmeyip, "O, muhtî'dir" denilmiştir. Müfessirlerin ekserisi, Yusuf'tan özür dileyen kimsenin, onu, o kuyuya atan, onu onu evinden ve babasından ayıran kimse olduğu kanaatindedirler. Ebu Ali el-Cübbai ise şöyle demiştir: "Onlar, o Yusuf'a, bundan dolayı özür beyanında bulunmamışlardır. Çünkü bu onlardan, onlar buluğa ermeden sâdır olmuştur. Binaenaleyh, bu bir günah sayılmaz. Dolayısıyla da, bundan dolayı mazeret beyanında bulunmak gerekmez. Onlar ancak babalarına, Yakub'un, Yusuf'un diri olduğunu, kurdun onu yememiş olduğunu bilebilmesi için Yusuf'a yaptıklarını açıklamamaları sebebiyle yapmış oldukları hatadan dolayı mazeret beyan etmişlerdir. Bu açıklama, birkaç yönden zayıftır:

1) Biz, onların, o işe çocukluk zamanında yeltenmiş olmalarının ileri sürülemeyeceğini beyan etmiştik. Çünkü Yakub gibi kimselerin, çocuklarının başında, onları uygun olmayan şeylerden men eden, uygun olan şeyleri ise yapmaya sevkeden olan bir kimse bulunmaksızın, o baliğ olmayan çocuklarının hepsini birden göndermesi, akla pek yatkın görünmeyen bir şeydir."

2) Farzedelim ki bu iş, Cübbâî'nin söylediği gibi olsun. Ancak ne var ki, biz şunu diyoruz: Böylesi, şeylerin varacağı en son nokta, kişinin bu gibi şeylerden dolayı özür etmesinin farz olmadığıdır. Ancak ne var ki, bu gibi şeylerden özür dilemesinin de güzel olduğu söylenebilir. Bunun delili şudur: Günahkâr bir kimse tevbe ettiğinde cezası kalkar. Ama o, yeniden tevbe eder, özür beyan eder. Böylece biz, insanın, bazan tevbe etmesinin kendisine vacib olmadığı zamanlarda da, tevbe edebileceğini anlamış oluyoruz.

Yusuf'un Onları Bağışlaması

Bil ki, onlar, Hazret-i Yusuf'un kendilerinden üstün olduğunu; kendilerinin ise günahkâr ve asi olduklarını itiraf edince, Yusuf (aleyhisselâm) "size. dedi, bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok. Sizi, Allah bağışlasın" demiştir. Bu hususta iki bahis bulunmaktadır:

Birinci Bahis: Tesrib, kınamak ve azarlamak anlamına gelmektedir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Sizden birisinin cariyesi zîna ettiğinde, ona hadd cezası uygulasın; onu (zinadan dolayı) ayıplamasın" Benzer bir hadis için bkz. Buhârî, Itk, 17, 3/125); Müslim, Hudûd, 31 (3/1329). hadisi de bu manadadır. O halde, (......) tabirinin manası. "Size kınama ve ayıplama yok!" demektir. Tesrib kelimesinin aslı, işkembeyi saran yağ anlamına gelen, serb kelimesindendir. O halde bunun manası da, tıpkı teclîd (soymak) kelimesinin deriyi soymak anlamına gelmesi gibi, "yağı gidermek, onu izâle etmek" şeklinde olur. Atâ el-Horasani şöyle demiştir: "İhtiyaçlarımızı gençlere arzetmek, ihtiyarlara arzetmekten daha kolaydır." Yusuf (aleyhisselâm)'un kardeşlerine, "Size başa kakma ve ayıplama yok" şeklindeki sözüyle, Yakub'un "Sizin için Rabbimden mağfiret talep edeceğim" (Yusuf, 98) şeklindeki sözüne bir baksana!.

İkinci Bahis: Bu ayette yevm sözünün neye taalluk ettiği hususunda iki görüş bulunmaktadır:

Birinci Görüş: Bu, la tesrîbe ifadesine taalluk eder. Yani, o "koğuşturma olsa olsa bu günde olurdu; bugün size koğuşturma yok. Artık diğer günlerdeki durumu siz düşünün!" demektir. Burada söz konusu olan bir başka ihtimal de, "Ben bu günde mutlak manada bir koğuşturmanın olmadığına karar verdim" manasıdır. Çünkü, (......) ifadesi, mahiyeti nefyeder. Mahiyetin nefyedilmesi ise, mahiyetin fertlerinin tamamının yokluğunu iktizâ eder. Böylece bu ifade, bütün vakitleri ve durumları içine alan bir nefiy cümlesi olmuş olur. Buna göre sözün takdiri, "Bugün, bütün vakit ve durumları içine alan genel bir hüküm verdim" şeklinde olur. Daha sonra o onlara, onlardan dünyevî husustaki kınamayı kaldırdığını beyân edince, Cenâb-ı Hak'tan onlardan ahiret cezasını da kaldırmasını talep ederek, "Sizi, Allah bağışlasın" demiştir ki, bununla dua manası kastedilmiştir.

İkinci Görüş: Yevm kelimesi "sizi, Allah bağışlasın"cümlesine tealluk eder. Buna göre Yusuf (aleyhisselâm) sanki, mutlak manada bir koğuşturmanm olmadığını söyleyince, onlara, Allah'ın bugün onların günahlarını da bağışlamış olduğu müjdesini vermiştir. Bu böyledir; zira onların gönülleri kırık, kalbleri mahzun olup, suçlarını da kabul edip tevbe edince. Allahü teâlâ da onların tevbelerini kabul etmiş ve günahlarım bağışlamıştır. İşte bundan dolayı da Hazret-i Yusuf "Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok. Sizi, Allah bağışlasın" demiştir.

Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Fetih günü Kâ'be'nin kapısının una yapışarak Kureyş'e: "Benim size ne yapacağımı umuyorsunuz?" dedi. Bunun Herine de onlar, "Hayır bekliyoruz, umuyoruz. Bize sen, kerim bir kardeşsin ve kerim bir kardeşin oğlusun. Güç ve kudret sende" dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben, kardeşim Yusuf'un, "Size bugün, hiçbir başa kakma ve ayıplama yok" şeklindeki sözünü söylüyorum" dedi. Rivayet olunduğuna göre Ebu Süfyan, müslüman olmak için, Hazret-i Peygamber'in yanına geldiğinde Abbas ona, "Hazret-i Peygamberin yanına vardığında, ona, ayetini oku!" dedi. O da öyle yaptı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber de, "Allah, hem seni, hem de sana ödeteni bağışladı" buyurdu.

Hazret-i Yusuf'un, Kardeşlerini Onore Etmesi

Rivayet olunduğuna göre Yusuf'un kardeşleri Yusuf'u tanıyınca, ona: "Sen, sabah akşam bizi sofrana çağırıyorsun. Biz ise, sana karşı yaptığımız kötülüklerden dolayı utanıyoruz" diye haber saldılar. Bunun üzerine Yusuf (aleyhisselâm): "Ben her ne kadar halkının meliki olsam da, onlar yine de bana ilk gözle bakıyor ve "Yirmi dirheme alınan köleyi, bu mertebelere ulaştıran zât, ne yücedir, onu takdis ederiz" diyorlar. Andolsun ki, hem şu anda sizin gelmenizle şeref kazandım, sizin gelmeniz ve Mısır sizlerin benim kardeşim ve Hazret-i İbrahim'in torunlarından olduğumu da adamaları sebebiyle onların nazarında yüceldim" dedi.

Hazret-i Yusuf'un, Gömleğini Babasına Göndermesi

Yusuf (aleyhisselâm) sonra şöyle dedi: "Şu benim gömleğimi götürün de, onu babamın yüzüne koyun. İyice görür bir hale gelir, " Müfessirler şöyle demiştir: Yusuf (aleyhisselâm) kendisini onlara tanıtınca, onlara Sabasını sordu. Onlar bunun üzerine, gözlerini kaybettiğini söylediler. O da, bundan dolayı onlara gömleğini verdi. Muhakkik ulemâ ise şöyle demiştir: Yusuf (aleyhisselâm) o gömleğin babasının yüzüne konulmasının, onun görmesini sağlayacağını, Allah'dan aldığı bir vahiy ile bilebilmiştir. Eğer bu hususta bir vahiy olmasaydı, o bunu bilemezdi. Zira akıl, bunun böyle olacağını bilemez.

Şöyle de denilebilir: Belki de Yusuf (aleyhisselâm), babasının kör olmadığını, ancak ne var ki, fazla ağlamaktan ve kalbinin de iyice daralmış, canının iyice sıkılmış olmasından arayı zayıfladığını, görme kuvvetinin zayıfladığını; babasının yüzüne gömleğinin konulması halinde, onun mutlaka ferahlayacağını ve gönlünde büyük bir sevinç ve huzurun meydana geleceğini; bunun ise, onun ruhunu kuvvetlendireceğini, görme kuvvetindeki zayıflığı gidereceğini, böylece de görmesinin kuvvetleneceğini ve ondaki noksanlığın zail olacağını biliyordu. İşte bu kadar şeyin, kalb ve gönül ile bilinebilmesi mümkündür. Çünkü, tıbbi kanunlar da, bu mananın doğruluğuna delâlet eder. O halde Yusuf'un; "İyice görür bir hale gelir" şeklindeki ifadesi, "görür olur, görür" anlamındadır. Bu ifadenin bu manaya geldiğine, Cenâb-ı Hakk'ın buyruğu da şehâdet eder. Bundan muradın, "o, bana, görür olduğu halde gelir" olduğu da söylenebilir. O, babasına saygısından dolayı, onu ayrıca zikretmiş; diğerleri içinse, "Bütün ailemizi de bana getirin" demiştir.

Kelbî, "Onun ailesi yetmiş kişi kadardı" demiştir. Mesrûk da şöyle demiştir: "Yusuf (aleyhisselâm)'un kavmi kadın-erkek yetmiş üç kişi olarak Mısır'a girmişlerdir." Rivayet olunduğuna göre, mektubu Yahûdâ götürmüş ve: "Kana bulanmış gömleği götürüp, onu (babamı) ben hüzünlendirmiştim. Onu ben hüzünlendirdiğim gibi, ben sevindireceğim" demiştir. Denildiğine göre Yahûdâ bu mektubu, Mısır'dan Ken'an Diyarına kadar olan seksen fersahlık mesafede, yalın ayak ve başı açık olarak götürdü.

Hazret-i Yâ'kub Yusuf'un Kokusunu Alıyor

93 ﴿