98"Vakta ki kafile (Mısır'dan) ayrıldı. Babalan dedi ki: "Bana bunak demezseniz, inanın ki Yusuf'un kokusunu duyuyorum." "Allah'a yemin ederiz ki sen hâlâ eski yanlışlığındasın" dediler. Fakat müjdeci gelip de onu (Yâkûb'un) yüzüne koyduğu, o da derhal görür bir hale geldiği zaman dedi ki: "Ben size, "Bilmeyeceğiniz şeyleri, Allah tarafından olmak üzere ben biliyorum" demedim mi?" (Mısır'dan gelen oğulları), "Ey babamız, bizim için istiğfar et. Biz, gerçekten suçlular idik" dediler. (Ya'kûb da): "Sizin için Rabbime istiğfar edeceğim. Şüphesiz O gafur ve rahimdir" dedi". Arapça'da, bir kimse birisinin yanından çıkıp gittiği zaman, (......) denilir. Yine, "onu yani mektubu benden ona götürdü" manasında (......) denilir. Bu fiil, hem lazım olur, hem müteaddi. Lazım olduğu zaman masdarı (......) müteaddi olduğu zaman da, (......) şeklinde gelir. Hak teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kervan, Mısır'dan çıkıp Ken'an Diyarı'na yöneldiği zaman, Ya'kûb (aleyhisselâm), yanında bulunan çoluk-çocuğuna, akrabalarına ve torunlarına, "Bana bunak demezseniz, inanın ki Yûsuf'un kokusunu duyuyorum" demiştir. Bu konuşma onun kendi oğulları ile olmamıştır. Çünkü onlar, Yakub (aleyhisselâm)'un onlara, "Gidin Yûsuf'la kardeşinden bir haber arayın" (Yûsuf, 87) demesinin gösterdiği gibi, orada bulunmuyorlardı. Alimler, du mesafenin miktarı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bunun, sekiz günlük veya on günlük bir mesafe olduğu söylendiği gibi, seksen fersahlık bir mesafe olduğu da söylenmiştir. Yine âlimler o kokunun Yâ'kub (aleyhisselâm)'a nasıl ulaştığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olmak üzere Mücahid: "Bir rüzgar esti ve bunun üzerine, o gömleği havada dalgalandırdı. Böylece dünyaya cennet kokuları yayılmaya başladı, işte bu koku Ya'kûb'a ulaştı da, o, cennetin kokusunu hissettiği zaman, dünyada olacak bir cennet kokusunun ancak onun gömleğindeki koku olacağını anladı. İşte bundan ötürü o, "inanın ki Yûsuf'un kokusunu duyuyorum" dedi" demiştir. Vahidî, senedli olarak, Enes b. Malik'den Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yûsuf'un, "Şu benim gömleğimi götürün ve onu babamın yüzüne koyun, (O zaman) iyice görür bir hale gelir" (Yusuf, 93) ifadesine gelince, zâlim Nemrud da, Hazret-i İbrahim'i ateşe attığı zaman, elinde cennetten alınma bir gömlek ve bir yaygı olduğu halde Cebrail (aleyhisselâm) İbrahim (aleyhisselâm)'in yanına geldi. O gömleği İbrahim'e giydirdi ve o yaygının üzerine oturtup, yanına oturup konuşmaya başladı. Daha sonra İbrahim (aleyhisselâm) bu gömleği İshâk (aleyhisselâm)'a, o da Ya'kûb'a, Ya'kûb da Yusuf'a giydirdi. Ya'kûb (aleyhisselâm) onu, gümüşten bir mahfazaya koyarak, Yusuf'un boynuna (bir muska gibi) astı. Yusuf (aleyhisselâm) kuyuya atıldığı zaman, işte bu gömlek (parçası), Yusuf'un boynunda idi. İşte Yusuf (aleyhisselâm)'un "Şu benim gömleğimi götürün" sözü bu manayadır." Bu meselenin izahı, şöyle denilmesidir: Allahü teâlâ bu kokuyu, Ya'kûb'a, mucizevî bir yol ile ulaştırmıştır. Çünkü böylesi uzak bir mesafeden, bunun ona ulaşması, adetin (alışılmışın) hilâfına birşeydir. Binâenaleyh bu, bir mucize olur. O ikisinden birisinin mucizesi olması gerekir. Doğruya en yakın olan, Ya'kûb'un ondan haber verip, oğullarının da onu bu sözleri ile, yakışık almayan bir şekilde nitelendirmeleri sebebiyle Ya'kûb (aleyhisselâm)'a has bir mucize olmasıdır. Böylece durumun, zikredildiği gibi olduğu ve bunun, Hazret-i Ya'kûb'un bir mucizesi olarak meydana geldiği ortaya çıkmıştır. Ehl-i meânî şöyle demiştir: Allahü teâlâ, bu iki belde birbirine yakın olduğu halde, seksen sene Yusuf'un haberi Ya'kûb'a ulaşmamış iken, mihnet (imtihan) devri sona enp, rahatlık ve sevinç vakti gelince, Yusuf'un kokusunu Ya'kûb'a uzak bir mesafeden ulaştırmıştır. Bu da gösterir ki, kolay olan her şey çile zamanında zor, zor olan her şey de, mutluluk ve ferah zamanlarında kolaydır. "Yusuf'un kokusunu oyuyorum" demek, "Onu kokluyorum" anlamındadır. Bu mana burada, vecede (bulmak) fiili ile ifade edilmiştir. Çünkü bu onun, koku alma duyusu ile bulduğu bir şeydir. Yanındakilerin Onunla Alay Etmeleri Hazret-i Ya'kûb'un "Bana bunak demezseniz" ifadesine gelince; Ebu Bekr İbnü'l-Enbâri şöyle demiştir: "Arapça'da, birisi hüzünlenip de, aklı değişmeye başladığı zaman, denilir Yine bir insan, âlim iken câhil hale düşüp de, cehalet ona nisbet edildiği, bunadığı zaman, fiili kullanılır." Esmâ'i'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir adamın saçma sapan sözleri çoğaldığı zaman, onun için "müfnid" denilir." Keşşaf sahibi de: "Arapça'da (Bunak yaşlı kadın) denilmez, fakat (Bunak ihtiyar adam) denilir. Çünkü zaten kadının gençliğinde dikkat çeken görüşleri yoktu ki, yaşlılığında bunamış olsun" demiştir. Binâenaleyh ayetteki bu tabirin manası, "Eğer sözlerimi, abuk-sabuk şeyler saymazsanız" şeklindedir. Ya'kûb (aleyhisselâm) bunu söyleyince, onun yanında bulunanlar, "Allah'ayemin ederizkisen hâlâ eskiyanlışhğındasm"dediler. Buradaki, "dalâlet" kelimesinin, birkaç manası vardır: 1) Mukâtil şöyle demiştir: "Bununla burada, şekavet, bedbahtlık manası kastedilir, yani, dünyanın bedbahtlığı demektir. Buna göre bu tabirin manası şu şekilde olur: "Muhakkak ki sen, Yûsuf için bu hüzünlere katlanıp göğüs germen şeklindeki, o eskiden beri olan bedbahtlığın içindesin." O, bu görüşüne, Cenâb-ı Hakk'ın, "Bu takdirde biz muhakkak ki bir dalâlet ve delilik içinde (kalmış oluruz)" dediler" (Kamer, 24) ayetini delil getirmiştir, yani, "Bu dünyamızda bir bedbahtlık içinde (kalmış oluruz)" demektir. 2) Katâde ise, bunun manasının: "Muhakkak ki sen, yine Yusuf'a karşı olan o eski sevgin üzeresin. Onu ne unutuyor, ne aklından çıkarıyorsun" şeklinde olduğunu ve bunun, "Babamız herhalde açık bir yanlışlık (dalâlet) içindedir" (Yusuf, 8) ayetindeki sözleri gibi olduğunu söylemiştir. Sözüne devamla, onların, bir peygamber için söylemeleri doğru olmayan, sert bir söz söylemiş olduklarını ifade etmiştir. 3) Hasan el-Basri ise şöyle demiştir: "Onlar Ya'kûb'a böyle söylediler. Çünkü onlar Yusuf'un öldüğüne inanıyorlardı. Ya'kûb (aleyhisselâm) ise, normal ve uygun tavrın dışına çıkarak, hep Yusuf'u sayıklıyordu." "En" Edatının Kullanılışı Hakkında Cenâb-ı Hakk'ın "Fakat müjdeci gelip de" buyruğuna gelince, buradaki en edatı hakkında iki görüş vardır: 1) Bu kelimenin i'rabtan mahalli yoktur. Bu ifadede olduğu gibi, bazan zikredilir; bazan da "ibrahim'den o korku gittiği zaman" (Hûd, 74) ayetinde olduğu gibi, hazfedilir. Her iki durum da, Arap şiirinde mevcuttur. 2) Basralılar, bu en edatının mâ ile birlikte mukadder bir fiilden ötürü ref mahallinde olduğunu, bunun takdirinin, müjdecinin gelişi meydana çıkınca" şeklinde olduğunu, fakat onu ref eden fiilin mahzûf olduğunu söylemişlerdir. Müfessirlerin ekserisi, bu müjdecinin Yahûdfi olduğunu, onun, "Kana bulanmış gömleğini ben götürmüş ve "Yusuf'u kurt yedi" diye ben söylemiştim. Bugün de bu gömleği ben götüreceğim, bir zamanlar babamı üzdüğüm gibi, yine onu ben sevindireceğim" dediğini söylemişlerdir. Gömleği Yüzüne Sürüp, Görmeye Başlaması Ayetteki, tabiri, "Müjdeci o gömleği Ya'kûb'un yüzünün üstüne artı" demektir. Yahut şöyle de denilebilir: Bu, "Ya'kûb o gömleği, yüzüne bıraktı (örttü)" anlamındadır, ifadesi de, "yeniden görür hale geldi" demektir. Bunun masdanolan "irtidât" birşeyin, daha önceki haline dönmesidir. Binaenaleyh ayetteki bu tabirin anlamı, "Allah onu, eskiden olduğu gibi görür hale getirdi" şeklindedir. Nitekim Arapça'da, hurma ağacını, Allah bitirip büyüttüğü halde, "Hurma uzadı" denilir. Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir: Bazıları, "O tamamen kör olmuştu. Allahü teâlâ onu, işte bu anda görür hale getirdi" derken; diğer bazıları: "Hayır, çok ağlamaktan ve üzüntüden dolayı, onun görmesi zayıflamıştı. İşte o gömleği Ya'kûb'un yüzüne atıp, Yusuf'un hayatta olduğu müjdesi verilince, onun sevinci büyümüş, gönlü ferahlamış ve bütün hüzünleri yok olmuştu. İşte o zaman görmesi yeniden kuvvetlenmiş ve görme eksikliği yok oluvermişti." İşte o zaman da, "Ben size, "Bilmeyeceğiniz şeyleri, Allah tarafından olmak üzere ben biliyorum" demedim mi?" demiştir. Bundan maksat, onun rüya yolu ile, Yûsuf'un hayatta olduğunu bilmesidir. Çünkü bu ifâdenin, kendinden önceki ile, mana cihetinden bir ilgisi vardır. Bu ifade Hazret-i Yâ'kûb'un daha önce söylemiş olduğu, "Ben, kederimi ve hüznümü yalnız Allah'a şikâyet ediyorum. Ben, Allah tarafından sizin bilmeyeceğiniz (nice) şeyleri de biliyorum" şeklindeki sözüne bir işarettir. Rivayet edildiğine göre o, müjdeyi getirene Yusuf'un nasıl olduğunu sormuş, o da: "Yusuf, Mısır hükümdarıdır" demiş. Bunun üzerine Hazret-i Ya'kûb (aleyhisselâm): "Hükümdar olmasını ne yapayım? Sen, yanından ayrıldığın zaman, hangi din üzere olduğunu söyle?" deyince, müjdeci: "İslâm dini üzere idi" cevabını verir. Hazret-i Ya'kûb da, "İşte şimdi nimet tamamlandı" der. Oğullarının Hazret-i Ya'kûb'dan Dua İstemeleri Sonra Ya'kûb'un oğulları ondan özür dilemeye başlayarak "Ey babamız, bizim için istiğfar et. Biz gerçekten suçlular idik" dediler. (Ya'kûb da):'Sizin için Rabbime istiğfar edeceğim. Şüphesiz O gafur ve rahîm'dir" dedi" Ayetin zahiri, Hazret-i Ya'kûb (aleyhisselâm)'un o anda onlar için istiğfarda bulunmadığını, ama ileride onlar için istiğfar etmeyi vaadettiğini gösterir. Âlimler, bunun sebebini, birkaç değişik şekilde izah etmişlerdir: 1) İbn Abbas (radıyallahü anh) ve çoğu alimler "Ya'kûb (aleyhisselâm) onlar için, seher vakti istiğfar etmeyi dilemiştir. Çünkü seher vakti, duaların kabulü için en uygun zamandır" demişlerdir. 2) Bir başka rivayete göre yine İbn Abbas (radıyallahü anh), "Hazret-i Ya'kûb oğulları için istiğfar etmeyi, cuma gecesine ertelemiştir. Çünkü duaların kabulü için en uygun vakit o gecedir" demiştir. 3) Ya'kûb (aleyhisselâm) onların gerçekten tevbe edip etmediklerini; tevbeferinin de tam bir ihlas ile olup olmadığını anlamak istemiştir. 4) Ya'kûb (aleyhisselâm) onlar için, o anda istiğfar etmiştir. Binâenaleyh onun, "Sizin için Rabbime istiğfar edeceğim" sözünün manası, "Bu yaptığına istiğfara ileride de devam edeceğim" şeklindedir. Rivayet edildiğine göre o, yirmi küsur sene, her cuma gecesi onlar için istiğfar ediyordu. Hatta denildi ki, "O bir vakitte namaza kalkar ve namazını bitirince, ellerini göğe doğru kaldırır ve der ki: "Ya Rabbi, Yusuf'a olan feryâd-ü figanımı ve ona karşı olan sabırsızlığımı bağışla. Yusuf'a yaptıkları işlerden ötürü, oğullarıma mağfiret et" der. Bunun üzerine Allahü teâlâ ona, "Seni de, onların hepsini de bağışladım" diye vahyeder. Anlatıldığına göre, Ya'kûb (aleyhisselâm)'un oğulları, kendilerini korku ve ağıt bürümüş bir vaziyette ona derler ki: "Eğer bizi Allah bağışlamaz ise, kim bize yardım edebilir?" Bunun üzerine ihtiyar babalan duâ ederek kıbleye yönelir. Yusuf da babasının arkasından âmin demeye başlar. Diğer kardeşler de, huşu ve tevâzû içerisinde o ikisinin arkasında dururlar. Bu, tam yirmi sene devam eder. Sabırları azalıp da, artık nerede ise helak olacakları zannına kapıldıkları bir sırada, Cebrail (aleyhisselâm) iner ve "Allah Tealâ, oğulların için yaptığın duanı kabul etmiş ve senden sonra peygamberlik hususunda onlardan misak almıştır" der. Alimler, onların peygamber olup olmadıkları hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu ihtilaf meşhurdur. |
﴾ 98 ﴿