3

"O, gökleri ve yeri hak olarak yarattı. O, eş tutmakta oldukları şeylerden yücedir".

Bil ki Allahü teâlâ, geçen ayette, zatından dolayı hakkı tanımayı, "Benden başka hiçbir tanrı yoktur" diye beyan edip, kendi ile amel edilsin diye, "Benden itüka edin" ifadesi ile hayrı tanımayı beyan edince, ki bu ruhların ruhu (herşeyin özü), mutlulukların, hayırların ve şereflerin kaynağıdır, bunun peşinden yaratıcı ilahın varlığına, kudret ve hikmetinin mükemmelliğini anlatan delilleri getirmiştir.

Kur'ân'ın Ulûhiyyet Delilleri

Bil ki biz, ulûhiyyetle ilgili delillerin ya zât ve sıfatlardaki, "imkân" deliline, yahut "hudûs" deliline, yahut da "imkân ve hudûs" delillerinin ikisine birden tutunma şeklinde olduğunu beyan etmiştik. Bunların tamamı altı şekildir. Allahü teâlâ'nın münzel kitaplarında bahsedilen yol (şekil) ise, sıfatların hudûsuna (sonradan oluşuna) ve hallerin değişmesine tutunmak, bunları delil getirmektir. Bu yol da iki kısımdır:

a) Gizliden daha gizliye geçerek, açıktan daha açığa tutunmaktır. Bu yol, Bakara sûresinin baş taraflarında kullanılan metoddur: Allahü teâlâ orada, "Sizi yaratan Rabbinize ibadet ediniz (birleyiniz)"(Bakara, 21) buyurmuş ve böylece, her bir canın (insanın) hallerinin değişmesini, bir yaratıcıya muhtaç olmaya delil kılmıştır. Daha sonra bunun peşinden, insanın babalarının ve annelerinin hallerini delil getirmiştir. Buna, 'Ve sizden öncekileri yaratan "(Bakara, 21) cümlesi ile işaret etmiştir. Bunun peşinden de yeryüzünün hallerini delil getirmiştir. Bu da, "O (Rab) ki yeryüzünü sizin için bir döşek kıldı" (Bakara, 22) ifadesidir. Çünkü yeryüzü, bize gökten daha yakındır. Bunun peşinden, dördüncü mertebede, "Göğü bir bina yaptı"; beşinci mertebede, göğün yer ile birleşmesinden meydana gelen hallerden bahsederek, "O gökten su indirip onunla türlü türlü semereleri sizin için rızık çıkardı" (Bakara, 22) buyurmuştur.

Kur'ânî delillerden ikinci yol da, Cenâb-ı Hakk'ın, düşük olandan daha düşük olana inerek, kıymetli olandan daha kıymetli olan ile istidlal etmesidir. Bu yol da, bu surede kullanılmıştır. Bu böyledir. Çünkü Allahü teâlâ hür ve irade sahibi bir ilahın varlığına istidlal etme hususunda, önce yüce olan feleklerin kütlelerini zikrederek başlamış, sonra ikinci olarak insanın çeşitli halleri ile, üçüncü olarak hayvanların halleri ile, dördüncü olarak bitkilerin halleri ile, beşinci olarak da anâsir-ı erba'anın (dört ana elementin) halleri ile istidlal etmiştir. İşte bu tertip son derece güzeldir.

Bu mukaddimeyi iyice anladığında biz deriz ki: Hakim bir ilahın varlığına getirilen zelillerin birinci çeşidi, buna göklerin ve yerin halleri ile istidlal etmektir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak burada, "O, gökleri ve yeri hak olarak yarattı. O, eş tutmakta oldukları şeylerden yücedir" buyurmuştur. Biz, "Hamd olsun, o gökleri ve yeri yaratan... Allah'a (En'am. 1) ayetinin tefsirinde, "halk" (yaratma) işinin, kaç yönden hakîm bir yaratıcıya muhtaç olduğuna delâlet ettiğini anlatmıştık. Burada o vecihleri tekrar etmemizde bir sakınca yoktur. Binâenaleyh biz diyoruz ki: "Halk, belli bir miktar ile takdir etmek, ölçmek biçmek" demektir. Bu mana, birçok bakımdan göklerde vardır:

1) Her cisim sonlu ve sınırlıdır. O halde, gökyüzü de sınırlıdır. Hacim ve miktar rakımından sınıflı olan herşeyin, daha fazla veya daha noksan olmayıp, o belli miktarı te sınırlandırılmış olması, mümkin ve caiz bir iştir. Her caiz ve mümkin şeyin, mutlaka oir takdir edeni ve bir tahsis edeni (sınırlayanı) vardır. Başkasına muhtaç olan her şey ise, muhdestir.

2) Hareketin ezelî olması imkansızdır. Çünkü hareket, kendisinden önce oaşkasının geçmesini gerektirir. Halbuki ezelî oluş, buna aykırıdır. O halde, hareketle, ezeli oluşun arasını uzlaştırmak imkânsızdır.

Bunun böyle olduğu sabit olunca biz deriz ki: Ya, kütlelerin ve maddelerin ezelde mevcut olmadıklarını, sonradan meydana geldiklerini söyleriz; yahut da, biz deriz ki, onlar her ne kadar ezelde mevcut ve var idiyseler de, ancak ne var ki onlar, sakın, hareketsiz halde idiler de, sonradan müteharrik oldular. Bu iki takdire göre de, o Kütle ve maddelerin hareketlerinin bir evveli vardır. İşte, önce veya sonra değil de, o başlangıçtan itibaren hareketin meydana gelişi, yaratma ve takdir etmedir. Binâenaleyh onun, kendisini takdir eden, yaratan ve tahsis eden bir takdir edene, yaratana ve tahsis edene muhtaç olması gerekir.

3) Feleklerin maddeleri, bir kısmı o feleğin kütlesinin içinde, bir kısmı da yüzeyinde bulunan birtakım cüzlerden ve kısımlardan meydana gelmiştir. O kütlenin içinde bulunan kısmının yüzeyinde bulunması, yüzeyinde bulunanın da içinde bulunması, aklen caiz olan bir husustur. Bunun böyle olduğu sabit olunca, o kütleyi meydana getiren her bir parçanın, kendi o muayyen yerine tahsis edilmesi, caiz ve mümkün olan bir iştir. Binâenaleyh, bu caiz olan hususun, bir takdir ve tahsis edene muhtaç olması gerekir. Geriye kalan diğer izahlar ise, En'âm sûresinin başında ele alınmıştı.

Bil ki, Allah Sübhanehû ve Teâlâ, göklerin ve yerin hadis olduğuna dair, yaratıp takdir etme ile hüccet getirince, bunun hemen peşinden, "O, eş tutmakta oldukları şeylerden yücedir" buyurmuştur. Bununla şu kastedilmiştir: Göklerin ve yerin kadîm olduğunu söyleyenler, sanki de, Allah'ın ezelî ve kadîm olma vasfında müşterek olan bir şeriki, Allah'a ortak koşmuşlardır. Bu sebeple, Cenâb-ı Hak kendisini bundan tenzih etmiş ve kendisinden başka "kadîm" bulunmadığını beyan buyurmuştur. Bu izahımızla, sûrenin başındaki, "O, onların eş tutmakta oldukları şeylerden münezzehtir" (Nahl, 1) ifadesinden elde edilmek istenen mânanın, burada bu kelimenin zikredilmesinden elde edilmek istenen mânadan başka olduğu ortaya çıkmış olur. Çünkü, bu ifâdenin burada zikredilmesinin maksadı, "Putların, azabı kendilerinden defetme hususunda, o kâfirlere şefaatçi olabileceğini" söyleyen kimselerin görüşünü iptal etmektir. Yine bundan maksat, maddelerin kadîm, göklerin ve yerin ezelî olduğunu söyleyenlerin görüşünü İptal etmektir. Böylece Allahü teâlâ, ezeliyyet ve kadîm oluşta, başkasını kendisine ortak koşmaktan, kendisini tenzih etmiştir. Allah en iyisini bilendir.

Bir Damladan Yaratılan İnsan

3 ﴿