25"Onlara, "Size Rabbiniz ne indirdi?" denildiği zaman, "evvelkilerin masallarını" dediler. Çünkü onlar Kıyamet gününde kendilerinin günah yüklerini kamilen taşıdıktan başka, saptırdıkları bilgisiz kimselerin veballerinden bir kısmını da yükleneceklerdir. Dikkat et ki, onların sırtlayacakları bu yükler ne kötüdür!". Bil ki Allahü teâlâ, tevhîdin delillerini iyice izah edip putperestlerin inançlarını iptal etme hususunda kesin deliller getirince, bundan sonra, nübüvveti kabul etmeyen kimselerin şüphelerini, cevaplarıyla beraber zikretmiştir. Bilinci Şüphe: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisinin peygamberliğinin doğruluğuna, Kur'ân'ın mucize olmasıyla istidlalde bulununca, onlar Kur'ân'ı tenkit etmeye başlayarak, "Bu, evvelkilerin masallarıdır. Mucizeler neslinden bir şey değildir" dediler. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Alimler, bu soruyu soranın kim olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu cümleden, olarak, "Bu, birbirlerine karşı söylemiş oldukları sözdür"; "Bu, müslümanların onlara sormasıdır" ve "Bu, hacıların temsilcileri, onlara Allah'ın Resulüne ne indiği hususunda soru sorduklarında, Hazret-i Peygamberden onları nefret ettirmek için: "Mekke'nin giriş ve çıkışlarını aralarında bölüşen o "muktesimîn"in sözüdür" denilmiştir. İkinci Mesele Bir kimse şöyle diyebilir: "Rablerinin indirdiği, nasıl, evvelkilerin masalları olabilir?" Buna birkaç yönden cevap verilebilir: 1) Bu, alay ve istihza üslûbunda söylenmiş bir sözdür. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın onlardan tıpkı, "Herhalde size gönderilen peygamberiniz, dedi, mutlak delidir" (Şuarâ.27); "Ey kendisine kitap indirilen, mutlak ve mutlak sen bir mecnunsun" (Hicr, 6) ve "Ey sihir yapan, bizim için Rabbine, sana olan vaadi vech ile, duâ et..." (Zuhruf, 49) ayetlerinde bahsetmesi gibidir. 2) Takdirin, "Sizin Rabbiniz katından indirildiğini söylediğiniz bu şey, evvelkilerin düzmecesidir" şeklinde olmasıdır." 3) Bundan muradın, "Bu Kur'ân, Allah katından nazil olduğu farzedilse bile, ancak ne var ki bu, evvelkilerin masatlarıdır, kendisinde ilim, fesahat, incelik ve hakikat namına bir şey bulunmamaktadır" şeklinde olması da muhtemeldir. Bil ki Allahü teâlâ, onların şüphelerini nakledince, buyurmuştur. Bu ifâdenin başındaki lâm, "lâmu'l-âkibe"dir. Çünkü onlar, kendi günah yüklerini yüklenmek için, Kur'ân-ı Kerîm'i öncekilerin masalları olmakla vasfetmemişlerdir. Ancak ne var ki, onların akibeti bu olunca, bu lamın getirilmesi güzel olmuştur. Bu Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "İşin sonunda kendilerine bir düşman ve dert olsun diye firavundun adamları onu yitik olarak aldılar" (Kasas. 8) buyurması gibidir. Ayette kâmileten buyurulmuştur ki, bunun manası, "Allahü teâlâ, onların cezalarından herhangibir şeyi eksiltmez, aksine onların o cezalarının tamamını onlara ulaştırır" şeklindedir. Ben derim ki: Bu, Cenâb-ı Hakk'ın, müminlerden cezalarının bir kısmını düşüreceğine delâlet eder. Eğer bu mana herkes için söz konusu olsaydı, o zaman kamileten kelimesinin o kâfirler hakkında kullanılmasının bir manası kalmazdı. Cenâb-ı Hakk "Saptırdıkları kimselerin veballerinden bir kısmını da yüklenecekler" buyurmuştur. Bu, "O reisler için de, tâbi olanların günahlarının misli tahakkuk eder" demektir. Bunun sebebi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivayet edilen şu hadistir:"Herhangi bir kimse, hidâyete (hakikate) çağırır da böylece de kendisine uyulursa, kendisine uyanların ecirlerinden herhangi bir şey eksilmeksizin, onların ücretlerinin bir misli de o kimseye verilir. Herhangi bir kimse de bir sapıklığa davet eder de, böylece de sözü dinlenir, kendisine uyulursa, kendisine uyulanm günahlarından herhangi bir şey eksilmeksizin, onların günahlarının bir misli de onun üzerine olur. Müslim, İlim, 15 (4/2060) Bil ki, bundan murad, Allahü teâlâ'nın, tâbi olanların hak ettiği o cezayı, o başkan ve liderlere vermesi değildir. Çünkü bu Allah'ın adaletine yakışmaz. Bunun delili Cenâb-ı Hakk'ın, "Hakikaten insan için, kendi çalıştığından başkası yoktur" (Necm, 39) ve "Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez"(isra, 15) ayetleridir. Aksine bunun manası, "Önderler, çirkin bir yol ve çığır açtıkları zaman, cezaları büyük olur. Öyle ki bu ceza, onlara uyan her bir ferdin haketmiş olduğu cezanın tamamına denktir" şeklindedir. Vahidî şöyle demiştir: "Ayetteki, min evzâri" kelimesindeki min "teb'îz" için değildir. Çünkü bu kelime bu manada olsaydı o zaman, tâbi olanların günahlarının bîr kısmı hafifletilirdi ki, bu caiz değildir. Zira Hazret-i Peygamber, "Onların günahlarından herhangi bir şey eksilmeksizin" buyurmuştur. Aksine, bu ifadenin başındaki min, cins ifâde etmektedir. Yani "Onlar, kendilerine uyanların günahlarının cinsinden olan günahları taşımak için" demektir. Ayet-i kerimede bi gayr-i ilm "bilgisizce" buyurulmuştur. Yani, "O önderler, bu sapıklığı, kendisi sebebiyle hakedecekleri o şiddetli azabı bilmeksizin yapmışlardır" demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, ayetini "Dikkat et ki onların sırtlayacakları bu yükler ne kötüdür!" buyurarak bitirmiştir ki, bundan maksadı, günahlardan iyice men ve nehyetmektir. Buna göre şayet, "Allahü teâlâ, müşriklerin ileri sürdüğü bu şüpheyi nakletmiş, onu cevaplamamış, tam aksine sırf tehdit ve vaîd ile yetinmiştir. O halde bunun hikmeti nedir?" denilirse, biz deriz ki: Bunun sebebi şudur: Allah, Kur'ân'ın mucize olduğunu i yolla beyân etmiştir: a) Hazret-i Peygamber, o müşriklere, bazan, Kur'ân'ın tamamı, bazan on sûre, bazan tek bir sure, bazan da tek bir söz getirmelerini söylemek suretiyle meydan okumuş, onlar ise bu her defasında muaraza etmekten yani teklif edileni yapmaktan aciz kalmışlardır ki, bu da, Kur'ân'ın mu'cize olduğuna delâlet eder. b) Allah bu şüphenin bizzat aynısını, "(şöyle) dediler: "Bu ayetler onun başkasına yazdırıp da kendisine sabah akşam okunmakta olan, evvelkilere ait masallardır" (Furkan.5) ayetinde zikretmiş, ve bu şüpheyi, "De ki: "Onu göklerde ve yerdeki gaybı bilen (Allah) indirdi" (Furkan, 6) ayetiyle çürütmüştür ki, bu, "Kur'ân, gaybî haberleri ihtiva etmektedir. Bu ise ancak, göklerin ve yerin sırlarını bilenden sudur eder" demektir. Bu iki yolla Kur'ân'ın mu'cize olduğu sabit olur. Bu iki yolun açıklaması da defalarca geçmiş olunca, pek yerinde olarak, Cenâb-ı Hak bu ayette, sadece vaîdini belirtmekle yetinmiş, bu şüphenin cevâbı olacak açıklamayı getirmemiştir. Allah en iyisini bilendir. Dine Karşı Çıkanların Sonu "Kendilerinden öncekiler de, birtakım tuzaklar kurmuşlardı ayet Allah, onların binalarını, tâ temellerinden yıkmayı diledi de, üstlerindeki tavan tepelerine çöktü. Hem bu azâb onlara bilemeyecekleri bir taraftan gelmiştir. |
﴾ 25 ﴿