3

"Biz, Musa'ya kitap verdik. Ve onu, "Benden başka hiçbir vekil tutunmayın" diye, Isrâiloğulları için bir hidayet kıldık. Ey Nûh ile beraber gemide taşıdığımız zürriyet, (şu) bir hakikattir ki, (Nûh) çok şükreden bir kuldu".

Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci mesele

Bil ki, sözümüz, yine daha önceki ayetle ilgilidir. O ayette Cenâb-ı Hak, gaipten hitaba, hitabtan gaibe geçmiştir.

Çünkü, ifadesinde, Allah, gaib sîgasıyla zikredilmiş; O'nun, ifadesinde de, hitaba delalet eden üç lafız bulunmaktadır. Yine O'nun, ifadesi de, gaibe delalet eder. O'nun ifadesi de hitaba delâlet eder. O halde sözün gaibten hitaba, hitabtan gaibe geçmesi, "iltifat sanatı" diye adlandırılır.

Daha Önceki Kısımla Münasebet

Allahü teâlâ, önceki ayette, Hazret-i Muhammet! (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yaptığı ikramı, O'nu gece yürütmekle (isrâ) ifade etmiş, bu ayette de, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya, daha önce verdiği o kitap ile ikramda bulunduğunu belirterek "Biz, Musa'ya kitap ve onu, ... bir hidayet kıldık" buyurmuştur. Yani, "Tevrat'ı verdik." Bu, "Allah onlan, o kitap vasıtasıyla cehalet ve küfür karanlıklarından ilim ve gerçek dinin aydınlıklarına çıkarır" demektir.

Tek Vekîl Allah Olmalıdır

Cenâb-ı Hakk'ın "Benden başka hiçbir vekil tutmayın" buyruğu ile ilgili birkaç bahis vardır:

Birinci Bahis: Ebu Amr, İsrâiloğullarının durumunu belirten bir ifade olarak yâ ile yettehizû diye okurken, diğer kıraat imamları tâ ile muhatab siğasıyla tettehizû şeklinde okumuşlardır.

İkinci Bahis: Ebu Ali el-Farisi şöyle demektedir: "Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifadesiyle ilgili şu üç izah yapılmıştır:

1) Bu ifadenin başındaki en edatının, nasb edici en olmasıdır. Buna göre mana, "Biz o kitabı, (...) edinmeyesiniz diye bir hidayet kıldık" şeklinde olur.

2) Bunun, tefsir için olan (ey) anlamında olması. Bu durumda söz, âmmenin kıraatine göre, gaibten hitaba ve Cenâb-ı Hakk'ın "Onların elebaşlarından bir güruh, "Yürüyün..." diyerek kalkıp gittiler" (Sad, 6) ifadesinde olduğu üzere emir sığasına geçtiği gibi, gaibten hitaba geçmiştir. Tıpkı bunun gibi, ella tettehizû ifadesinde de, gaibten nehy sîgasına geçmiştir.

3)Bunun zâid olması ve fiilinin de, mukadder bir kale (dedi) maddesine göre getirilmiş olmasıdır. Buna göre kelamın takdiri, "Biz o kitabı, İsrailoğulları için bir hidayet kıldık ve onlara, "Benim dışımda vekil edinmeyiniz" dedik" şeklinde olur.

Vekil'in Anlamı

Üçüncü Bahis: Ayetteki Vekil "işlerinizi, kendisine havale ettiğiniz bir Rab" demektir. Ben derim ki, bu ayetle ilgili sözün özü şudur: Allahü teâlâ Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, isrâ ile şereflendirdiğini belirtmiş, sonra bunun peşinden Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'yı, O'na Tevrat'ı indirmekle şereflendirdiğini zikretmiş; sonra Tevrat'ı, bir hidayet rehberi olarak tavsif etmiş, daha sonra da Tevrat'ın, Allah'tan başkasını vekil edinmekten nehyetmeyi kapsadığı için bir hidayet rehberi olduğunu beyân buyurmuştur ki, işte bu, tevhid demektir. Böylece, bu mertebeleri dikkate aldıktan sonra, sözün özü ve esası, kişinin tevhid deryasına dalmasından ve işlerini sadece Allah'a havale etmesinden daha yüce bir Miraç, daha kıymetli bir derece, daha büyük bir şeref olmadığı neticesine varmış olur. O, şayet konuşursa, Allah'ı zikreder; düşünürse, Allah'ı tenzih ve takdis eden deliller hususunda düşünür. İsterse, ancak Allah'tan ister. Böylece onun herşeyi Allah ile ve Allah için olmuş olur.

Daha sonra Cenâb-ı Hak "Ey Nûh ile beraber gemide taşıdığımız zürriyet ..." buyurmuştur. Bu ifadedeki (zürriyet) kelimesinin mansub olması hakkında, şu iki izah yapılmıştır:

1) Bunun, nidadan dolayı mansub olmasıdır. Yani, "Ey, Nûh ile beraber gemide taşıdığımız zürriyet..." demektir. Bu, Mücâhidin görüşüdür; o, bunun bir nida olduğunu söylemiştir. Vahidî ise şöyle der. "Bu ancak, fiili tâ harfiyle okuyanlara göre böyle olabilir. Buna göre onlara sanki, "Ey, gemide Nûh ile beraber taşıdığımız zürriyet! Benden başkasını vekil edinmeyiniz" denilmek istenmiştir." Katâde de şöyle der "Bütün insanlar, Nuh'un zürriyetidir. Çünkü gemide Nûh ile birlikte üç oğlu, yani Sam, Ham ve Yâfes bulunuyordu. O halde bu demektir ki bütün insanlar, bu üçünün zürriyetidir. O halde Cenâb-ı Hakk'ın, "Ey Nûh ile bitlikte, gemide taşıdığımız zürriyet" hitabı, "Ey insanlar..." yerine geçen bir hitap olmuş olur.

2) İttehaze fiili, iki mef'ul alır. Bu, meselâ Cenâb-ı Hakk'ın İbahim'i de halîl edindi" (Nisa, 125) ayetinde böyledir. Buna göre kelamın takdiri, "Nûh ile beraber taşıdığımız zürriyeti, benim dışımda vekil edinmeyiniz" şeklindedir.

Hazret-i Nuh'un Şükrü

Daha sonra Cenâb-ı Hak Hazret-i Nuh'u överek, "Şüphesiz ki o, çok şükreden bir kuldu" buyurmuştur. Yani, "O çok şükredici İdi." Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Nûh (aleyhisselâm), yemek yediğinde, "Beni yediren Allah'a hamdolsun. İsteseydi beni aç bırakabilirdi"; su içtiğinde, "Bana su ihsan eden Allah'a hamdolsun. İsteseydi, beni susuz bırakabilirdi", birşey giydiğinde, "Beni giydiren Allah'a hamdolsun. İsteseydi beni çıplak bırakabilirdi", ayakkabı giydiğinde "Bana ayakkabı giydiren Allah'a hamdolsun. İsteseydi beni yalınayak bırakabilirdi" ve def-i hacet yaptığında, "Benden, bana eziyet veren şeyi çıkaran ve böylece bana afiyet (rahatlık) veren Allah'a hamdolsun. İsteseydi onu çıkarmayabilirdi" derdi. Rivayet olunduğuna göre o, iftar etmek istediğinde, yiyeceğini kendisine iman edenlere sunardı. Eğer onlar içinde bir muhtaç kimse bulursa, onu kendisine tercih ederdi.

Eğer, "ayetteki "Şüphesiz ki o, çok şükreden bir kuldu" cümlesinin, kendisinden önceki kısımla münasebeti nedir?" denilirse, biz deriz ki: "İfadenin takdiri şöyledir: Cenâb-ı Hak sanki, "Benden başkasını vekil edinmeyin ve bana ortak koşmayın. Çünkü Nûh çok şükreden bir kuldu. Kul, ancak ehl-i tevhîd olursa çok şükreder. Çünkü tahakkuk eden Allah'ın her nimetini Allah'ın fazlından bilir. Siz, onun kavminin zürriyetisiniz. Binâenaleyh atalarınız nasıl ona uydu ise, sizler de ona uyun, onun gibi yapın" demek istemiştir. Allah en iyi bilendir.

İsrailoğullarının Çıkaracağı Fesat

3 ﴿