76

"Yine gittiler. Nihayet, bir oğlan çocuğuna rastgeldikleri zaman o, bunu hemen öldürdü, Musa dedi ki: "Tertemiz (masum) bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha! Andolsun ki, sen kötü bir şey yaptın." Ben sana, "beraberimde sabretmeye asla güç yetiremezsin" demedim mi?" dedi. (Musa), "eğer, bundan sonra sana bir şey sorarsam, benimle arkadaşlık etme. Artık ben, seni kesinlikle mazur sayarım" dedi"

Bil ki, gulâm kelimesi, bazan, bulûğa ermiş genç delikanlı anlamını da taşır Bunun delili, "ihtiyarın görüşü ve fikri, delikanlının (gulâm) bulunmasından, (onu bizzat yapmasından) daha üstündür" denilmiş olmasıdır. Böylece bu ifade de, şeyh (ihtiyar) kelimesi, delikanlının (gulâm) zıddı, mukabili kabul edilmiştir ki bu da "gulâm" kelimesinin, genç delikanlı anlamına geldiğini gösterir. Gulâm kelimesinin aslı "Cimâya alabildiğine düşkün ve arzulu olmak" anlamına gelen iğtilâm tabiridir Bu hal ise ancak Delikanlılarda olur. Bu lafzın, küçük çocuk anlamını kapsadığı da aşikârdır. Kur'an'da, Hızır (aleyhisselâm)'ın, o çocukla, o çocuklarla oynuyorken mi, yoksa yalnız iken mi karşılaştığı; onun müslüman mı, yoksa Kâfir mi olduğu; yalnız yaşayıp yaşamadığı; buluğa erip ermediği, vb. hususlarda bir açıklama bulunmamaktadır Bu kelime, her ne kadar büyük kimseler hakkında da kullanılsa bile, küçüklere itlak edilmesi daha uygundur. Ancak ne var ki, Cenâb-ı Hakk'ın, "diğer bir can karşılığı olmaksızın" ifadesi, çocuktan ziyâde, baliğ olan kimselere daha uygun düşer. Çünkü çocuk başkasını öldürse dâhi, (kısasen) öldürülmez. Yine, Hızır (aleyhisselâm)'ın, o çocuğun başını koparmak veya başını duvara vurmak ya da başka bir yol ile öldürdüğü hususunda da, Kur'an'da, bunları gösterecek bir şey yoktur. İşte bu öldürme esnasında Hazret-i Musa "Tertemiz (masum) bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha! Andolsun ki, sen kötü bir şey yaptın" demiştir. Bu konuda birkaç bahis vardır.

Birinci bahis: Nâfi, İbn Kesir ve Ebu Amr, elif ile zâkiye; diğer kıraat imamları ise, elifsiz olarak zekiyye şeklinde okumuşlardır. Kisaî de, bu iki kelimenin iki ayrı kullanış olduğunu, anlamlarının ise "temiz" şeklinde olduğunu söylemiştir. Ebu Amr ise, bu iki kelime arasında, mana bakımından fark olduğunu söyleyerek, zâkiye hiç günah işlemeyen; zekiyye ise, günah işleyip de, daha sonra tevbe eden kimsedir" demiştir.

İkinci bahis: Ayetin zahiri, Hazret-i Musa'nın, bir nefse mukabil, olmaksızın (kısasen öldürülme durumu hariç) Hızır'ın bir cana kıymasını yadırgadığına delâlet eder. Halbu ki durum böyle değildir, çünkü maktulün kanı bazan, herhangi bir sebepten dolayı helâl olabilir. Bunun cevabı ise, öldürme hususundaki en kuvvetli sebebin, kısas olduğudur.

Üçüncü bahis: Nukr, imr kelimesinin ifade ettiğinden daha aşın bir çirkin fiil Hakkında kullandır ki bu, çocuğu öldürmenin, gemiyi delmekten daha kabîh ve çirkin olduğuna bir işarettir. Çünkü gemiyi delmek işi, herhangi bir canı telef etmemiştir. Ve çünkü gemi delinse, bile boğulmamak mümkündür. Ama, burada ise, kesinlikle Dır telef, can zayiatı söz konusudur. Binâenaleyh, bu hadise daha çirkin olmuş olur. Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifadesindeki imrâ kelimesinin, "şaşırtıcı" ucbâ anlamına geldiği, nukrâ kelimesinin de ucbâ kelimesinden daha şiddetli ve aşın bir kabahati ifade ettiği ileri sürüldüğü gibi, nukr kelimesinin, akılların kabul etmediği, -efislerin kendisinden nefret ettiği şey anlamına geldiği de ileri sürülmüştür. Binâenaleyh, nukr kelimesi, bir şeyi takbih etmede, imr kelimesinden daha kuvvetli ot mana ifade etmektedir. Bazıları da, imr kelimesinin nukr kelimesinden, daha fazla :r çirkinliği ifade ettiğini ileri sürerek şöyle demişledir: "Çünkü, gemiyi delmek, sekçok canın zayi olması neticesini verebilir. Halbu ki, bu öldürme işi ise, sadece tek bir canı telef etmedir. Hem imr "büyük bir belâ" demektir. Binâenaleyh bu kelime nukr kelimesinden daha aşırı derecede bir çirkinliği ifade eder.

Cenâb-ı Hak, o alimin, Hazret-i Musa'ya, yapmış oldukları antlaşmayı hatırlatmaktan öteye bir şey söylemediğini haber vererek, "Ben sana, beraberimde sabretmeye asla güç yetiremezsin demedim mi?" buyurmuştur ki bu, Hızır'ın, birinci soru hakkında söylemiş olduğu sözün aynısıdır. Ancak ne var ki o, bu ayette leke "sana" kelimesini ilave etmiştir. Çünkü bu kelime, kınamayı kuvvetlendirir. İşte bu noktada Hazret-i Musa, "Eğer, bundan sonra sana birşey sorarsam, seninle arkadaşlık etmeye çok arzulu ve düşkün olmama rağmen, benimle arkadaşlık etme" demiştir ki bu ifade, çok şiddetli bir pişmanlığı ortaya koyan bir ifadedir.

Daha sonra Hazret-i Musa "Artık ben seni kesinlikle mazur sayarım" demiştir ki. onun bundan kastı, onu işte bu yolla medhedip yumuşatmaktır. Çünkü, aralarında çok fazla zaman bulunmamasına rağmen, o bu işe, hem birincisinde hem de ikincisinde katlanmıştır. Bu ayette, geriye, kıraati ilgilendiren üç yerin açıklanması hususu kalmıştır:

1) Versin rivayetine göre, Nâfi, Kâlûn, İbn Amr ve Asım'ın ravisi Ebu Bekir, Kur'anın tamamında, kâfin dammesiyle nukura şeklinde okurlarken, diğer kıraat imamları, geçtiği her yerde, bu kelimeyi kâfin sükûnuyla nukra şeklinde okumuşlardır ki, her ikisi de birer kullanıştır.

2) Yakûb hariç, bütün kıraat imamları etif ile lâ tusahionî, şeklinde okurlarken, Yakûbsehibe (arkadaş oldu, birlikte bulundu) fiilinden olmak üzere, (lâ teshabnî) şeklinde okumuştur ki her ikisinde de mana aynıdır.

3) ifadesiyle ilgili çeşitli okuyuş şekilleri vardır:

a) Nâfi ve bazı rivayetlerinde Asım'ın ravisi Ebu Bekir, şeddesiz nün ve dammeli dâl ile (min ledunî) şeklinde okumuşlardır.

b) İbn Kesir, İbn Amir, Ebu Amr, Hamza, Kisaî, ve Asım'ın ravisi Hafs şeddeli nûn ve dammeli dâi ile, (min ledunnî) şeklinde okumuşlardır.

c) Asım'ın ravîsi Ebu Bekr, işmâm ile işbâ'sız okumuştur.

d) Asım'dan gelen bazı rivayetlere göre bu kelime, lâm'ın dammesi ve dâl'ın da sükûnuyla (ludnî) şeklinde okunmuştur ki, bütün bu kıraatlerin hepsi, bu lafızla ilgili olan kullanışlardır.

Hızır'ın Yıkılacak Duvarı Düzeltmesi

76 ﴿