89"Nihayet o, güneşin battığı yere ulaşınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında bir kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, onlara azab etmekte, yahut haklarında güzellik (tarafını) tutmakta (serbestsin)." O dedi ki: "Kim zulmederse, onu azablandıracağız. Sonra da, Rabbine döndürülür ve O da, ona görülmedik bir azâbla âzâb eder. Ama kim de iman eder ve salih amel işlerse, onun için en güzel bir mükafaat var. Ona, emrimizden kolayını söyleyeceğiz". Bil ki bu, şu manayadır: "Zülkarneyn batı tarafına ulaşmayı istedi ve bunun için, kendisini oraya ulaştıracak bir yol tuttu. Derken oraya ulaştı." Cenâb-ı Hakk'ın "Onu kara bir balçıkta batar buldu" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili birkaç bahis vardır: Birinci Bahis: İbn Amir, Hamza, Kisâî ve Âsım'ın râvisi Ebu Bekr, bu kelimeyi hemzesiz elifle (......) olarak, "sıcak, hararetli" manasına, (sıcak bir gözede) şeklinde okumuşlardır. Ebu Zerr'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Bir deve üzerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in terkisinde idim. Derken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) batmak üzere olan güneşi gördü ve bana, "Ey Ebâ Zerr, bunun nerede battığını biliyor musun?" dedi. Ben, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" deyince, "Muhakkak ki o sıcak ve kaynar bir gözede batmaktadır" buyurdular. Bu İbn Mes'ud, Talha (radıyallahü anh) ve İbn Âmir'in kıraatidir. Diğer kıraat imamları ise bu kelimeyi, hamîatın (balçık) şeklinde okumuşlardır. Bu da, İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın kıraatidir. (Anlatıldığına göre) bir gün, İbn Abbas, Muâviye'nin yanında bulunuyordu. Muaviye, bu kelimeyi elif ile, (sıcak) şeklinde okuyunca, o, "Hayır o şeklinde olacak" dedi. Bunun üzerine Muaviye, Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh)'e: "Sen nasıl okuyorsun?" dedi. O: "Emirel-mü'minînin (yani senin) okuduğun gibi" cevabını verdi. Sonra Muaviye, Ka'bu'l- Ahbara dönüp: ."Güneşin nasıl battığını buluyorsun?" dedi. O: "Bir su ve çamur içine? Bunu Tevrat'ta da böyle bulmaktayız" dedi. içinde su bulunan şey demektir. Nitekim Arapça'da (siyah balçık) denilir. Bil ki (balçık) ile (sıcak) arasında bir zıdlık yoktur. O gözenin, bu iki özelliği de taşıyan bir göze olması mümkündür. İkinci Bahis: Yeryüzünün küre şeklinde olup, gökyüzünün onu kuşattığı delil ile sabittir. Yine güneşin de, bu felek içinde yer aldığında şüphe yoktur. Hem Cenâb-ı Hak da: "Onun yanında bir kavim buldu" buyurmuştur. Güneşin yakınında oturan bir kavmin olamayacağı malumdur. Hem sonra güneş, yeryüzünden kat kat büyüktür. Binâenaleyh o güneşin, yeryüzünündeki bir gözeye girip batması nasıl düşünülebilir? Bunun böyle olduğu sabit olunca, ayetteki "Onu kara bir balçıkta batar buldu" ifadesi, birkaç şekilde yorumlanabilir: a) Zülkarneynin mülkünün sınırları batıya ulaşıp, ondan daha ileri gidilecek meskûn bir yer kalmayınca, her ne kadar aslında böyle değilse de güneşi bir gözede, karanlık bir çukura batıyormuş gibi gördü. Bu tıpkı, denizde yolculuk eden kimsenin güneşi, gerçekte denizin ötesinde kaybolduğu halde, sahili göremediği için, sanki denize batıyormuş gibi görmesine benzer. Bu izahı, Ebu Ali el-Cübbâi, Tefsir'inde yapmıştır. b) Yeryüzünün batı tarafında, denizce kuşatılmış yerler vardır. Binâenaleyh güneşe bakan, onun sanki o denizde batıp kaybolduğunu sanır. Batı denizinin, çok sıcak olduğunda şüphe yoktur. Dolayısıyla, bu deniz bu açıdan "hamiye" (sıcak-hararetli) olmuş olur. Yine kendisinde balçık, kokuşmuş çamur çokça bulunduğu için "hamle" (balçık) olmuş olur. O halde ayetteki, "Onu kara bir balçıkta batar buldu" ifadesi, yeryüzünün batı tarafını denizin kuşattığına ve orasının çok sıcak olduğuna bir işarettir. c) Ehl-i Ahbar (rivayetler), "Güneş, suyu ve balçığı çok bir gözede batar" demişlerdir. Bu, son derece akıldan uzak bir şeydir. Çünkü, ayın tutulmasını gözetlediğimizde ve bunu araştırdığımızda, batılıların, "Bu tutulma işi, gecenin evvelinde olduğunu söylediklerini; doğuluların ise bu işin, gündüzün evvelinde vuku bulduğunu söylediklerini gördüğümüzde; o zaman, batılılara göre gerenin başlangıcı olan zamanın, doğululara göre, gündüzün başlangıcı olduğunu anlamış oluruz. Hatta bize göre gecenin başlangıcı olan o vakit, bir başka beldede ikindi, bir başka beldede öğle, bir diğer beldede kuşluk, dördüncü bir beldede, güneşin doğuş vakti, beşinci bir beldede de gece yarısı olduğunu anlarız. İşte bu durumlar, istikra (arama-tarama) ve araştırmalardan sonra elde edilen bilgiler olup, biz de güneşin bütün bu vakitlerde doğmuş, mevcut, görünürde olduğunu anladığımıza göre, güneşin bir çamura, kokmuş bir balçık gözeye battığının söylenmesi, bu yakînî bilginin aksine olmuş olur. Allahü teâlâ'nın kelamı ise böyle töhmetlerden berîdir. Binâenaleyh geriye, zikrettiğimiz, önceki yorumlara başvurmak kalır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Onun yanında da bir kavim buldu" buyurmuştur. "Onun yanında" ifadesindeki "Onun" zamirinin neye râci olduğu hususunda iki görüş vardır: a) Bu, "güneş" (şemse) râcidir. Zamirin müennes oluşu, "Şems" kelimesinin (müennes-i semai oluşundan) ötürüdür. Çünkü insan, güneşin orada battığını hayal edip, (öyle olduğunu zannedince), orada meskûn olan insanlar, sanki güneşe yakın bir yerde oturmuş gibi olurlar. b) Bu zamir, "Kara bir balçık göze" (aynin hamietin) ifadesine râcidir. Bu görüşe göre, bunun izahı da bahsettiğimiz gibi olur. Cenâb-ı Allah daha sonra, "Dedik ki; "Ey Zülkarneyn, onlara azab etmekte, yahut haklarında güzellik (tarafını) tutmakta (serbestsin)" buyurmuştur. Bu ifade ile İlgili birkaç bahis vardır: Birinci Bahis: Bu ifade, Allahü teâlâ'nın, Zülkarneyn ile vasıtasız olarak konuştuğuna delâlet eder. Binâenaleyh bu ifadeyi, "Cenâb-ı Hak ona, bir peygamber vasıtası ile hitab etmiştir" manasına hamletmek, ayetin zahirinden sapmak demektir. İkinci Bahis: Ehl-i Ahbar, bu yeri anlatırken, acâip şeyler söylemişlerdir. Ibn Cüreyc şöyle demiştir: "Orada, onikibin kapısı bulunan bir şehir vardı. Oradakilerin sesleri ve gürültüleri olmasaydı, insanlar güneşin batarken (çıkardığı sesi) duyarlardı." Üçüncü Bahis: Ayetteki bu ifade, batının en uç noktasında oturanların kâfir olduklarına defâlet etmektedir. Bundan dolayı Allahü teâlâ, küfürlerinde ısrar ederlerse onlara azab etme ile, onlara minnet edip, affetme arasında Zülkarneyn'i serbest bırakmıştır. Bu serbest bırakma işi, Cenâb-ı Hakk'ın Hazret-i Peygamberi, müşrikleri (salıp) minnet etme (başa kakma) ile öldürme arasında muhayyer bırakmasında olduğu gibi. bu iki işin en uygununu düşünüp bulma manasında bir muhayyer bırakmadır. Eksen âlimler şöyle demişlerdir: "Ayette bahsedilen azab etme" öldürme; onlar hakkında güzellik tarafını tutma ise, onları öldürmeme, sağ bırakma manasınadır. Daha sonra Zülkarneyn "Kim zulmederse" yani, "inkarın sürdürmek suretiyle kendisine zulmederse" demiştir. Bunun bu manaya olduğun . delili, Hak teâlâ'nın buna mukabil, "Ama kim de iman eder ve salih amel işlerse ' buyurmuş olmasıdır. Sonra o "Onları, dünyada îken, öldürmek suretiyle azablandıracağız. Sonra da onlar Rablerine döndürülür ve o da onlara görülmedik, korkunç bir azabla azab eder. "Ama kim de iman eder ve salih amel işlerse onun için en güzel bir mükafaat var" demiştir. Hamza, Kisâi ve Asım'ın râvtsi Hafz nasb ve tenvin ile (......) şeklinde diğer kıraat imamları ise ref ve izafetle, (......) şeklinde okumuşlardır. Birinci kıraata göre, ref ve izafetle, "(cennet), mükafaat olarak onundur" demek olur. Bu tıpkı, "Bu elbise, hibe olarak senindir" demene benzer. İkinci kıraata göre, bu ifadenin tefsiri hususunda şu iki izah yapılabilir: a) "Onun için, en güzel fiilin mükafaatı vardır. En güzel fiil ise, iman ve salih ameldir. b) Bu, "Onun için engüzel sevap mükafaatı vardır" demektir. Buna göre mana, Onun için, en güzel mükafaat olan mükafaatlar vardır" şeklinde olur. "Ceza", kelimesi, "güzel mükafaat" ile tavsif edilmiştir. Mevsûfun sıfatına muzaaf kılınması, yaygın bir kullanıştır. Nitekim, "Daru'l-Âhireti" ve "Hakku'l-yakîn" izafetlerinde de böyledir. Allahü teâlâ sonra, "Ona emrimizden kolayım söyleyeceğiz" buyurmuştur. Bu, "biz ona çetin ve zor olan şeyleri emretmeyiz. Ancak zekat, haraç ve benzen kolay şeyleri emrederiz" demek olup, "bu kolaydır" takdirindedir. Bu tıpkı, "kolay bir söz" (İsrâ, 26) ifadesinde olduğu gibidir. Son kelime, iki zamme ile yüsurâ şeklinde de okunmuştur. |
﴾ 89 ﴿