MERYEM SÛRESİBu sûre 96 ayet olup, Mekkî'dir. 1Kâf hâ yâ ayn sâd. Sûrenin bu başlangıcına ait farklı kıraatlere girmeden önce, şu ûç mukaddimenin (hususun) belirtilmesi gerekir: Birinci mukaddime: Huruf-ı mu'cem iki veya üç harfli olmak üzere, iki çeşittir. Arapların adeti, iki harfli olanları, kesik kesik ve imâleli olarak mesela, bâ, tâ, sâ şeklinde telafuz etmek şeklinde cereyan etmiştir. Benzerleri de böyledir. Yine onlar, ortalarında elif bulunan üç harfli kelimeleri de "işba"lı telaffuz ederler, mesela dâl, zâl, sâd, dâd derler. Bunların benzerlerini de aynı şekilde okurlar. Bu muc'em harflerden sadece zâ hususunda alışılagelen şu iki şey olmuştur: Telaffuz ederken bunun yâ'sını izhar ederek onu üç harfli kılanlar imâle yapmazlar, zây derler. Telaffuz ederken, ya'sını izhar etmeyenler ise iki harfli kelimeye benzetirler ve imale yapmazlar (zâ) derler. İkinci mukaddime: Bütün her yerde, fethanın işba' yapılmasının asıl olduğunun; imâle yapmanın ise, feri olduğunun bilinmesi gerekir. İşte bundan dolayı imâle edilen her kelimenin işbâ'sı caiz olduğu halde, işba' yapılan her fethalı harfin imalesi caiz değildir. Bu Sûrenin Başlangıcının Kıraati Üçüncü mukaddine; Bu sûrenin başlangıcı okuma konusunda kıraat imamlarının üç çeşit kıraati bulunmaktadır: a) Onlar asl olana tutulmuşlardır ki, bu asıl olan da hâ ve yâ'nın fethasının işba' edilmesidir. b) Hâ ve yâ'nın imâle ile okunması. c) Hem asıl hem de fer' olan şeyi birleştirmek, cem etmektir. Bu durumda hâ ile yâ arasında bir farklılık meydana gelir. Bu sebeble kıraat âlimleri, onlardan hangisi olursa olsun, birini fethaiı, diğerini de kesreli okurlar. Onların, bu ihtilafı gerektiren sebep hususunda iki görüşleri vardır. 1) İşba'lı fetha, asıldır. İmâle ise, kullanılışı meşhur olan bir fer'clir. Dolayısıyla hem aslı, hem de fer' olanı gözetebilmek için, onlardan birisi işba ile, diğeri de imâle okunur ki, bu onlardan birisini nazar-ı dikkate alıp, diğerini almamaktan daha güzeldir. 2) Telaffuzda iki harfli olan elifba harfleri ise kesik kesik okunduklarında imâr ile; kesik kesik okunmadaklarında ise, işba' ile okunurlar. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk'ın ifadesindeki hâ ve yâ harfleri okunurken kesik kesik; yazıda s-bitişiktirler. Binâenaleyh, her iki tarafı, yani hem okunuş hem de hat, (yazı) ciheti gözetbilmek için bunlardan birinde imâle, diğerinde ise işba' yapılır. Sen bu temel kaideyi iyice kavradığında şimdi diyoruz ki: Bu hususta değişik olan şu kıraatler bulunmaktadır: a) Bu hususta bilinen kıraat, hem hâ'nın, hem de yâ'nın fethalı okunmasıdır. b) Hâ harfini meksûr, yâ harfini de meftûh ile okuma. Bu, Ebu Amr ve İbr Mübadir'in kıraatidir. Eyyûb'dan ise, bunların kesik kesik okunması rivaye edilmiştir. Kıraat imamları, bu hâ ile tenbih harfi olan hâ'yı birbirinden ayırmak için yâ'yı değil de hâ'yı kesre ile okumuşlar. Çünkü, tenbih edatı olan hâ, kesinlikle meksur olarak okunmaz. c) Hâ'nın fethası, yâ'nın da kesresi ile okumak. Ebu Hamza, A'meş, Talha ve Âsimin ravisi Dahhak'ın kıraatidir. Bunlar, hâ'yı değil de, yâ'yı meksur okumuşlardr Çünkü, yâ, kısrenin kardeşidir. Kesreyi, kardeşi olana vermek, münasabeti korume için, meftun olan yabancı harfe vermekten daha evlâdır. d) Her ikisinin birden imâle yapılmaları. Bu, Kisâî, Mufaddal, Asım'ın ravıs Yahya, İbn Amir'in ravisi Velid İbn Eşlem, Zûhrî ve İbn Cerir'in kıraatidir. Bu zâtla bu iki harfi, hâ'nın ve yâ'nın imale edilmeleri hususunda zikredilen iki sebepten dola. imâle ile okumuşlardır. e) Hâ'nın dammesi ve yâ'nın fethası ile okunması, Bu, Hasan el-Basrî'nin kıraatidir. Hasan el-Basrî'den, hâ'nın fethası, yâ'nın zammesi ile okunabileceği de rivayet edilmiştir. Keşşaf Sahibi, Hasan el-Basrî'den bu iki harfin damme ile okunacağını da rivayet etmiştir. Bunun üzerine ez-Zemahşeri'ye "Hasar el-Basrî'den böyle bir kıraat sabit olmamıştır. Çünkü İbn Cinnî, Kitâbu'l Muhtesetde şunu zikretmiştir: Hasan el-Basrî'nın kıraati, herhangi birini belirtmeksizin bu iki kelimeden birini fetha, diğeri bir de damme ile okumaktır" denilmiştir. Bazıları da şu açıklamayı yapmışlardır: Hasan el-Basrî'nin bunlardan herhangi birini damrre okumaya yönelmesinin sebebi şudur. Çünkü o bu kelimelerin ayne'l-fiilinin tıpkı, dâ ve mâl kelimelerinde olduğu gibi vâv'din elife dönüştüklerini düşünmüştür. Çünkü bu elifler, iştikakları olmadığı için malum olmasalar bile, bunlar lafzı bakımından kendilerine benzeyen şeylere hamledilmişlerdir. Binâenaleyh, (......) kelimesinin ortasında elif geldiğinde, onun vâvdan dönüşmüş olduğuna inanmak gerekir. Çünkü, dilde galib ve genel olan durum budur. Binâenaleyh, Hasan el-Basrî, hân ve yân kelimelerinin elifinin vâvdan dönüşmüş olduğunu düşününce, o elifi vâv hükmünde kabul etmiş ve, mukabilini de dammeli okumuştur. Çünkü vâv, dammenin kardeşidir. f) Bu iki harfin, bir tür dammeli işmâm ile okunması... Ebu Cafer (......) kelimesinde, âyn'ın nûnûnun açıkça okunmasının yanısıra, ufacık bir sekte ile, bu harfleri birbirinden ayırarak (......) şeklinde okurken, diğer kıraat imamları, âyinin nûnunu da gizlemelerinin yanısıra, harfleri birbirine ulayarak okurlar. Maruf olan kıraat, sâd harfini, (......) kelimesine idğâm ederek okumaktır. Asım ve Yakûb'un, bunu, izhar ile okudukları rivayet olunmuştur. Fevâtihu's-Suver hakkında ileri sürülen görüşler daha önce geçmişti. Ancak ne varki, burada söylenmesi gereken birkaç husus bulunmaktadır. İbn Abbas(radıyallahü anh)'nın Cenâb-ı Hakkın ifâdesinin kendisi tarafından kendisini öven bir sena ve medh ifâdesi olduğunu söylediği rivayet edilmiştir. İşte bundan dolayı, kimileri, bu ifâdenin Daşındaki "kâf", "kâfin" (yeter), "hâ" harfini "hadim" (hidâyet eden); "ayn" harfini, "âlim" (bilen), "sâd" harfini de "sadık" (doğru) anlamına almışlardır. İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan kaf harfini, "kerim ve kebîr" (cömert ve büyük) anlamlarına aldığı rivayet edilmiştir. Yine ondan, yâ harfini bir keresinde kerîm, başka bir kere de hakîm anlamına aldığı da nakledilmiştir. Rebî ibn Enes'ten, burada yâ harfini "mucir" (himaye eden, koruyan) anlamına geldiğini söylediği rivayet edilmiştir. Yine İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, bu ifâdedeki âyn'ın, Aziz ve 'Adl' kökünden olduklarını söylediği de rivayet edilmiştir. Bütün bu görüşler kuvvetli değildir. Zira biz Cenâb-ı Hakk'ın kitabında, dilin ne hakikaten ne de mecazen delâlet etmediği birşey bırakmasının caiz olamayacağını söylemiştir. Çünkü biz bunu caiz görürsek, o zaman, bizim aleyhimize olmak üzere, her zahirin bir bâtını bulunduğunun iddia kapısı açılmış olur. Halbuki dil, onların ileri gördüğü bu tür şeylere delâlet etmemektedir. Çünkü kâf harfinin, kerim'e veya kebîr'e veyahutta, Hazret-i Peygamberin isimlerinden herhangi bir isme, meleklerin, cennet veya cehennemin isimlerine delâlet etmesi, bir başkasına delâlet etmesinden daha evlâ değildir. Binâenaleyh, bunu bunlardan birisine hamledip de diğerine hamletmemek, dilin kendisine asla delâlet etmediği bir tahakküm olur. |
﴾ 1 ﴿