6

"(Onlara) dedi ki: Rabbim, gökteki, yerdeki (her) sözü bilir. O hakkıyla işidici, kemâliyle bilicidir" Dediler: "Hayır, (bunlar) saçma sapan rüyalardır. Hayır, onu kendisi uydurmuştur. Hayır, o, bir şairdir. Bunlar değilse, o halde, evvelkilere gönderildiği gibi, o da bize bir mucize getirsin." Onlardan önce helak ettiğimiz hiçbir memleket (halkı) iman etmedi de, (şimdi) bunlar mı iman edecekler?".

Hak teâlâ'nın, "(Onlara) dedi ki: "Rabbim, gökteki, yerdeki (her) sözü bilir. O, hakkıyla işidici, kemâliyle bilicidir" ifadesi ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sözünün nakli manasında ayet Dedi ki "Rabbim" şeklinde okunmuştur. Bu, Hamza, Kisâi ve Âsimin râvisi Hafs'ın kıraatidir. Diğer aat imamları ise, Kâfin zammesi, elifin hazfı ve lamın sükûnu ile, "De ki..." şeklinde okumuşlardır.

İkinci Mesele

Allahü teâlâ, bu sözü, onlardan naklettiği şeylerin peşinden getirdiğine göre, bunun, onların söyledikleri şeylere bir cevap gibi olması gerekir. Buna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sanki şöyle demektedir: "Sizler her ne kadar sözünüzü ve tenkidinizi gizlediyseniz de, bilin ki benim Rabbim bütün bunları bilir ve O, bunların peşini akmaz." Böylece onlar, aynı şeyi tekrar yapmasınlar diye şu şekilde tehdid edilmişlerdir.

Üçüncü Mesele

Keşşaf sahibi şöyle der: "Eğer sen, "Hak teâlâ'nın, "Gizli fısıltı ile (şöyle) konuştular" ifadesinden ötürü, bu ayette de, "sözü bilir" yerine "sırrı bilir" denilmeli değil miydi?" dersen, ben derim ki "söz" lafzı, hem gizliyi, hem açığı içine alan genel bir ifadedir. Binâenaleyh, "sözü bilme" tabirinde, "gizliyi fazlasıyla bilme" manası vardır. O halde bu onların fısıldaşmalarını bildiğini anlatma hususunda Cenâb-ı Hakk'ın, "sırrı bilir" demesinden âdeta daha te'kidli olmuş olur. Bu, Hak teâlâ'nın "sırrı bilen (Allah)",e) demesinin, "onların sırrını bilir" demesinden daha te'kidli olması gibidir.

İmdi, eğer: "Cenâb-ı Hak, Furkan sûresinde, "De ki: "Ona göklerde ve yerdeki sim bilen indirdi" (6. ayet) ayetinde, niçin daha te'kidli bir ifade getirmemiştir? dersen. Den derim ki: "O'nun heryerde sözün daha te'kidlisini getirmesi vâcib değildir. O, bazan te'kidli, bazan daha te'kidli ifadeyi kullanır. Diğer taraftan, fark şudur: Cenâb-ı Hak burada, önce onların gizlice fısıldaştıklarını öne almıştır. Böylece o, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Rabbim, onların gizlediklerini bilir" demesini kastetmiş ve böylece de, kavl (sözü) lafzını, mübalağa için "bunun" yerine koymuştur. Cenâb-ı Hak burada ise, "De ki, "onu göklerde ve yerdeki sırrı bilen indirdi" (Furkan, 6) diyerek, zâtını anlatmayı kastetmiştir. Bu tıpkı, "O, allamu'l-guyûbtur" (gaybları bi-hakkın bilendir) (Tevbe, 78) ve "Gaybı bilen Rabbim hakkıçün... Ne göklerde ne yerde bir zevre mikdarı Ondan kaçmaz" (sebe.4) ayetleri gibidir.

Kâfirlerin Kur'ân Hk. Şüpheleri

Cenâb-ı Hak bu ayette, semi (işitici) oluşunu, "alim" (bilici) oluşundan önce zikretmiştir. Çünkü önce sözü dinlemek, sonra onun manasını anlayıp-bilmek gerekir. Hak teâlâ (kâfirlerden naklen:) "Dediler: "Hayır, (bunlar) saçmasapan rüyalardır. Hayır, onu kendisi uydurmuştur. Hayır, o bir şâirdir. Bunlar değilse, o halde evvelkilere gönderildiği gibi, o da bize bir ayet (mucize) getirsin " buyurmuştur. Bil ki o, tekrar onların 'Bu sizin gibi (olan) bir insandan başkası mıdır?" gibi sözlerini nakletmeye başlamış ve sonra "(Onlar) dediler ki: Hayır, (bunlar) saçmasapan rüyalardır. Hayır, onu kendisi uydurmuştur. Hayır, o bir şâirdir" buyurmuş, böylece burada onların bu beş sözünü nakletmiştir. Binâenaleyh onların sözlerinin sırası şöyledir: Onlar sanki, "Biz onun insan olmasının, Allah'ın elçisi olmasına mani olduğunu iddia ediyoruz. Bunun bir mâni teşkil ettiğini kabul etmesek bile, Kur'an'ın bir mucize olduğunu kabul etmiyoruz. Sonra Kur'ân'ın fesahatinin insanların kudreti dışında olduğu söylenecek olsa dahi, biz diyoruz ki, bunun benzerinin getirilmesi mümkün olmayan bir sihir olması niçin caiz olmasın? Binâenaleyh eğer o Kur'ân'ın, son derece rekik (dolaşık karmaşık) olduğunu iddia edersek, saçmasapan rüyalar olduğunu söyleriz. Yok onun, rekâket ile fesahat arası bir söz olduğunu iddia edersek, Kur'ân'ı Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in uydurduğunu söylemiş oluruz. Yok onun, fasih bir kelâm olduğunu iddia edersek, o zaman da onun, diğer şâirlerin fasih sözleri gibi bir söz olduğunu söylemiş oluruz. O halde, bütün bu ihtimallere göre de, onun bir mucize olduğu sabit olmaz" demişlerdir.

Onlar bu ihtimalleri sayıp döktükten sonra, "Bunlar değilse, o halde, evvelkilere gönderildiği gibi, o da bize bir mucize getirsin " demişlerdir ki bununla, "Onlar, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ve Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'dan nakledilen mucizeler gibi, bu ihtimallerden hiçbirinin söz konusu olamayacağı çok açık ve net bir mucize istemişlerdir" manası kastedilmiştir.

Keyfi Mucize İsteklerini Red Sebebi

Daha sonra Cenâb-ı Hak, en son soruya (şüpheye), "Onlardan önce helak ettiğimiz hiçbir memleket (halkı helak olup gitti), iman etmedi de şimdis bunlar mı iman edecekler" diyerek cevap vermiştir ki bu, "Bunlar, peygamberlerinden mucizeler isteyen, mucizeler geldiğinde iman edeceklerine söz veren ama o zaman da sözlerinden dönüp, aksini yapan ve bundan dolayı Allah'ın helak ettiği kavimlerden, daha âsidirler. Binâenaleyh eğer onlara istedikleri mucizeleri gönderecek olsaydık, onlar sözlerinden, daha ileri bir şekilde dönerlerdi" demektir.

Hasan el-Basri (r.h) şöyle demiştir: "Onların istedikleri (mucize) verilmemiştir. Çünkü Allah'ın kanunu (sünnetullah), istedikleri her mucizeyi verdikten sonra, yine de yalanlamaya kalkışanların üzerine, mutlaka kökü kazıma azabının ineceği şeklindedir. Halbuki Cenâb-ı Hakk'ın, özellikle Ümmet-i Muhammed hakkındaki hükmü bunun aksinedir. İşte bundan ötürü, onlara istedikleri mucizeleri göndermemiştir."

Nübüvvet Beşeriyette Baştan Beri Vardır

6 ﴿