2"Ey insanlar Rabbinizden sakının. Çünkü kıyamet zelzelesi müthiş bir şeydir. Onu göreceğiniz gün emzikli her kadın, emzirdiğini unutup geçer, yüklü her (gebe kadın) yükünü düşürür. İnsanları sarhoş görürsün. Halbuki onlar sarhoş değildirler. Fakat Allah'ın azabı pek çetindir". Bil ki, Allahü teâlâ, insanlara ittikâyı, (sakınmayı) emretmiştir. Binâenaleyh, bu emre insanların bütün haramlardan ve her türlü emri (vacibi) yerine getirmemekten korunup uzak olmaları dahil olur. Bu emre, şüphesiz ki bahsettiğimiz iki emir çeşidi girmiştir; çünkü ittikâ eden kimse, ancak korktuğu Allah'ın azabından sakınır, böylece M, işte bundan ötürü haramları bırakır, vacibi yerine getirir. Bu ittikanın içine -afilelerin girmediği söylenebilir. Çünkü mükellef onları yapmamadan dolayı, ilâhi azâbtan korkmaz, onları ancak mükafaat elde etmek ümidiyle yapar. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, "... Rabbinizden sakının"dediğinde, bununla "Rabbinizin azabından corkunuz, sakınınız" manası kastedilmiş olur. Cenâb-ı Hakk'ın "Çünkü kıyamet zelzelesi müthiş bir şeydir" beyanına gelince, bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır: "Zelzele" bir şeyin şiddetle sarsılması demektir. Keşşaf sahibi şöyle der: "Ayetteki sa'e kelimesinin fail durumunda olması mümkündür. Buna göre bu kelime, hükmi bir mecaz olarak "adeta eşyayı hareket ettirip sarsan" demek olur. Böylece de "zelzele" kelimesi, failine muzaf olmuş bir masdar olmuş olur. Veyahutta, bu kelime, zarflarda ki müsamahaya ve zarfların mefûl-i bin yerine geçmesine binâen, "mefûlün fin" durumunda da olabilir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın mesela hayır, gece gündüz (işiniz) hilekârlıkdı" (Sebe, 33) ayetinde de böyledir. Bu ayette bahsedien "zelzele" Cenâb-ı Hakk'ın (zilzal, 1) ayetinde bahsedilen zelzeledir. Alimler, bu zelzele'nin ne zaman olacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak, Alkame ve Şa'bi'den, bu zelzelenin dünyada olacağı rivayet edilmiştir ki, bu zelzele olurken güneşde batıdan doğar. Yine, bu zelzelenin kıyametin kopmasıyla birlikte gerçekleşecek olan zelzele olduğu da ileri sürülmüştür. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sûrla ilgili hadiste şunlar rivayet edilmiştir: "Sûr, kendisine üç defa üflenen büyük bir boynuzdur. Bunlar, korku ve dehşet uyandıran üfleyiş, baygınlık veren (öldüren) üfleyiş ve Rabbû'l-âleminin huzurunda durmak için olan üfleyiş. Dehşete düşüren üfleyişte, Allah dağlan yürütür, sarsacak olanı sarsar, ardından gelecek olan da ardından gelt. O gün kalbler titrer. Yeryüzü, ya dalgaların kendisine çarptığı bir gemi yahutta, kendisini rüzgarın salladığı asılı bir lamba gibi olur" Mukâtil ve İbn Zeyd: "Bu, ahiret günlerinin ilk gününde meydana gelir" demişlerdir. Bil ki ayetin lafzında, hadiste bahsedilen bu kısımlardan herhangi birine dair bir delâlet yoktur. Çünkü zelzele her ne kadar bundan önce olsa bile, (kıyamete) böyle bir nisbette bulunma geçerli olur. Ve bu zelzele o kıyametin emarelerinden ve ipuçlarından olmuş olur. Yine bütün bunları zelzelenin o kıyametle birlikte olması durumunda da ona nisbet edilebilir... Bu, meselâ bizim "kıyametin alametleri" ve emareleri" dememiz gibidir. Rivayet olunduğuna göre bu iki ayet, Müslümanlar hareket halinde iken nazil oldu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) nida etti, derken insanlar etrafında toplanmaya başladı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de onlara bu iki ayeti okudu... Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, insanların bu geceden daha fazla ağladığını görmemişti... Sabah olunca da, onlar binitlerine eyer vuramadılar, çadır kuramadılar, yemek pişiremediler... İnsanların kimisi ağlıyor, kimisi de oturmuş hazin hazin düşünüyordu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bilirmisiniz, bu hangi gündür?" deyince onlar: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. Hazret-i Peygamber de: "Bu gün, Allahü teâlâ'nın Hazret-i Adem (aleyhisselâm)'a "Kalk ve soyundan cehenneme gidecekleri gönder" dediği gündür. Bunun üzerine Adem: "Ne kadar?" manasında olarak: "Ateşe gönderilecekler kimlerdir?" deyince, Allahü teâlâ: "Her binden, dokuzyüzdoksandokuzu cehenneme biri de cennete" buyurur. İşte o esnada, küçükler yaşlanır, hamileler hamilerini düşürür ve sen insanları adete sorhoş imişler gibi görürsün. Bu, müminlere ağır geldi de ağlamaya başladılar ve: "Ey Allah'ın Resulü kim kurtulacak?" dediklerinde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Güler yüzlü olun, doğruluk peşinde koşun ve dosdoğru olun. Çünkü sizin beraberinizde, iki mahluk grubu daha vardır ki, bunlar her nerede bulunsalar, mutlaka onların sayılarını son derecede çoğaltırlar ki onlar da Ye'cûc ile Me'cûc'dur" diye cevap verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sözüne devamla: "Ben sizlerin, cennettekilerin dörtte biri olmanızı umarım" deyince, orada bulunanlar tekbir getirdiler. Daha sonra Hazret-i Peygamber: Ben sizin, cennetliklerin yarısı olmanızı umarım" deyince de, orada bulunanlar tekbir alıp Allah'a hamdettiler. Sonra da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Ben sizlerin, cennettekilerin üçte ikisi olmanızı umarım. Çünkü cennetlikler, yüzyirmi bölüktür. Onların sekseni benim ümmetimdir. Müslümanlar, kâfirler içinde adeta devenin yanındaki ve böğründeki bir alâmet veyahutta siyah öküzdeki beyaz bir kıl gibidir" dedi ve sözüne devamla: "Ümmetimden yetmişbini, sorgusuz sualsiz cennete girer" deyince Hazret-i Ömer (aleyhisselâm) "Yetmiş bini" dedi. Hazret-i Peygamber; "Evet, herbirinin yanında da yetmişbin kişi vardır" buyurdu. Bunun üzere, Ukkaşe İbn Mihsan ayağa kalkar, ve: Ey, Allah'ın Resulü, benim de onlardan olmam için dua et" deyince, O: 'Sen onlardansın" buyurur. Bunun üzerine ensardan bir adam kalkar ve aynı şeyi söyler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Bu konuda Ukkâşe, senden önce davrandı" Buhâri, Rikak, 50; Müslim, İman 368 (1/197) (Kısmen). buyurur. Sonra ashâb, bu yetmişbinin kimler olduğu hususunda konuşmaya dalar. Bu cümleden olarak bazıları bunların, İslâm fıtratı üzere doğmuş kimseler olduğunu söylerken, bazıları da bunların iman edip Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le cihad edenler oldukları bu görüşleri Hazret-i Peygamber'e haber verdiler, O da "Onlar (tedavi için) dağlanmayan, başkasını dağlamayan kendilerine okuyup üflenmesini istemeyen, herhangi bir şeyi uğursuz saymayan ve sadece Rablerine güvenip dayanan kimselerdir" Buhari, Tıp, 17; Müslim, İman, 371 (1/196). buyurdu. (Bu mertebeye ulaşmış olan, Allah'ın has kulları olup avam ise, hertürlü tedavi yoluna başvurur). Cenâb-ı Hak, insanlara takvayı emretmiş, sonra da bunun onlara vacib olmasını kıyametin daima hatırlanmasına bağlanmış ve bu takvayı en dehşetli sıfatla nitelemiştir ki, buna göre mana, "Takva, bu büyük zararın" insanların nefislerinden giderilmesini gerektirir. Nefislerden zararı defetmenin ise vacib olduğu malumdur. Binâenaleyh, takvanın da vacib olması gerekir" şeklinde olmuş olur. Madum (yok) Hakkında “Şey” Denir mi? Mu'tezile Cenâb-ı Hakk'ın "Çünkü kıyamet zelzelesi müthiş bir şeydir" buyruğuna dayanarak şöyle demişlerdir: 'Cenâb-ı Hak, kıyameti, mevcut olmadığı halde henüz yok iken, "şey" diye nitelemiştir." Yine onlar "Allah her şeye kadirdir" (Bakara. 20) ayetine dayanarak şöyle demişlerdir: Cenâb-ı Hakk'ın kadir olduğu şey, ya mevcut olur ya da ma'dûm olur. Birincisi muhaldir, aksi halde kadir olanın, mevcut olanı (yeniden) meydana getirmeye kadir olmuş olması gerekir. (Buysa batıldır). Bu batıl olunca, Allah'ın kadir olduğu şeyin, ma'dûm olduğu sabit olur. O halde de, ma'dûm, "şey"dir. Yine Mu'tezile, Cenâb-ı Hakk'ın, "Hiçbir şey hakkında, "Ben bunu herhalde yarın yaparım" (Kaf, 23) ayetine dayanarak şöyle demişlerdir: "Cenâb-ı Hak şu anda, "şey" lafzını, yarın olacak olan hakkında kullanmıştır. Yarın olacak olansa, şu anda yoktur. O halde ma'dûm, "şey"dir. Allah en iyisini bilendir. Mu'tezile'nin birinci görüşüne şu şekilde cevap verebiliriz: "Zelzele, hareket eden cisimler demektir. Hareket eden maddeler ise, kendisiyle arazların bulunup kaim olduğu cevherlerdir, zâtlardır. Halbuki, böyle bir vasfın ma'dumda mevcut olması, imkansızdır. O halde, zelzele'nin yok iken "şey" olması imkansızdır. Binâenaleyh ittifakla mutlaka tevil etmek gerekir. Buna göre mana, "O zelzele mevcut olduğunda "şey" olur" şeklindedir. Bu, aynı zamanda onların diğer görüşlerine de bir cevaptır. Cenâb-ı Hak, "zelzele"yi "büyük (müthiş)" olmakla nitelemiştir. Allah'ın büyük olduğunu söylediği şeyden ise büyük olan bir şey yoktur. Ayetteki fiili ile mansûb olup, 'O, gün emzikli kadın emzirdiğini unutup geçer" manasındadır. daki ha zamirinin daha önce bahsi geçmiş olduğu için, "zelzele" kelimesine râci olması muhtemel olduğu gibi, "saat" kelimesine raci olması da muhtemeldir. Doğruya en yakın olanı, bu zamirin "zelzele" kelimesine raci olmasıdır. Çünkü o büyük korkuyu gerektiren şey o zelzeleyi müşahede etmektir. Bil ki, Cenâb-ı Hak, bu günün dehşetlerine dair şu üç şeyi zikretmiştir. a) Ayetteki "Onu göreceğiniz gün, emzikli her kadın, emzirdiğini unutup geçer" cümlesinin ifade ettiği husustur Yani, "Onu o zelzele gafil hale getirir" demektir. "Zuhûl" dehşet ve korkudan dolayı bir şeyi görmemek demektir. Buna göre şayet, "Cenâb-ı Hak, niçin dememiş de demiştir?" denilirse, ben derim ki: (......) kelimesi, emzirirken memesini fiilen çocuğun ağzına verendir. ise, emzirme işini, bilfiil bu şekilde yapmayan, mutlak anlamda emziren demektir. İşte bu sebeple, kıyametin bu dehşeti, meme veren kimse memesini çocuğun ağzına verdiği bir anda, onu bastırdığında, başına gelen dehşet ve korkudan, dolayı ağzında meme olanın onu ağzından çıkarıp attığına delâlet etsin diye, denilmiştir. Ayetteki ifadesine gelince bu, emzirmekten" veyahutta, "emzirdiği şeyden" demek olup, bu ikincisine göre "şey" kelimesi "çoluk" olmuş olur. Böylece de bu açıklamaya göre mâ, men anlamına gelmiş olur. b) Cenâb-ı Hakk'ın "Yüklü her (gebe kadın) yükünü düşürür" ayetinin ifade ettiği husustur. Buna göre mana, "O, o günün dehşetinden dolayı, çocuğunu tam veya tam olmadan düşürür" şeklindedir. Ki bu da, bu zelzelenin, dirilişten önce olacağına delâlet eder. Hasan el-Basri de şöyle demiştir. Emziren kadın, çocuğundan, onu sütten kesmediği halde gafil olur, hamileler de, karınlarındakini,yaratılışları tamamlanmadan atar, düşürür." Kaffal de şöyle der: şöyle denilebilir: Hamile veya emzikli olduğu halde ölen kadın, hamile veya emzikli olduğu halde diriltildiğinde o korkudan dolayı çocuğu düşürür. "Emziklinin gaflet ermesi, hamilenin hamlini düşürmesi" ifadelerinden bir teşbihin kastedilmiş olması da muhtemeldir. Bu tıpkı alimlerin, Cenâb-ı Hakk'ın Çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan bir günde" (Muzzemmil, 17) ayetini tevil etmeleri gibidir." c) Ayetteki "İnsanları sarhoş görürsün" cümlesinin ifâde ettiği hususla ilgili birkaç mesele vardır: Bu kelime tâ'nın dammesiyle (meçhul olarak), (......) (tura) şeklinde de okunmuştur. Nitekim sen ya, (......) yahut da "seni ayakta gördüm" dersin. Kelimesi ise, ya nasb ile ya da ref ile okunur. Nasb okunması hali açıktır. Merfû okunmasına pelince, bu kelimenin meçhul olan fiilin nâib-i faili olmasından dolayıdır. Fiilin müennes getirilmesi ise, (......) kelimesinin "cemâat" lafzıyla tevil edip açıklanmasından dolayıdır. Bu kelime hem sekrâ hem de sükârâ şeklinde okunmuştur. Bu, tıpkı (......) kelimesinin müennesinin "aç- kadın" ve (......) kelimesinin müennesinin "susamış kadın" şeklinde olması gibidir. Yine (tembel kimseler) ve (acele eden kimseler) kelimeleri gibi sükârâ ve sekârâ şeklinde de okunur. Ameş'in, sekrâ ve sûkri şeklinde okuduğu da rivayet edilmiştir ki, onun damme ile sukrâ okuması garibtir. Ayet-i kerimenin manası, "Onlar gerçekte sarhoş olmadıkları halde, onları sarhoş gibi görürsün. Ancak ne var kî, Allah'ın azabından onları bürüyen şeyin dehşeti, onların akıllarını gidermiş ve temyiz kabiliyetlerini uçurmuştur" şeklindedir. İbn Abbas ve Hasan el-Basri "Sen onları, içtiklerinden dolayı değil, o günün korkusundan dolayı sarhoş görürsün" manasındadır, demişlerdir. Şayet sen, "Niçin ilk önce terevne "görürsünüz" sonra da müfred olarak terâ "görürsün" denilmiştir?" dersen, biz deriz ki: çünkü bu fiil ilkönce, "zelzete"ye taalluk etmiş, böylece de insanların tümü onu görür gibi kabul edilmiştir, halbuki bu, en sonunda insanların sarhoş olmaları haline bağlanmıştır. Binâenaleyh, onlardan herbirinin diğerlerini görücü olmaları gerekir. Eğer "siz, o günün şiddetinin herkes için, yahut özellikle cehennemlikler için tahakkuk edeceğini mi söylüyorsunuz?" denilirse, biz deriz ki: Bazı kimseler, o en büyük korkunun ve diğer korkuların sadece cehennemliklere has olduğunu, cennetliklerin ise herşeyden emin olarak haşr olunacaklarını söylerken, "Hayır, bunlar herkes için söz konusudur. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın fiillerine karşı kimsenin itiraz hakkı yoktur ve Allahü teâlâ üzerinde hiç kimsenin bir hakkı yoktur" da denilmiştir. |
﴾ 2 ﴿