4"İnsanlardan kimi, Allah hakkında, bir bilgisi olmaksızın münakaşa eder durur ve her azgın şeytanın ardına düşer. Onun aleyhinde şu hüküm yazılmıştır: "Kim onu dost edinirse, şüphesiz bu, onu saptırır, onu o alevli ateşin azabına götürür". Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Bu ayetlerin, geçen ayetlerle münasebet ve ilgisi hususunda şu iki izah yapılabilir: a) Allahü teâlâ, geçen ayetlerde kıyametin dehşetinden ve şiddetinden bahsetmiş, insanları Kendisinden ittikâ etmeye davet etmiştir. Daha sonra xı ayetlerde de, önceki ayette bahsettiği o insanların bir kısmını söz konusu edip, onların mücâdele ve münakaşalarından bahsetmiştir. b) Allahü teâlâ, Kıyamet zelzelesinin ve şiddetinin bildirilmesine rağmen, yine de bazı insanların Allah hakkında bilgisizce mücâdele ettiklerini ileri-geri konuştuklarını bildirmiştir. Ayetteki "insanlardan kimi" ifadesi ile ilgili olarak şu iki izah yapılmıştır: 1) Bunlar öldükten sonra dirilmeye inanmayan kimselerdir. Bunun böyle olduğuna, "İnsan, kendisini bir nutfeden yarattığımız görmedi mi ki şimdi, açıktan açığa müfrit bir hasımdır" (Yasin, 77) ayeti de delâlet eder. Hem bundan önce bahsedilen husus, öldükten sonra diriliş, hem bundan sonra bahsedilen şey, öldükten sonra dirilişe delâlet eden husustur. Binâenaleyh ayette söz konusu edilen bu mücâdele ile, Mdükten sonra diriliş hususundaki bir mücadelenin kastedilmiş olması gerekir. 2) Bu, Nadr b. el-Haris hakkında nazil olmuştur. Çünkü o, Kur'ân'ı yalanlıyor ve Kur'ân'ın, geçmiş ümmetlerin düzdükleri masallar olduğunu iddia ediyor ve: "Muhammed'in size getirdiği şey, tıpkı benim size anlattığım geçmiş milletlerin efsaneleri gibidir" diyordu. Bu İbn Abbas (radıyallahü anh)'nın görüşüdür. Bu ayet, mefhum-u muhalifi ile (dolaylı olarak), hak olan mücâdelenin yapılabileceğine caiz olduğuna delâlet eder. Çünkü bıktırıcı olmamasının yanısıra, mücadelenin delillere tahsis edilmesi, bilgiye dayalı bir mücadelenin olabileceğini gösterir. O halde bâtıl mücadele, Hak teâlâ'nın, "Bunu sana, (bâtıl bir mücâdeleden başka maksadla) ileri sürmediler" (Zuhruf, 58) ayeti ile, hak mücâdele de, "'Onlarla mücâdeleni, en güzel bir yol ile yap" (Nahl, 125) ayeti ile kastedilmiştir. Hak teâlâ'nın "Her azgın şeytanın ardına düşer" ifadesi hakkında şu iki görüş vardır: 1) Cenâb-ı Allah, bununla kendileri ile birlikte insanları küfre davet eden, kâfirlerin ileri gelenleri demek olan, insan şeytanlarını kastetmiş olabilir. 2) Bununla, İblis ve ordusu kastedilmiştir. Zeccac şöyle der: "Merîd ve mârid, dümdüz, pürüzsüz yüksek şey demektir. Nitekim Arapça'da dümdüz pürüzsüz kaya manasında, "sahratun merda" denilir. Bu kelimenin, denginin sınırını geçtiğinde şeytanlardan başka şeyler hakkında kullanılması da mümkündür. Kütibe Aleyhi Tabirinin İzahı Ayetteki "Onun aleyhine (şu hüküm) yazılmıştır" ifadesi ile ilgili, şu iki izah yapılmıştır: a) (üzerine yazıldı) ifadesi, bir darb-ı mesel (mecazi bir ifadedir). Bu, "Bu şey, onun hal ve hareketlerinde ortaya çıktığı için, sanki falancanın saptırması onun üzerine yazılmış, ona o damga vurulmuştur" demektir. b) Bu hüküm, onun aleyhine olarak ümmü'l-kitab'da (Levh-i mahfuz'da) yazılmıştır. Bil ki bu "hû" (o) zamiri "mücâdele eden" kimseden ve "şeytan"dan sonra zikredilmiştir. Binâenaleyh bu zamirin, bunlardan her birine, bedel olarak râci olması muhtemeldir. Dolayısıyla eğer bu zamir, "mücâdele eden'e râci ise, o zaman men edatının müfred olan lafzına râci olmuş olur. Buna göre sanki Cenâb-ı Hak, "şeytanlara tâbi olan kimseler üzerine, "Kim şeytanı dost edinirse, onu cennetten saptırır ve cehenneme götürür" diye hükmetti" demiştir. Bu da, Allah tarafından bir zecr caydırmadır. Buna göre sanki Hak teâlâ, "Hali böyle olan kimseye bu tehdide müstehak olacağı hükmü yazılmıştır" demiştir. Yok eğer bu zamir "şeytan"a râci olursa, o zaman mana "O kimse, hakkında, "Kim onu kabul ederse, o dalâlettedir" diye yazılı olan her koğulmuş şeytana tâbi olmuş olur. Bu izaha göre de, yine bu şeytana uyma hususunda bir zecr olmuş olur. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır: Kâdi Abdulcebbâr şöyle der: kütibe aleyhi tabiri ile, "Onun hakkında hüküm olarak verildi" manası kastedilmiştir denildiğinde, bu zamirin ancak "şeytana tâbi olan"a râci olması mümkün olur. Çünkü Allahü teâlâ'nın şeytana, "O, saptırır" diye hükmetmiş olması caiz değildir. Bunun, "şeytanın sözlerine itibar edenler hakında, "şeytan onu cennetten saptırdı ve cenenneme sevketti" hükmü verildi" manasında olması mümkündür" Allah onlara rahmet etsin alimlerimiz şöyle demişlerdir: "Bu hüküm onun hakkında verildiğine göre, tahakkuk etmeyecek olsa, Allah'ın doğru haberi yalana dönüşmüş olur. Böyle olması İse imkansızdır. İmkansıza götüren şey de imkansızdır. Dolayısıyla, bu hükmün tahakkuk etmesi imkansız olur. Ayet, Allah Hakkında mücadele edenin, eğer Allah'a inanmıyorsa, bu mücâdelenin kötü ve kınanmış olduğuna ve azab sebebi olacağına delâlet etmektedir. Dolayısıyla bu, Allah'a inanmanın (aklen) zaruri ve mecburi olmadığına delâlet eder. Kadi şöyle der: "Bu ifadede, Allahü teâlâ hakkında mücadele etmenin, Allah'ın yaratması ve iradesi ile meydana gelmediğine bir delâlet vardır. Aski halde, bu mücâdele, şeytana tâbi olanların işi olarak gösterilemezdi ve: "Onu şeytan saptırır" denilmez, aksine: "Onu Allah saptırdı" denilmesi gerekirdi." Kadi'nin bu görüşüne, Senin bu iddiana "ilim ve dâi meselesiyle karşı çıkılır" diye cevap verilir. Ayetteki (......) ifadesi, hem innehu hem ennehu şeklinde okunmuştur. Bunu fethalı okuyan, birinci (......) edatı "Kütibe" fiilinin nâib-i faili, ikincisi de ona ma'tûf olduğu için, bunu böyle okumuştur. Bunu kesreyle okuyan ise, "yazılma" işini "hikaye etme" aynen yazıldığı gibi aktarma üslûbu ile, böyle" okumuştur. Bu tıpkı, "Ben Yani: Ben, Allah, gani ve hamiddir" diye yazdım" demen gibidir. yahut da, bu ifadenin başında mukadder bir (......) (Denildi ki) fiilinin bulunduğunu, "Kütibe" fiilinin fiili manasında olduğunu söyleyebiliriz. |
﴾ 4 ﴿