7"Ey insanlar, eğer siz öldükten sonra diriliş hakkında herhangi bir şüphe içinde iseniz, şu muhakkaktır ki Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir alakadan sonra da yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık ve size apaçık gösterelim diye, sizi dilediğimiz belirli bir vakte kadar, ana rahimlerinde durdururuz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarırız. Sonra da kuvvetinize ermeniz için (büyütüyoruz). Kiminiz öldürülüyor, kiminiz de, bilmesinden sonra hiçbirsey bilmemek üzere, ömrün en fena devresine gerisin geri itiliyor. Sen, yeryüzünü kupkuru ve ölü götürsün. Fakat onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman, harekete gelir, kabam ve her güzel çiftten nice nebat bitirir. Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah hakkın tâ kendisidir. Gerçekten ölüleri diriltir. Şüphesiz O, herşeye hakkıyla kadirdir. Hiç şüphesiz o kıyamet, elbet gelecektir, bunda bir şüphe yok. Muhakkak Allah, kabirlerde olanları diriltip kaldıracaktır". Kıraat: Hasan el-Basri, harekeli olarak (......) şeklinde okumuştur, Bunun bir benzeri, halb ve tard kelimelerinin haleb, tarad şeklinde de okunmasıdır, Tâ'nın ve râ'nın kesresi ile (......) şeklinde okunmuştur. İbn Ebi Able bunların ikisini de mansub olarak okumuştur. fiillerinin en meşhur kıraati, bu şekilde nûn ile okunuşudur. İbn Ebi Able ise, üçünü de yâ ile (müfred gâib) olarak okumuştur. Bunların nûn ile okunmasına göre şu vecihler söz konusudur. a) Bu, meşhur kıraattir. b) Seyrin, Davûd'dan, Davûd da Ya'kûb'dan rivayetle bunların nûn'un fethası, kâf ve râ'nın zammesi ile, (......) şeklinde okunduğunu söylemiştir ki bu, "suyu döktü" manasındaki ifadesinden alınmıştır. Yine Seyrafi'den bir başka rivayette de, durum aynıdır, ancak bunda râ mansub olarak zikredilmiştir. c) Râ'nın ve cimin nasbi ile ve şeklinde de okunmuştur Bu fiillerin yâ ile okunmasına göre de şu vecihler söz konusudur: a) Kâfin, râ'nın ve cim'in fethası ile bunlar yekarru, yuhricukum. b) Kâfin, râ'nın ve cim'in zammesiyle yekurru, yuhricukum. c) Yâ'nın fethası, kâfin kesresi ve râ'nın zammesiyle yakımı şekillerinde okunmuştur. Bu sonuncusu, Ebu Hâtim'in kıraatidir. Yâ'nın fethası ile, "Allah öldürdü" manasında, şeklinde kıraat vardır. Bu, İbn Amre ve A'meş'in kıraatidir. Mim'in sükûnu ile erzeli'l-umri şeklindeki kıraat meşhurdur. Abdullah b. Me'ûd (radıyallahü anh)'ın kıraatine göre, ayet "Kiminiz öldürülüyor, kiminiz ihtiyar oluyor" şeklinde okunmuştur. Bu kıraat meşhur değildir. Ebu Ca'fer'in ve (yükseldi) şekillerinde kıraati vardır. El-Amri, Ebu Ca'fer'in bu hemzeyi, yumuşatarak (telyin ile) okuduğunu rivayet etmiştir. Yine, buradaki şeklinde de okunmuştur. Ölümden Sonra Dirilişin İsbatı Mana: Bil ki Allahü teâlâ haşr ve neşr hususunda, câhilce o insanların mücadele edip, karşı çıktıklarını haber verip, onları bu hususta zemmedince, hasrın (kıyametin) gerçek olduğuna, şu iki bakımdan delil getirmiştir: 1) Önce canlıların yaratılış ile istidlal etmiştir. Bu, "De ki: Onu, ilk defa yaratan diriltecektir" (Yasin, 79) ve "Onlar derler ki: "Bizi kim yeniden diriltecek?" De ki: "Sizi üç defa yaratan (Allah)" (İsra, 51) ayetlerinde, mücmel (özet) olarak zikrettiği delile uygundur. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Eğer size va'dettiğimiz "ba's" hususunda bir şüpheniz varsa, ilk defa sizi yaratmaya kadir olanın, tekrar yaratmaya (diriltmeye) kadir olacağını anlamak için, ilk yaratılışınınızı düşününüz" demiştir. Sonra Hak teâlâ, ilk yaratılışın şu yedi mertebesini saymıştır: Birinci mertebe: Bu ayetteki "Şu muhakkak ki Biz sizi topraktan yarattık" ifadesi ile anlatılmaktadır. Bu ifade ile ilgili şu iki izah yapılmıştır: a) Bu, "Biz sizin aslınız-atanız Âdem'i topraktan yarattık" demektir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Allah o (Âdem'i) toprak yarattı"(Âl-i İmran, 59) ve "Sizi o (Âdem) 'den yarattık" (Taha. 55) buyurmuştur. b) İnsanın yaratılışı, meni ve hayz kanındandır. Bu ikisi de insanın (ana-babanın) aldığı gıdalardan oluşur. Gıdalar da ya hayvansal ya bitkiseldir. Hayvansal gıdalar da, sonunda (hayvanın yediği) bitkilere dayanır. Bitkiler ise, sudan ve topraktan olur. Binâenaleyh "Biz sizi topraktan yarattık" ifadesi doğru bir sözdür. İkinci mertebe: Bu, ayetteki "Sonra nutfeden" ifadesi ile anlatılan fcuaustur. "Nutfe", "az su" manasınadır, yani bu, "herhangi bir sudan" demek olup, bununla "erkeğin suyu" (menisi) kastedilmiştir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, Aralarında hiç bir ilgi yok iken, o kuru toprağı latif bir suya çeviren Benim" demektedir. Üçüncü mertebe: Bu, ayetteki "Sonrada bir alakadan" ifadesi ile anlatılan husustur. "Alaka", donmuş kan parçası demektir. Su ile, donmuş kan parçası arasında çok büyük bir farkın olduğunda şüphe yoktur. Dördüncü mertebe: Bu "Sonra da yaratılışı belli belirsiz bir lokma etten yarattık ve size apaçık gösterelim diye, sizi dilediğimiz belirli bir vakte kadar, ana-rahimlerinde durdururuz" ifadesinin anlattığı husustur. "Mudğa" bir çiğnemlik küçük et, parçasıdır. "Muhallaka", noksanlık ve kusurdan uzak, dümdüz, pürüzsüz şey demektir. Nitekim birisi misvakini veya çubuğunu düzelttiğinde, denilir ki bu, Arapların dümdüz kaya için kullandıkları ifadelerinden alınmıştır. Muhallaka Tabirinin Tefsirleri Müfessirlerin bu hususta çeşitli görüşleri vardır: a) Bununla, yaratılma halleri tamamlanan ve tamamlanmayan kimseler kastedilmiştir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki "mudga"yı iki kısma ayırmıştır: 1) Şekli, duyuları, hatları tamamlanmış olanlar. 2) Bu bakımlardan noksan olanlar... Böylece Allahü teâlâ onu "mudğa" haline getirdikten sonra, ondan noksansız tam bir insan meydana getirdiğini ve bu vasıftan taşımayan kimseleri yarattığını beyan buyurmuştur. Bu Katâde ve Dahhâk'ın görüşüdür. Böylece Cenâb-ı Hak sanki, farklı farklı "mudga"lar yaratmıştır: onlardan bazılarının hilkati tam, kusurlardan uzak bazıları da bunun aksine... İşte bu farklılığa, insanların yaratılışlarındaki ve suretlerindeki, uzun ve kısa, tam ve noksan oluşlarındaki farklılıkları bağlı olur. b) "Muhallaka", şekillenmiş, "gayr-ı muhallaka" ise, şekillenmemiş demek olup, bu da şekil almamış, hattan belirlenmemiş ve bir et parçası olarak katan demektir. Bu görüşte olanlar, Alkame'nin, Abdullah (b. Mes'ûd) (radıyallahü anh)'den rivayet ettiği şu sözü delil getirmişlerdir: "Nutfe, ana rahmine düştüğünde, Allah bir melek gönderir. O melek, "Ey Rabbim, bu muhallaka mı, gayr-ı muhallaka mı diye sorar. Eğer Cenâb-ı Hak, "Gayr-ı muhallaka" derse, rahim o nutfeyi kan olarak dışarı atar. Yok eğer, "muhallaka" derse, o zaman melek, "Ey Rabbim, bunun sıfatı nedir, erkek midir, dişi midir? Rızkı nedir? Eceli ne kadardır? Şaki midir, said midir?" diye sorar. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "Ümmü'l-Kitab'a (Levh-i Mahfuz'a) git ve oradan bu nutfenin sıfatlarını (kaderini) yaz çıkar" der. Bunun üzerine melek gider ve oradan o sıfatların hepsini sonunu kadar yazar" Mûsned. (3O97; Müslim, Kader. 4 (4İ2O36). d) Kaffal şöyle der: "Tahtîk" "halk" (yaratma) masdarındandır. Binâenaleyh üzerinden peşpeşe tavırlar (merhaleler) ve birbirini izleyen yaratmalar geçmiş olan şeye, üzerinden peşpeşe yaratma işi geçtiği için "muhallak" denilir. İşte bu noktada âlimler şöyle demişlerdir: "Tam olan, "muhailak"tır, tam olmayan ise, "gayr-ı muhallaktır. Çünkü tam olmayanda, bütün yaratmalar, birbirini tam olarak izlememiştir. Birinci görüş doğruya daha yakındır. Çünkü Allahü teâlâ ayetin evvelinde, "Biz sizi yarattık" buyurmuş ve bununla insanlara hitab etmiştir. Binâenaleyh hem "muhallaka", hem de "gayr-ı muhallaka" ifadelerinin, ileride insan haline gelecek şey manasına hamledilmesi gerekir. Bu ise, düşük olarak doğanda bu mana yoktur. Çünkü o, bazan hilkati tamamlanmadan düşük olarak doğar. Buna göre eğer, "Keşke siz, ayetteki, "Sizi ana rahimlerinde durdururuz" ifadesinden ötürü, bunu düşükler manasına da hamletseydiniz. Çünkü bu ifade, rahimlerde durduramayanların olduğunu da dolayısıyla göstermektedir. Onlar da düşük olanlardır" denilirse, biz deriz ki: "Bu, bizim söylediğimiz "mudga"nın, muhallak ve gayr-ı muhallak olmasına mani değildir. Çünkü bazısının hilkati (yaratılış) tamamlanıp, bazısının ki noksan olduktan sonra, bunun tam olması gerekmez. Aksine bu ifadede, Allah'ın rahimlerde durdurduğu ve durdurmadıkları da yaratmaktadır. Eğer onda, insan şekli meydana gelmiş ise, işte o bu açıdan içine düşüklerin de dahit olduğu bir ifade olmuş olur. Ayetteki "Size apaçık gösterelim diye" ifadesi ile ilgili olarak şu iki izah yapılmıştır: a) Bu "Size, "mudga"nın, muhallaka şekline dönüşmesinin, hür ve irade sahibi bir failin tercihi ile olduğunu, o failin olmaması halinde onların bir kısmının muhallak, bir kısmının da gayr-ı muhallak hale gelemeyeceklerini beyân edelim diye" demektir. b) Bu ifadenin manası şöyledir: "Eğer, ba's (yeniden diriliş) hususunda bir şüphede iseniz, sizden öldükten sonra dirilme hususundaki şüphenizi giderecek şeyi size açıklayalım diye, sizi şundan şundan yarattığımız size haber verip anlatıyoruz. Çünkü bunları böyle yaratmaya kadir olan, yeniden yaratmaktan nasıl âciz olur." Ayetteki "Sizi dilediğimiz belirli bir vakte kadar, ana rahimlerinde durdururuz" ifadesine gelince, bununla Cenâb-ı Hak doğum noktasına ulaştırdığı kimseleri kastetmiştir. "Ecel-i Müsemmâ", doğum için biçilen zaman demek olup, bu da ya altı ayın, veya dokuz ayın veya dört yılın sonu yahut da Allah'ın dileyip takdir ettiği başka bir zamandır. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak eğer bunu yazmış ise, bu ecel-i müsemmâ olur. Besince mertebe: Bu ayetteki "Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarırız" ifadesi ile anlatılan husustur. Cenâb-ı Hak, "tıfl" (bir çocuk) kelimesini nüfred olarak getirmiştir. Çünkü bundan maksadı, çocuk cinsine işaret etmektir. Bu, Sizden herbirinizi bir çocuk olarak çıkarırız" manasına da olabilir. Bu tıpkı (Tahrim. 4) ayetindeki durum gibidir. (Yani herbirini ayrı ayrı mütalaa ederek müfred (tekil) getirme söz konusudur). Altıncı mertebe: Bu, ayetteki "Sonra kuvvetinize ermeniz için büyütüyoruz)" ifadesi ile anlatılan husustur. "Eşüdd" kuvvetin, aklın ve temyiz gücünün tam olması demek olup, bu müfredi olmayan çoğul kelimelerdendir. Eşüdd ideta birden fazla husustaki şiddeti ifade ettiği için cemi (çoğul) olarak getirilmiştir. Binâenaleyh kastedilen mana, -Allah en iyisini bilir ya- "Cenâb-ı Hak sonra, eşüddünüze erişeşiniz diye, terbiyeniz de ve gıdalarınızdaki işleri (yollan) kolaylaştırdı" demektir. Allahü teâlâ bu ifade ile, çocuğun ana-rahminden çıkması ile kuvvetine ermesi arasındaki durumlara dikkat çekmiştir. Bu iki hal arasında, merhaleler vardır. Bazı kimseler, insanın çocukluk hali ile, kuvvetine ulaşması halinin başlangıcı arasında bir merhale olmadığını söylemişlerdir. Yedinci mertebe: "Kiminiz öldürülüyor, kiminiz de bilgiden sonra hiçbir şey bilmemek üzere, Ömrün en fena devresine gensin geri itiliyor" ifadesi ile anlatılan husustur. Bunun manası şöyledir: "Kiminiz, kuvvetine ve tam oluşuna rağmen öldürülüyor, kiminiz de erzel-i ömüre, yani ihtiyarlığa ve bunaklığa sevkediliyor, böylece de tıpkı çocukluğunun başlangıcında olduğu gibi, bünyesi zayıf, aklı tutarsız ve anlayışı az hale geliyor." Buna göre eğer, "Cenâb-ı Hak niçin, o çocuk gibi bazı şeyleri bildiği halde, "bilmesinden sonra hiçbirşey bilmemek üzere" buyurmuştur" denilirse, biz deriz ki: Bununla, "onun aklının zail olması ve hiçbirşey bilmez hale gelmesi" kastedilmiştir. Çünkü bu gibi ifadeler bazan, mübalağa için olumsuz manada zikredilir. Bazı kimseler, Hak teâlâ'nın, "Sonra o (insanı) aşağıların aşağısa çevirdik. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler müstesna" (Tin, 5-8) ayetlerinden ötürü, bu halin mü'minlerde bulunmayacağını söylemişlerdir ki bu görüş zayıftır. Çünkü, "Sonra onu aşağıların aşağısa çevirdik" ayeti, kınama manasında olup, bununla cezalandırma yerine geçecek şeyler kastedilmiştir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, "Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler müstesna. Çünkü onlar için, kesilmez (devamlı) bir mükafaat var" (tin, 6) buyurmuştur. Canlıların yaratılışlarından, ba's (öldükten sonra diriliş) için çıkarılan istidlalin hepsi bundan ibarettir. 2) Bitkilerin yaratılması ile, öldükten sonra diriliş hususunda yapılan istidlal,ayetteki "Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün. Fakat onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman harekete gelir, kabanr" ifadesi ile yapılmıştır. Yerin "hamide" oluşu, kuruması bitkilerden ve yeşilliklerden uzak oluşu demektir. "İhtizaz" ise, sevinçten ötürü harekete geçmek demektir. İş, güzel ve faydalı şeylerden olmadığı zaman, neredeyse ifadesi kullanılmaz. Binâenaleyh ayetteki tifadesi, "O yer, bitki ile harekete geçti ve kabardı" demektir. Ayetteki "Her güzel çiftten nice nebat bitirir" ifâdesi, mecazî bir ifadedir. Çünkü bunlar yerden biter. Bunları bitiren ise Allah Tealâ'dır. Fakat bu bitirme işi, mecazî olarak yere (toprağa) nisbet edilmiştir. Buna göre bunun manası, "Ekin ve ağaç gibi her çeşrt bitkiden bitirir" demektir, "el-behcetu" bir şeyin parlaklığı ve güzel olması demektir. O halde, ayetteki fay (benle) kelimesi, isnvi mefûl (güzel olmuş, güzellenmiş) anlamındadır. Müberred de, "Bu, "güzel ve aydınlanmış şey" demektir" demiştir. Cenâb-ı Hak, bu iki delili izah edince matlubu ve neticeyi, bu ikisine dayandırarak, şu beş şeyi zikretmiştir. a) "Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir" ayetinin ifade ettiği husustur. Hakk, mevcut ve sabit olandır. Böylece Cenâb-ı Hak sanki, "Bu izahlar, bir yaratıcının varlığına delâlet ediyor" diye bir açıklamada bulunmuştur ki, bunun neticesi de şöyle demeye varıp dayanır. Bu, birbirine zıt arazların meydana gelmesi ve aynı sırada kendi cisimlerine girmeleri, bir Yaratıcı'nın varlığına delâlet eder. b) Cenâb-ı Hakk'ın "Gerçekten ölüleri O diriltir" ayetinin ifade ettiği husus. Binâenaleyh bu ifâde şuna dikkat çekmiştir. "İlah olan zâttan, bu şeylerin yoktan var etmesi imkansız görülmediğine göre, O'nun ölüleri yeniden diriltmesi nasıl imkansız görülebilir? c) Cenâb-ı Hakk'ın "Şüphesiz O, herşeye hakkıyla kadirdir" ayetinin ifade ettiği husustur. Bu, "Bu şeyleri yoktan var eden, mutlaka zâtı gereği kudret ile tavsif edilmiş olması gerekir... Böyle olan kimse, bütün mümkinâta da kadir ve muktedir olur. Binâenaleyh, böyle olan kimsenin iade etmeye yeniden yaratma Kadir olması gerekir" demektir. d) Cenâb-ı Hakk'ın "Hiç şüphesiz o kıyamet elbet gelecektir, bunda bir şüphe yok. Muhakkak Allah, kabirlerde olanları diriltip kaldıracaktır" ayetinin ifade ettiği husustur. Bu, "Cenâb-ı Hak, yeniden yaratmanın, haddi zâtında mümkün olduğuna ve Kendisinin de bütün mümkinâta kadir olduğuna dair deliller getirince, onun, yeniden yaratmaya da aslında kadir olduğuna kesinkes hükmetmek gerekir... Bunun "mümkin" olduğu sabit olup, peygamber de bunun olacağını haber verdiğine göre, o işin mutlaka olacağına Kesinlikle hükmetmek gerekir" demektir. Bil ki, bu delilin bu nazarî görüşe delâlet ettiğini daha düzgün bir şekilde söylemek istersek şöyle denilebilir: Yeniden yaratmak, hadd-i zâtında mümkün olan bir iştir. Muhbir-i Sâdık (aleyhisselâm) de bunun mutlaka olacağını haber vemiştir. Binâenaleyh, bunun mutlaka olacağını kesinkes belirtmek gerekir. Bu işin mümkin olduğunun delilini şöyle izah edebiliriz: Bu maddeler, canlı ve akıllı oldukları sırada, kendileriyle kaim olan o sıfatları, paramparça olduktan sonrada taşıyabilirler. Cenâb-ı Hak (c.c), bütün malûmatı bilen ve bütün mümkin olan makdûrata kadir olan zâttır, işte bu, yeniden yaratmanın mümkün olduğuna kesinkes hükmetmeyi gerektirir. Çünkü biz dedik ki, o maddeler, dağılıp paramparça olduktan sonra da, o sıfatları taşıyabilirler. Çünkü bu maddeler o sıfatlar, bir vakitte kabul etmemiş olsalardı, o sıfatları hiçbir vakit kabul edemezlerdi. Çünkü, zâti işler son bulmaz, devam eder. Şayet, o maddeler sıfatları hiçbir vakit kabul etmemiş olsalardı, hiçbir vakit canlı ve akıllı olamazlardı. Ancak ne var ki, o maddeler canlı ve akıllı olmuşlardır. Binâenaleyh, o maddelerin devamlı olarak bu sıfatları kabul edici olmaları gerekir. Cenâb-ı Hakk'ın o mümkin olan şeyleri meydana getirmesinin mümkün olması meselesine gelince, bu şöyledir: Cenâb-ı Hak, bütün malûmatı bilendir. Dolayısıyla O, mükelleflerin herbir parçasını muayyen bir şekilde bilen bir zât olmuş olur. Keza Cenâb-ı Hak, bütün mümkinâta kadirdir. Binâenaleyh O, o sıfatları o zâtlarda (cevherlerde) yaratmaya kadir olan bir zât olmuş olur. Böylece, iadenin (yeniden yaratmanın) mümkün bir şey olduğu ve Allahü teâlâ'nın da, o mümkini meydana getirecek olan zât olduğu sabit olmuş olur. Bu sebeple de, yeniden yaratmanın haddi zatında mümkin bir şey olduğu kesinlik kazanmış olur. Binâenaleyh, muhbir-i sadık (peygamber) onun meydana geleceğini haber verirse, o işin meydana geleceğine kat'iyyen hükmetmek gerekir. İşte, bu asıl kaidenin izahı hususunda söylenecek söz bundan ibarettir. İmdi, Cenâb-ı Hakk'ın, önce canlıların sonra da bitkilerin yaratılışından bahsetmesinin ne faydası vardır?" denilirse, biz deriz ki: Bu, Allah'ın bütün mümkinâta kadir olduğuna ve bütün malûmatı bildiğine delâlet eder. Bu doğru ve gerçek olunca, yeniden yaratmanın da mümkün olduğu sabit olmuş olur. Çünkü, karşı taraf, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmeyi, işte bu iki aslı kabul etmemeye dayandırmaktadır. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak (c.c) kitabı Kur'ân'da her nerede öldükten sonra dirilmeye delil getirirse, orada, kendisinin kadir ve âlim olduğunu da zikreder. Bu meselâ, "De ki: Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı hakkıyla bilendir" ayetinde böyledir. Binâenaleyh O'nun, "Onları ilk defa yaratan diriltecek" beyanı kudretinin, "O, her yaratmayı hakkıyla bilendir" buyruğu da ilminin beyânıdır. Allah en iyisini bilendir. |
﴾ 7 ﴿