10"İnsanlar içinde öyle kişi vardı ki, ne bir bilgisi, ne istidlal edeceğ, bir senedi, ne de aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın, Allah yolundan saptırmak içini (kibir ve azametle) yanını, eğip bükerek Allah hakkında münakaşa eder durur. Dünyada rüsvaylık onundur. Biz ona kıyamet gününde de yangın (cehennem) azabını taddıracağız. Bunun sebebi iki elinin öne sürdüğü şeylerdir ve çünkü Allah, şüphesiz kulları hakkında zulûmkâr değildir". Ayetin kıraati hakkında: Bütün kıraat imamları, 'ayn'ın kesresiyle (......) şeklinde okurlarken, sadece Hasan el-Basri 'ayn'ın fethasıyla okumuştur. Yâ'nın dammesiyle (li yudılle) şeklinde okunmuştur. Fethasıyla (li yadılle) okunması, meşhur kıraattir. Kıraat imamları nün ile (nuzikuhû) şeklinde okurlarken, Zeyd İbn Ali (taddırdım) şeklinde okumuştur. Mâna: Ayetle ilgili birkaç mesele vardır; Alimler, Cenâb-ı Hakk'ın, "İnsanlardan kimi, Allah hakkında bir bilgisi olmaksızın, münakaşa eder durur ve (bu hususta) bu azgın şeytanın ardına düşer" (Hac. 3) ifadesiyle kimleri kastettiği hususunda şu şekillerde ihtilaf etmişlerdir: 1) Ebu Müslim: "Birinci ayet yani, "insanlardan kimi, Allah hakkında bir bilgisi olmaksızın, münakaşa eder durur ve (bu hususta) her azgın şeytanın ardına düşer" (Hac, 3) ifadesi, mukallit tâbiler, bu ayet ise, mukallit olan metbûlar (kendilerine uyulan kimseler) hakkındadır. Çünkü, mücadele eden iki gruptan her ne kadar biri tâbi diğeri metbû ise de, her ikisi de ilimsiz olarak mücadele etmektedir. Bunun böyle olduğunu, Cenâb-ı Hakk'ın, "ne istidlal edeceği bir senedi, ne de aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın" ifadesi ortaya koymaktadır. Çünkü bu gibi ifadeler, mukallit hakkında kullanılmaz. Bu ancak, bir şüpheye binâen mücadele eden kimseler hakkında söylenilir. Şayet, "sizin söylediğiniz şey, nasıl doğru olabilir; zira mukallit mücadeleci olmaz" aenilirse, biz deriz ki: Mukallit bazan, taklid ettiği şeyi doğrulamak, doğru göstermek için mücadele eder, bazan da her ne kadar asıl dayandığı şey taklit ise de, imkân olduğunda açık şüpheler irâd eder ortaya atar... 2) Birinci ayet, Nadr İbnut-Haris,bu ayet de Ebu Cehl hakkında nazil olmuştur. 3) Bu ayet de, Nadr hakkında nazif olmuştu. Bu, İbn Abbas (radıyallahü anh)'nın görüşüdür. i.etlerin tekrarlanmasının faydası ise, onu iyice zemmetmek içindir. Hem, birinci ayette, onun delilsiz olarak, takliden şeytana uyması, ikinci ayette de, onun din hakkındaki mücadelesi ve delilsiz olarak başkasını saptırması ele alınmıştır. Birinci görüş, geçmiş olarak açıklamadan dolayı, doğruya daha yakındır. Ayet, daha önce de izahı geçtiği gibi ilim, hidâyet ve aydınlatıcı kitaba dayanarak mücadele etmenin güzel ve gerçek olduğuna delâlet etmektedir. Ayetteki, "ilim" sözüyle zaruri ilim "hüden" sözüyle, İstidlal ve nazariyyât kastedilmiştir. Çünkü bunlar da bilgi edinmeye itetir. Kitab-ı münîr ile de, vahy kastedilmiştir. Buna göre mana, "O, daha önce zarurî, nazarî ve nakli bir ilim bulunmaksızın, mücadele eder" demek olup bu, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Allah'ı bırakıp da, kendisine hiçbir bir bilgileri bulunmadığı şeylere (putlara) taparlar" (Hac, 7) ve "Bundan evvel bana, bir kitab... getirin" (Ahkaf, 4) ayetleri gibidir. Cenâb-ı Hakk'ın "Allah yolundan saptırmak için, (kibir ve azametle) yanını eğip bükerek" ayetine gelince, bil ki "yanı eğip bükmek" ifadesi, kendini beğenmek anlamına gelen, "boyun bükmek ve yanağını, yüzünü çevirmek" gibi hareketlerin ifade ettiği kibir ve kendini beğenme demektir. Cenâb-ı Hakk'ın ifadesine gelince, bunu yâ'nın dammesiyle okumak ve bu mücadele eden kimsenin, kendisine başkası tâbi olsun ve böylece de o kimseyi hakdan saptırsın diye, bu mücadeleyi yaptığına ve böylece de kibrini ortaya koyduğuna delâlet eder. Böylece de bu okuyuşa göre bu kimse, hem sapıklık ve küfrü, hem de başkasını saptırmayı bir arada yapmış demektir. Bu kelimeyi yâ'nın fethasıyla li yadılle şeklinde okumaya göre mana, şöyle olur: Onun mücadelesi, sapması neticesine vardığı için, adeta onun gayesi olmuş olur. Sonra, Cenâb-ı Hak (c.c), o kimsenin hem dünyadaki, hem de ahiretteki halini açıklamıştır. Dünyadaki hali, Bedir gününde onun başına gelmiş olandır. Çünkü biz, Ibn Abbas (radıyallahü anh)'dan bu ayetin Nadr Ibn el-Haris hakkında nazil olduğunu ve onun da, Bedir günü öldürüldüğünü rivayet etmiştik. Bu ayeti, belli bir mana ile tahsis etmeyenler ise şöyle demişlerdir: Onun dünyada başına gelen rüsvayiık ile, müminlere emredilen, "onları kınamak, onlara lanet etmek ve onlarla cihâd etmek savaşmak gibi hususlar kastedilmiştir. Ahiretteki hallerine gelince bu Cenâb-ı Hakk'ın "Biz ona kıyamet gününde de yangın (cehennem) azabını taddıracağız" ayetinin ifade ettiği husustur. Daha sonra Cenâb-ı Hak, bu hemen başlarına gelen dünyadaki bu rüsvayiık ile, geriye bırakılan o cezanın, onun elinin yapıp gönderdiği şeyden dolayı olduğunu beyan etmiştir. Mu'tezile: "Bu ayet şu birkaç neticeye delâlet eder" demektedir. 1) Ayet, o kimsenin bu cezaya ancak, kendi ameli ve fiili sebebiyle düştüğünü gösterir. Binâenaleyh, o kimsenin fiilini Allah yaratmış olsaydı, Cenâb-ı Hak (c.c) o fiili yarattığında o kimsenin onu yapmaması, yaratmadığında da, o kimsenin onu yapması imkansız olurdu.. Böylece de bu cezalandırma, o kimsenin fiili sebebiyle olamazdı. Binâenaleyh, şayet Cenâb-ı Hak onu, bundan dolayı cezâlandırırsa, bu katıksız bir zulüm olur... Bu da, bu ayetin aksinedir. 2) Cenâb-ı Hakk'ın, o ifadenin gelişinden, "ve çünkü Allah, şüphesiz kulları hakkında zulümkâr değildir" ifadesini getirmesi, sayesinde mükellefin bu ikâba müstehak olduğu bir fiili işlemesinden dolayı, O'nun bu azabı yapmakla zalim olmadığına delildir ki, bu Cenâb-ı Hakk'ın o kimseye kendisinden sadır olmayan bir fiil sebebiyle onu cezalandırması halinde zalim olacağına delâlet eder. Bu da, babalarının küfründen dolayı çocuklarına azâb edilemeyeceğine delâlet eder. 3) Cenâb-ı Hak, zulmetmemekle övünmüştür. Binâenaleyh, Nazzam'ın dediğinin aksine, O'nun zulme kadir olması, Ehl-i sünnetin dediğinin aksine de, Allah'dan zulmün sudürunun doğru olmaması gerekir. 4) Bu ayetle, Allahü teâlâ'nın zulmetmeyeceğine istidlal edilemez. Çünkü, onlara (ehl-i sünnete) göre, peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nübüvvetinin doğruluğu, zulmün manasına dayanmaktadır. Binâenaleyh şayet biz zulmün yokluğunu naklî delille isbat edecek olsaydık, o zaman "devr" lâzım gelirdi. Mu'tezile'nin bütün bu görüşlerinin tamamına cevabımız (bizim) "İlim ve dâi" delilimizdir. |
﴾ 10 ﴿