13"İnsanlardan kimi de Allah'a, (dininin) yalnız bir taraf(ın)dan (tutup), ibadet eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa ona yapışır. Eğer bir fitne isabet ederse, yüzü üstü döner. Dünyada da, ahirette de hüsrana uğramıştır o. Bu ise apaçık ziyanın ta kendisidir. O, Allah'dan başka kendisine ne zarar, ne bide vermeyecek olan şeylere tapar. Bu ise, (hakdan) en uzak sapıklığın ta kendisidir. (Evet) o, zararı faidesinden daha yakın olana tapar. O, ne kötü yardımcı ve fena yoldaştır". Kıraat: Ayet şeklinde, nasb ve ref ile de okunmuştur. Nasb ile (hâsire) okunuşu, "hal" oluşundan, ref ile hâsira okunuşu da, mahzûf mübtedânın haberi oluşundan ötürüdür. Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anh), lâmsız olarak (Kim ona zarar verirse) şeklinde okumuştur. Bil ki Cenâb-ı Hak, bahsettiğimiz gibi, şirklerini ortaya koyanların ve şirk uğruna mücâdele edenlerin durumunu anlatınca, bunun peşinden münafıkları anlatarak, "İnsanlardan kimi de Allah'a (dininin) yalnız bir taraf (ın)dan (tutup), ibadet eder" buyurmuştur. Ayette geçen "harf' lafzının manası ile ilgili şu iki izah yapılmıştır: 1) Hasan el-Basrî şöyle demiştir: Kişinin din konusunda itimâd ettiği dayanağı, kalbi ve lisanıdır. Binâenaleyh bu ikisinden biri diğeri ile uyumlu olduğunda, insan dini bakımdan mükemmel olmuş olur. Dolayıssıyla o kimse, kalbinden nifak olduğu halde, bazı gayelerinden ötürü dili ile, mü'min olduğunu söylediğinde, onun hakkında zemmetmek için, "O Allah'a bir "harf" üzere (bir taraftan tutarak) tapıyor" denilebilir. 2) Bu, "O, dinin ortasında ve merkezinde değil de, bir kıyısındadır" demek olup, münafıkların dinen, itminanın verdiği bir sükunet üzere değil de, bir anarşi (kargaşa) içinde oluşlarını anlatan bir teşbihtir. Bu tıpkı, ordunun bir kanadında (kenarında-kıyısında) yer alan kimse gibidir. Eğer bu kimse, bir ganimet kokusu alırsa, yerinde durur ve ayrılmaz. Aksi halde, firar eder ve uçup gider. İşte ayetteki "Eğer kendisine bir hayır dokunursa ona yapışır. Eğer bir fitne isabet ederse, yüzü üstü döner" ifadesi ile anlatılan budur. Çünkü dinde sebat, eğer hakka isabet etmek (gerçeği bulmak), Allah'a itaat etmek ve O'nun cezasından korkmadan dolayı olursa, ancak böyle olur. Ama insanın maksadı, dünyevî menfaatler ise, bu kimse sevinçli anlarda (menfaati olduğu zamanlarda) dindar gibi görünür, sıkıntı zamanlarında ise dinden döner. Böylece de sadece mezmûm bir münafık olmuş olur ki bu tıpkı "Onlar (küfür ile iman) arasında bocalayan şaşkın koyunlar gibidirler"(Nisa, 143) ve "Eğer Allah'dan size bir fetih (ganimet) gelirse, "Biz de sizinle beraber değil miydik?" der" (Nisa. 141) ayetlerinde anlatıldığı gibidir. 1) Kelbi şöyle der: "Bu ayet, çöllerinden hicret edip, Medine'ye Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gelen, bazı bedeviler hakkında nazil olmuştur. Onlardan birisi sıhhat ve rahat üzere olup, atı güzel bir tay, hanımı bir oğlan doğurup, malı ve sürüsü çok olduğunda, halinden memnun olur ve bununla itminan bulur. Ama başına bir bela gelir, hanımı kız yahut atı kısrak doğurur, elinden malı-mülkü gider ve sadaka veremeyecek kadar düşkünleşirse, şeytan ona gelir ve "Bütün bu belâlar, bu dinin yüzünden başına geldi" der. Böylece o kimse de dinden döner." Bu, İbn Abbas (radıyallahü anh), Sa'id b. Cübeyr, Hasan el-Basrî, Mücâhid ve Katade'nin görüşüdür. 2) Dahhak'e göre, ayet Müellefe-i Kulûb hakkında nazil olmuştur ki, Uyeyne b. Bedr, Akra b. Habis, Abbas b. Mirdâs bunlardandır. Bunlar biribirlerine: Muhammed'in dinine girelim. Eğer hayır elde edersek, onun hak olduğunu anlarız. Yok eğer başımıza bela gelirse, onun bâtıl olduğunu anlarız" dediler. 3) Ebu Sa'id el-Hudri şöyle demiştir: "Bir yahûdi müslüman oldu. Derken gözleri kör oldu, malı ve evlâdı yok oldu. Bunun üzerine o "Ey Allah'ın Resulü beni muaf tut Çünkü bu dinden bir hayır görmedim. Zira gözlerimi kaybettim, malımı, mülkümü, çoluk-çocuğumu kaybettim" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "İslam'dan istifa edilmez, "Nasıl ki ateş, demir, altın ve gümüşün posasını çıkarırsa, İslâm da insanı öylesine arındırır" dedi. İşte bunun üzerine bu ayet nail oldu. Ayetteki "Eğer bir fitne isabet ederse, yüz üstü döner" ifadesi ile ilgili birkaç soru vardır: Birinci soru: Cenâb-ı Hak, bir imtihan olması itibariyle "hayır" da bir "fitne" olduğu halde niçin, "Eğer bir fitne isabet ederse, yüz üstü döner" buyurmuştur. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Sizi, bir fitne olarak şer ile de, hayır ile de imtihan ederiz" (Enbiya, 35) buyurmuştur. Cevab:'Arapça'da böylesi teşbihti ifadeler çokça vardır. Çünkü nimet, hem bir bela, hem bir imtihandır. Zira Allahü teâlâ: "Rabbisi insanı imtihan edip, ona ikramda bulunup, nimet verince" (Fatır, 15) buyurmuştur. Fakat belâ, insanın tabiatına ağır selen şeylere denir. Münafığa göre "hayır", sadece dünyevi hayır ve menfaatler; "şer" de, sadece dünyevi şer ve zararlardır. Çünkü onun dini-imanı yoktur. İşte bundan dolayı bu ayet, onların inançlarına göre nazil olmuş (onlara göre bir ifade kullanmıştır). Her ne kadar bütün hayırlar bir fitne (imtihan) ise de "fitne" lafzı daha çok insanın tabiatına (nefsine) ağır ve güç gelen şeyler hakkında kullanılır. İkinci soru: Ayet, münafıklar hakkında olduğuna göre ve münafık gerçekte müslüman olmadığı için, onun hakkında dinden irtidâd etmek ve dönmek söz konusu olmadığı halde, ayette "yüz üstü (gerisin geri) döner" buyuru masının hikmeti nedir? Üçüncü soru: Mükâtil şöyle der: "Hayır, şerrin zıddıdır. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, "Eğer kendisine bir hayır dokunursa ona yapışır" buyurunca peşisıra da, "Eğer bir fitne (şer) isabet ederse yüz üstü döner" demesi gerekmiştir. Cevab: Şiddet, kabih (çirkin-kötü) birşey olmadığına göre, Allahü teâlâ, "Ona bir şer isabet ederse" buyurmayıp, aksine onu, kabihlik ifade etmeyen bir kelimeyle anlatmıştır. Cenâb-ı Hakk'ın O dünyada da, âhirette de hüsrana uğramıştır" ifadesi, o kimse dünyada, şerefi, ikramı, ganimet elde etmeyi, şâhidlik, imamlık (liderlik) ve kadılık ehliyetini kaybetmesinden, malı-mülkü kalmamasından ve kanının-canının korunmuş olmamasından ötürü, hüsrana uğramıştır. Yine âhirette de, devamlı bir mükafaatı elden kaçırmış olup, aksine ebedî bir cezaya dûçâr olmuştur. İşte apaçık hüsran budur. Zarar ve Fayda Vermeyen Putlar Hak teâlâ'nın "O, Allah'dan başka kendisine ne zarar, ne fâide vermeyecek olan şeylere tapar" ifadesine gelince, bu hususta doğruya en yakın olan şöyle demektir: "Burada bahsedilen, putperest müşriklerdir. Binâenaleyh bu ifade, ayetin yahûdiler hakkında olmadığına delâlet eder gibidir. Çünkü yahûdiler Allah'dan başka putlara tapanlardan değillerdir. O halde doğruya en yakın olan, bunun Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e münafıkça yalvarıp-yakaran ve baş vuran kimseler hakkında olmasıdır. Allahü teâlâ böyle yapmanın "en uzak sapıklığın tâa kendisi" olduğunu bildirmiş ve böylece onların sapıklıklarının, küfürlerinin çok ileri derecede olduğunu anlatmak istemiştir. Bu ifade ile, onların sapıklıklarının doğrudan (hidayetten) çok uzak olduğu manasının kastedilmiş olması da muhtemeldir. Çünkü onların hepsi, her ne kadar bunun bir hata olduğunda müttefik iseler de, bir kısmı hakdan, diğerlerine nazaran daha uzaktır. Binâenaleyh ayetteki, "en uzak sapıklık" ifadesi, çölde yolunu iyice şaşıran ve bu şaşkınlığı uzun müddet devam eden kimselerin, sapma ve şaşmalarına benzetilerek kullanılan (mecazî) bir ifadedir. Zararı Faydasından Çok Olana Bağlanma Hak teâlâ'nın "(Evet) o zararı fâidesinden daha yakın olana tapar" ifadesinde iki mesele vardır: Âlimler, bunun tefsiri hususunda iki değişik izah yapmışlardır: 1) Bununla onların başvurdukları ve kendilerine sığındıkları liderleri kastedilmiştir. Çünkü bunlar (kısmen) zarar verebilirler. Bu görüşün delili şudur: Allahü teâlâ geçen ifadede, putların onlara ne fayde, ne zarar veremediklerini Deyân etmiştir. Binâenaleyh bu ifade, bahsedilenlerin zarar ve fayda veren varlıklar olmasını gerektirir. Bu sebeble, eğer bu ifadede bahsedilenler de putlar olmuş olsaydı, o zaman bir tenakuz söz konusu olmuş olurdu. 2) Bu ayette de anlatılanlar putlardır. Bu görüşü savunanlar, iki ifade arasında zahir var gibi görülen tenakuz iddiasına şu şekillerde cevap vermişlerdir: a) Putlar aslında ne fayda, ne zarar verirler. Ama onlara ibadet, bir zarar sebebidir. Binâenaleyh bu, zararın putlara nisbet edilmesi için yeterli bir sebebtir. Bu tıpkı, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in, "Ya Rabbî! çünkü onlar insanların bir çoğunu baştan çıkardılar" (İbrahim, 36) ifadesinden olduğu gibidir. Bu ifâde ile, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm), sapma sebebi oldukları için, saptırma (idlâl) işini putlara nisbet etmiştir. Binâenaleyh durum, bu ifade de böyledir. Ayetin önceki ifadesinde, putların zarar veremeyeceğinin bildirilmesi, zararın bizzat faili olamayacakları manasınadır. Bu cümlede zararın onlara nisbet edilmesi ise, putlara ibadetin zarara sebebiyet vermesi manasındadır. b) Allahü teâlâ sanki, önceki ifadede, putların gerçekte ne zarar, ne fayda sereceklerini beyan etmiş; ikincisinde de "Biz, onların zarar ve fayda verdiklerini kabul etsek bile, onların zarar vermesi, faydalarından daha çoktur" demek istemiştir. c) Kâfirler, insaflı düşündüklerinde, putlardan dünyada hiçbir fayda ve zararın gelmediğini anlarlar. Ama âhirette, putlara ibadet etmelerinden ötürü büyük bir azaba uğrayacaklardır. İşte bundan dolayı kâfirler putlara âhirette, "Sizin zararınız, faydanızdan daha çok" diyeceklerdir. Nahivciler, ayetteki ifadesinin irabı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Hak teâlâ'nın "O ne kötü yardımcı, ne fena yoldaştır!" ifadesine gelince, buradaki "mevlâ", yardımcı "asir" ise, arkadaş .e yoldaş manasınadır. Bil ki bu ifadenin, liderler için kullanılmış olması daha uygundur. Çünkü böyle bir ifade putlar için hemen hemen hiç kullanılmaz. Cenâb-ı Hak böylece, o kâfirlerin, hem dünya, hem âhiret hayırlarını veren Allah'a ibadet etmeyi bırakıp, putlara ibadete ve reislerine itaate döndüklerini bildirmiş, sonra da o reislerini (liderlerini-elebaşlarını) "Onlar, ne kötü yardımcı!" diyerek kınamıştır. Bununla liderlerinden medet uman ve onlara sığınan kimselerin kınanması kastedilmiştir. |
﴾ 13 ﴿