16

"Şüphesiz Allah, iman eden ve sâlih ameller işleyen kimseleri, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Gerçekten Allah, ne dilerse yapar. Kim dünyada da, âhirette de ona Allah'ın asla yardım etmeyeceğini sanıyorsa, göğe bir ip uzatsın, sonra kendini yerden kesip boğsun ve baksın (intihar etsin). Bu hilesi onun öfkelenmekte olduğu şeyi, giderecek mi? İşte Biz onu, böyle açık ayetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah dilediğine hidayet eder".

Bil ki Allahü teâlâ, önceki ayetlerinde, münafıkların ibadetlerinin ve ma'budlarının durumlarını anlatınca, bu ayette de mü'minlerin ibadetlerinin ve Ma'bûd'larının durumunu anlatmıştır. Münafıkların ibadetleri, doğru olması mümkün olmayan bir şekilde, mâ'bûdları da ne zarar, ne de fayda vermeyen bir şekildedir. Mü'minlerin ibadeti ise, gerçek (hak) olup, Ma'bud'lan onlara faydaların en büyüğü olan cenneti verecektir. Allahü teâlâ daha sonra ağaç ile ekini birlikte bulunduran, altlarından ırmaklar akan cennetlerin mükemmelliğini anlatmış ve Kendisinin ehl-i cennete fazla mükafaat verip ihsan ve lütuf çeşitlerinden dilediğini yapacağını beyân buyurmuştur. Bu tıpkı, "(Allah) hem onların mükafaatlarım tastamam verir, hem de fazlından onlara, (hakettiklerinden) ziyâdesini verir" (Nisa, 173) ayetinde bahsedildiği gibidir.

Âlimlerimiz "(kulların) fiillerinin yaratılması" (halkı ef'al) meselesinde, "Allah, ne dilerse yapar" ayetini delil getirerek, şöyle demişlerndir: "Biz, Hak teâlâ'nın (insanın) imânını murad ettiği hususunda müttefikiz. Halbuki bu ifadede geçen mâ lafzı, umumilik ifade eder. Binâenaleyh bu ayetten dolayı, imânın failinin de Allahü teâlâ olması gerekir." Ka'bî buna şöyle karşı çıkmıştır: "Allahü teâlâ yapmak istediği (dilediği) şeyi yapar. Yoksa başkasının yapmak istediğini değil." Buna şöyle cevab verilir: Ayetteki "ne dilerse" ifadesi, hem kendi yapmak istediği, hem de insanların yapmak istediği fiilleri içine alan (umûmi) bir ifadedir. Dolayısıyla bu umûmi ifadeyi kayıdlamak, ayetin hilâfınadır.

Hak teâlâ'nın "Kim dünyada da âhirette de ona Allah'ın yardım etmeyeceğini sanıyorsa" ifadesindeki "ona" zamirinin neyi gösterdiği hususunda şu iki izah yapılmıştır:

Birinci görüş: İbn Abbas (radıyallahü anh), Kelbt, Mukâtil, Dahhâk, Katâde, İbn Zeyd ve Sûddi'nin görüşüne ve Ferrâ ile Zeccâc'ın tercihine göre, bu zamir Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e râcidir (onu gösterir). Binâenaleyh Cenâb-ı Hak bu ifade ile, "Kim Allah'ın kelimelerini (ayetlerini) ilân etme ve O'nun dinini ortaya koyma hususunda dünyada, derecesini yüceltmek onu (aleyhisselâm) yalanlayanlardan intikam almak suretiyle âhirette, Allahü teâlâ'nın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yardım etmeyeceğini sanırsa" manasını kastetmiştir. Her ne kadar Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den açıkça bahsedilmemiş ise de bu ifadede ondan bahsedildiğini gösteren bir delâlet (işaret) vardır. Bu işaret de, "Şüphesiz Allah, İman eden ve salih ameller işleyen kimseleri (...) cennetlere sokar" kuyruğundaki "İman" lafzıdır. İman ancak Allah'a ve Resûlullah'a inanmakla tamam olur.

"Semaya İp Uzatmak" Deyiminin İzahı

Burada şu iki şeyi incelemek gerekir:

a) Allahü teâlâ'nın Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yardım etmeyeceğini sananlar önlerdir?

b) Ayetteki "Göğe (tavana) bir ip uzatsın, sonra sendini yerden kessin" ifadesi ne demektir?

Birinci konu: Alimler bu hususta şu izahları yapmışlardır:

1) Bir kısım müslümanlar, müşriklere çok öfkelendikleri için, Allah'ın peygamberine va'dettiği o yardımın gecikmesini istiyorlardı, işte bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

2) Mukâtil şöyle der: "Bu ayet bir gurup Esed'li ve Gatafan'lı hakkında nazil : -ustur. Bunlar şöyle diyorlardı: "Biz, Muhammed'e Allah'ın yardım etmeyeceği endişesini taşıyoruz. Eğer, O Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yardım etmezse, müttefikimiz olan yahûdiler ile aramızdaki ilgi ve münasebet kesilir. O zaman onlar bize yiyecek sermezler."

3) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hased ve düşmanlık edenler, Allahü teâlâ'nın ona yardım etmemesini ve onu düşmanlarına üstün getirmemesini arzu ediyorlardı. Ama anlar, Allah'rrrone yardım ettiğini müşahede ettiklerinde, bu onları öfkelendirmiştir.

İkinci konu: Bil ki ayette geçen "sebeb" lafzı ile ne kasd edildiği hususunda şu iki görüş belirtilmiştir:

a) Bu, "ip" demektir. Bu görüşte olanlar, ayetteki "semâ" lafzı ile ne kastedildiği hususunda değişik görüşler belirtmişlerdir: Bazıları: "Bu, evin semâsı yani tavanı" derken bazıları da: "Bu, gerçek manada semâdır yani göktür" demişlerdir. Buna göre mana şöyle olur: "Allah'ın ona yardım etmeyeceğini zanneden sonra da bu zannına erememekten dolayı son derece öfkelenen kimse, kendisini öfkelendiren şeyi ortadan kaldırmak için bütün gücünü kullanarak, elinden geleni yapsın. Hatta evinin tavanına bir ip bağlayıp, kendini assın. O zaman görsün ki yaptığı şey, kendisini öfkelendiren Allah'ın yardımını giderecek mi?"

"İpi Kesmek'ten Maksad

Bu görüşe göre bu görüşte olanlar da, ayetteki kat ile ne murad edildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları: "Allahü teâlâ, insanın kendi kendisini asmasını "kesme" olarak ifade etmiştir. Çünkü Kendini asan (intihar eden) kimse, damarlarını ve nefes borusunu boğmak suretiyle kendini kesmiş (gibi)dir. Cenâb-ı Hak bu kimsenin, bu hareketim "keyd" (hile) diye nitelendirmiştir. Çünkü Allahü teâlâ bunu, o insan başka şeye gücü yetemeyeceği için, "keyd" (hile) yerine koymuştur. Yahut bu, istihza üslûbu ile olan bir ifadedir. Çünkü o insan, böyle yapmakla hased ettiği kimseye değil ancak kendisine tuzak kurmuştur ki bu "onun elinde ancak öfkelendiği işi gideremeyecek bir şey vardır "demektir. Bu, Kelbî ve Mukâtilin görüşüdür.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'da şöyle der: Bu "O kimse ipi, hem boynuna, hem evin tavanına bağlasın sonra da boğulup ölünceye Kadar ipi salıversin" demektir. Bütün bu manalar, ayetteki "semâ"yi. tavan manasına alırsak sözkonusudur. Bu, müfessirlerin ekserisinin görüşüdür.

Diğer alimler:"Bununla bizzat semâ (gök) kastedilmiştir. Çünkü ayetteki bu lafzı, bizzat semâ manasına almak mümkündür. Binâenaleyh bu, o lafzı "tavan" manasına hamletmekten daha evlâdır. Çünkü bu mana, o kelimeden ancak kayıdlı olursa anlaşılabilecek bir manadır. Bir de maksad, o insanın bunu yapmasını emretmek değildir. Aksine maksad, o kişiyi öfkesini bırakıp, Allah'a itaata dönmeye yöneltmektir. Durum böyle olunca, bahsedilen şey ne kadar imkansız olursa, bu hususu anlatmaya daha uygun olur. Çünkü ipi göğe uzatıp, onunla intihar etmek, imkansızlık açısından, evin tavanına bağlamaya nazaran daha uzak bir şeydir. Zira, ipi tavana bağlamak mümkündür."

Ayetteki "sebeb" kelimesinin "ip" manasına olmadığını söyleyenler ise, bu hususta şu iki görüşü belirtmişlerdir:

1) Buna göre Cenâb-ı Hak sanki şöyle demiştir: "O kimse semaya bir sebeb uzatsın, sonra da o sebeb (vasıta) ile mesafeyi kat'etsin. Daha sonra baksın. Çünkü o, zannettiği şey hususunda sıkıntıya katlanmasının, sanki hiçbirşey yapmamış gibi alış-verişinde ziyan ettiğini o zaman anlar." Bu, Ebû Müslim'in görüşüdür.

2) Allahü teâlâ sanki şöyle diyor: "O kişi, sayesinde göğe ulaşabileceği bir sebeb (vasıta) arasın ve böylece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Allah'ın yapacağı yardımı kessin böyle bir hile ile göğe ulaşması ve bu hile ile Allah'ın ona yardımını kesmesi kolay oluyor mu diye bir baksın." Bu imkansız olunca, onun öfkesi de boşuna olmuş olur."

Bil ki bütün bu izahlara göre ayetin maksadı ortada olup maksad da kâfirleri, boşu boşuna öfkelenmekten alıkoymaktır. Bu ayet, tıpkı "Eğer onların yüz çevirmesi aru ağır gelmiş olup da, kendilerine bir ayet (mucize) getirmen için, yerde bir veya gökte bir merdiven aramak istersen ara (...) "(En'âm, 35) ayeti gibidir. Allah Tealâ. bu beyanı ile Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in müşriklerin istedikleri mucizeler hususunda kendiliğinden hiçbirşey yapamayacağını beyan etmiştir.

İkinci görüş: Ayetteki "Ona" zamiri, ayetin başında yer alan men (kim) lafzına racidir. Çünkü zamirden önce geçen, (zamire merci olacak kelime) budur. Zamirler, mımkün ise, kendilerinden önce geçen (bahsolunan) şeylere râci olurlar. Zamirin merciinin bu men lafzı olduğunu söyleyenler, ayetteki "nusret"i (yardımı) "rızık" tasına almışlardır. Ebû Ubeyde şöyle der: "Benî Bekr kabilesinden bir dilenci yarınızda durdu ve, "Kim bana verirse, Allah da ona versin" manasında "Kim bana ederse, Allah da ona yardım etsin" dedi. Buna göre sanki Allahü teâlâ, bu ayette 'Kim dünya ve âhirette Allah'ın onu rızıklandırmayacağını sanıyorsa, bilsin ki bu sanmasından ötürü Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in dinine sarılmış olmaktan dönmüş olur' demiştir. Bu tıpkı, Allah'ın o kimseyi, "Eğer ona bir fitne isabet ederse, yüz üstü (gerisin geri) döner" (Hac, 11) ayetinde anlatışı gibidir. Böylece o kimse son derece bir sabırsızlığa kapılır ve bu sabırsızlık (âdeta) bir boğulmadır. Çünkü bu durumda olan bir kimseye, genelde "Allah onu rızıklandırmıştır" denilemez.

Ayetteki "İşte Biz onu açık ayetler halinde indirdik" cümlesi, "Biz, Kur'ân'ın tamamını bu indirilişte olduğu gibi, açık ayetler olarak indirdik" demektir.

Ayetteki, "Şüphesiz Allah, dilediğine hidayet eder" ifadesini (ehl-i sünnet) âlimlerimiz delil getirerek şöyle demişlerdir. Ayetteki "hidayet" ile ya hidayete vesile olan delilleri meydana koymak yahut da hidayeti kalbde yaratmak kastedilmiştir. Birincisi olamaz. Çünkü Allahü teâlâ bunu zaten bütün llefler için yapmıştır. Bir de ayetteki, "Dilediğine hidayet eder" ifadesi, hidayetin ı'ın yapması gerekli birşey olmayıp, aksine murad-ı ilâhiye bağlı olduğunun delilidir. Halbuki karşı tarafa (yani Mu'tezile'ye) göre, Allahü teâlâ'nın (imanın) delillerini koyması vâcibtir. Binâenaleyh geriye bu ifade ile, bilginin (marifetullahın yani hidayetin) yaratılması manası kastedilmesi kalır."

Kâdi Abdulcebbâr buna cevab olarak şöyle der:

"Bu ifade, şu manalara gelebilir:

1) Allah dilediği kimseleri mükellef kılar. Çünkü birisi, birisini birşeyle mükellef tuttuğunda, ona o şeyi açıklar ve anlatır.

2) Ayet ile, "iman edip salih amel işleyenlerden dilediğini cennete ve mükafaata hidayet eder, yani iletir" manası kastedilmiştir.

3) Bununla, "Allahü teâlâ, hidayetini artırdığında, imana devam edeceğini bildiği kimselerden, dilediklerine lütfeder" demektir.

Bu tıpkı, "(Allah) hidayeti kabul edenlerin, hidayetini (muvaffakiyyetini) artırır" (Muhammed. 17) ayeti gibidir. Bu izah. Hasan el-Basrî'nin, "Allah, kabul etmeyenleri değil, kabul edenleri hidayete erdirir" diye işaret ettiği izahtır. Bu izahlardan, ilk ikisini Ebû Ali el-Cübbâî zikretmiştir. Bunlardan birincisine şöyle cevap veririz: "Allahü teâlâ bunu delilleri beyân edip, şüphelere cevap verdikten sonra söylemiştir. Binâenaleyh bu hidayetin, "mükellef tutma" manasına hamledilmesi caiz değildir. Son iki izah da bertaraf edilmiştir. Çünkü (Ey Mu'tezile) sana göre bu ikisi Allah'a vâcibtir. Halbuki O'nun "O, dilediğine hidayet eder" ifadesi, vâcib olmadığını gösterir.

Ümmetlerin Akıbetleri

16 ﴿