18

"İman edenler, yahûdiler, sâbiiler, hristiyanlar, mecûsiler ve müşrikler (yok mu?), Allah kıyamet günü bütün bunlar hakkında kesin hükmü verecektir. Çünkü Allah herşeyi hakkıyla görüp bilendir. Görmedin mi ki göklerde olan herkes ve yerde bulunan herkes, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve birçok insan, gerçekten Allah'a secde ediyor. Bir çoğunun üzerine de azab hak olmuştur. Allah kimi hor kılarsa, onu saadete kavuşturacak yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar".

Kıraat: "Hakk" kelimesi, zamme ile hakkun şeklinde okunduğu gibi, mef'ûl-u mutlak olarak hakken şeklinde de okunmuştur. "İkram etmek" manasında, râ'nın taftası ile mukrem şeklinde de okunmuştur.

İslam Akaidinden Ayrılanlar

Bil ki Cenâb-ı Hak "Allah, dilediğine hidayet eder" buyurunca, bunun peşinden bu ayette de, hidayete erdirdiği ve erdirmediği kimseleri anlatmıştır.

Bil ki bir müslümana, akâid (inanç) meselelerinde ancak şu üç sınıf kimse ters

a) Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber olduğu hususunda, o müslümanla aynı inançta olanlar... Bu, mesela kulların fiillerinin yaratılması, Allah'ın subûti sıfatlarının Allah'ın (ahirette) görülüp görülemeyeceği meselelerinde, Cebriyye ve Kaderiyye (Mu'tezile) ile olan ihtilaf gibidir.

b) Müslümana, Hazret-i  Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini kabul etmede nalefet eden, ama bir fâil-i muhtarın (Allah'ın var olduğu inancında müşterek olan oseler... Bu, mesela müslümanlar ile yahûdi ve hristiyanlar arasında, Hazret-i  Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i  İse. (aleyhisselâm) ve Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın peygamberliği meselesindeki ihtilaf gibidir.

c) Müslüman ile ilah (tanrı) inancı hususunda muhalefeti olan kimseler... Bunlar, hakikatler hususunda müslümanlarla aynı görüşte olan sofestâiler, âlemde müessir bir varlığın (tanrının) olduğunu kabul etmeyen Dehrîler ve Kâinatta hür ve irade sahibi bir fail-i muhtar değil de mûcib-i bizzat bir varlığı kabul eden felsefecilerdir. İtikâdi meselelerde olan ihtilafların, bu üç kısma münhasır olduğunda ve ihtilaf cihetlerinin en büyüğünün de, bunlardan üçüncü kısım olduğunda şüphe yoktur. Bu son kısım da ûç nev'i ile, âlemde inançlarını ve fikirlerini açıklayan bir tarzda ortada olmayıp, gizlidirler.

Nübüvvet Konusu

Peygamberlere inanç meselesinde meydana gelen ihtilafın taksimatı hususunda şöyle denebilir: Hür ve irâde sahibi bir fâil-i muhtarın (Allah'ın) mevcûd olduğunu edenler, ya peygamberlik müessesesini kabul ederler, ya kabul etmezler. Bu durumda da onlar ya hak bir peygambere tâbi olurlar, yahut sahte bir peygambere tabi olmuş olurlar. Peygamberlere tâbi olanlar, müslümanlar, yahûdiler, hristiyanlar ve yahûdiler ile hristiyanlar arasında yer alan sâbiilerdir. Sahte peygamberlere tâbi olanlar ise, mecûsilerdir. Peygamberliği hiç kabul etmeyenler ise putperestlerdir ki bunlara müşrik denir. Müşriklere, bütün kısımları ile Brahmanlar da dâhildir. Böylece peygamber inancı hususundaki ihtilaflardan dolayı meydana gelen dinlerin, Cenâb-ı Hakk'ın bu ayette bahsettiği bu altı çeşid din olduğu sabit olur. Katade ve Mukâtil derler: "Dinler, altı (esas) çeşittir. Bunlardan biri Allah'ındır ve bu, "İslam'dır. Beşi ise şeytan'ındır." Ayetle ilgili geniş izah Bakara Suresinde geçmişti.(Bakara, 62)

Ümmetlerin Ahiretteki Durumları

Hak teâlâ'nın "Allah, kıyamet günü bunlar hakkında kesin hüküm verecektir" beyanı ile ilgili iki mesele bulunmaktadır:

Birinci Mesele

Zeccâc: "Bu ifade (......) ifâdesinin haberidir. Bu Bu tıpkı "Senin kardeşin yok mu, işte onun borcu çoktur" demen gibidir. Cerir de şöyle demiştir.

"O halife yok mu? Muhakkak ki Allah ona. kendisiyle, (hükümranlık) mühürlerinin umulup elde edileceği bir hükümdar elbisesi giydirdi"

İkinci Mesele

Ayette bahsedilen "fasl" (ayırma) mutlak (kayıtsız) manadadır. Binâenaleyh bu, bütün halleri ve yerleri bakımından, onların arasını ayırmayı kapsayabilir. Bu sebeble Cenâb-ı Hak, onları aralarında fark gözetmeksizin tek bir kitle olarak cezalandırmaz ve onları tek bir yerde toplamaz. Bunun, "Allah onlar arasında hükmeder" manasında olduğu da söylenmiştir.

Hak teâlâ'nın "Çünkü Allah herşeye hakkıyla şâhiddir" ifadesi, "O, onlardan herbirinin hakettiği şeyi bilerek, aralarını ayırır, onlar hakkında hükmeder. Binâenaleyh bu ayırmada, bir zulüm ve haksızlık olmaz" demektir.

Varlıkların Secdesi

Cenâb-ı Hakk'ın "Görmedinmi ki gerçekten Allah'a secde ediyor" buyruğuna gelince, bununla ilgili birkaç soru vardır:

Birinci soru: Ayetteki "rû'yet-görme" ile ne kastedilmiştir?

Cevap: Bununla "bilme" manası kastedilmiş olup, ayet "Gökteki ve yerdekilerin, Allah'a secde ettiklerini bitmedin mi?" demektir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu, gördüğü için değil, Allah'ın haber vermesiyle bilmiştir.

İkinci soru: Buradaki "secde" ne demektir? Cevap: Bu hususta şu izahlar yapılmıştır.

1) Zeccâc şöyle der: "Bütün bunların secde etmeleri hususundaki en iyi izah, bunların, Allah'a itaatkâr olmalarıdır. Bu, tıpkı "Sonra (Allah'ın iradesi) göğe -ki, o bir buhar halinde idi- yöneldi de ona ve arza: 'İkiniz de ister istemez gelin buyurdu " (Fussilet. 11), "Ona "ol" dememizden ibarettir. O da derhal oluverir" (Nahl, 40), "öylesi de vardır ki, Allah korkusuyla yukardan aşağı düşer" (Bakara, 74), "Hiçbirşey hariç değil, hepsi ona hamd ile tesbih eder" (İsra, 44) ve "Dağları ve kuşları Davud ile birlikte tesbih etmek üzere, râm etmiştik" (Enbiya, 79) ayetlerinde olduğu gibidir. Buna göre mana, "Bu maddeler, Allah'ın kendilerinde yarattığı bütün vasıfları, karşı uymaksızın, ister istemez kabul edince, işte onların bu halleri tâata ve inkıyada aenzemiş olur ki, tâat ve inkıyadı en güzel ifade eden şey ise secdedir" şeklinde olur.

İmdi, eğer denilirse ki: "Bu açıklamayı, ayetteki (... ve birçok insan) ifadesi, geçersiz kılar ve ibtâl eder. Çünkü senin bahsettiğin anlamındaki secde, bütün insanlar hakkında umûmi bir hükümdür. Binâenaleyh, o secdenin, insanlardan çoğuna isnâd edilmesi, faydası olmayan bir tahsis olur" buna birkaç yönden cevap verebiliriz:

a) Bahsettiğimiz anlamdaki secde, her ne kadar herkes hakkında genel bir ifade ise de, ancak ne var ki, o insanlardan bir kısmı diretmiş, büyüklenmiş ve zahiren, secdeyi terketmiştir. Binâenaleyh, bu şahıs, her ne kadar zâtı itibariyle secde ediyor ve de, ancak ne var ki o, zamiri ile buna karşı koyuyor, demektir. Ama, mümin enseye gelince, bu hem zâtı hem de zahiri ile secde etmektedir. İşte bu farktan dolayı, böyle bir tahsis meydana gelmiştir.

b) Biz, Cenâb-ı Hakk'ın "... ve birçok insan "ifadesini, kendinden önceki ifadeden ymrız. (Böyle yapmamız halinde de) bu hususta şu üç izah yapılır:

Birinci izah: Şöyle diyebiliriz: Ayetin takdiri, "Gökteki ve yerdekiler Allah'a secde eder ve O'na yine, pekçok insan da secde eder" şeklindedir. Binâenaleyh, birinci ifadedeki secde, inkiyâd anlamına, ikinci ifadedeki secde ise, tâat ve ibadet manasınadır. Biz bunu böyle yaptık, çünkü müşterek bir lafzın, aynı anda bütün anlamlarında kullanılmasının caiz olmayacağına dair delil bulunmaktadır.

İkinci izah: Cenâb-ı Hakk'ın, (......) ifadesi, haberi mahzûf olan bir mübtedâdır. Ki bu haber de, (......) ve (mükafaatlandırılmış) kelimesidir. Çünkü, bunun (zıddı) olan haber, bu kelimenin haber olduğuna delâlet eder ki bu mukabili haber de, Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifadesidir.

Üçüncü izah: Ayette geçen birinci (......) kelimesinin mübtedâ olduğunu ikinci (......) kelimesinin ona atfedildiğini, ifadesinin de, bunların haberi onduğunu söylemektir. Buna göre sanki, "Pek çok insan, evet pekçok kimseye, azâb -ak olmuş, gelip çatmıştır" denilmek istenmiştir.

c) Müşterek bir lafzın, ifade ettiği iki manada, aynı anda kullanılabileceğini ileri sürenler şöyle demişlerdir: "Ayette bahsedilen "secde" ile, akıllı varlıklar hakkında, oadet, cansızlar hakkında da, "inkiyâd" kastedilmiştir. Bunu kabul etmeyenlerse şöyle derler: "Allah bu lafzı iki defa söylemiştir. Binâenaleyh bununla, akıllılar hakkında, tâatı, akılsızlar hakkında da inkıyadı kastetmiştir."

Üçüncü soru: Cenâb-ı Hakk'ın, "göklerde bulunan herkes ve yerde bulunan herkes" ifadesinin lafzı, umûm bir lafız olup, bunun içine, insanlar da girer. Binâenaleyh, daha niçin yeniden Allah, "... ve birçok insan" buyurmuştur?

Cevap: 1) Şayet Cenâb-ı Hak önceki ifadeyle yetinmiş olsaydı, tıpkı meleklerin tamamının secde etmeleri gibi, bütün insanların da secde etmekte oldukları zannını uyandırmış olurdu. Bunun için Cenâb-ı Hak, onlardan pekçoğunun, gönül hoşluğu ile secde ettiklerini, pekçoğunun da bundan kaçındığını, imtina edenlerinin de, azabın kendilerine hak ve vâcib olduğunu beyan buyurmuştur.

2) Allah'ın dışında kalan her şey zâtı gereği mümkin varlıklardır. Zâtı gereği mümkin olan varlıkların varlıkları yokluklarına, ancak zâtı gereği vâcib olana varıp dayandığında üstün gelir (tereccüh). Bu, Cenâb-ı Hakk'ın "Şüphesiz ki en son varış, ancak Rabbinedir" (Necm,42) ifadesi gibidir. Mümkin olma, mümkin varlıklar meydana gelirken ve varlıklarını sürdürürken, nasıl onlar için gerekli işe aynı şekilde onların meydana geldiklerinde ve varlıklarını sürdürdüklerinde de zâtı gereği vâcib olana muhtaç olmaları söz konusudur. Binâenaleyh, mahiyetler için zorunlu olan bu zât gereği muhtaç oluş, huşu ve tevazuya, yüzü yere vurmadan daha fazla delâlet eder. Çünkü bu, zât bakımından muhtaç olmayı ifade eden, asli ve vad'i bir alâmettir. Bazan bu alâmete, doğruluk veya yalan arız olabilir. Ama bizzat muhtaç oluşa gelince, bunun değişmesi ve tegayyürü imkansızdır. Binâenaleyh, bütün varlıklar işte bu anlamda Allah'a secde ediyorlar, yani hudû içindedirler, zelîl olduklarını ve O'na, O'nun yaratmasına ve O'nun oldurmasına muhtaç olduklarını itiraf etmektedirler. İşte alimler Cenâb-ı Hakk'ın, "Hiçbir şey hariç değil, hepsi O'na hamd ile tesbih eder" (İsra, 44) ifadesini bu manaya yorumlamışlardır. Bu Kaffâl (r.h)'ın görüşüdür.

3) Ayette zikredilen bütün bu şeylerin secde etmesi, onların gölgelerinin secde etmesidir. Bu da, Cenâb-ı Hakk'ın "Göklerde olan, yerde olan canlılar ve melekler, kendilerine hiçbir yüksünme gelmeyerek, Allah'a secde eder" (nahl, 49) ayeti gibidir. Bu da, Mücâhid'in görüşüdür.

Ayetteki "Birçok insan, gerçekten Allah'a secde ediyor. Bir çoğunun üzerine de azâb hak olmuştur" ifadesine gelince, Atâ'nın rivayetine göre İbn Abbas, bunun manasının: "İnsanlardan birçoğu O'nun bir olduğunu kabul etmiştir. O'nu bilemeyenlerden birçok kimseye de azâb hak olmuştur" şeklinde olduğunu söylemiştir. Yine onun "Pekçok insan cennettedir" dediği de rivayet olunmuştur. Bu son rivayet, bizim biraz önce söylemiş olduğumuz, "ve birçok insan" ifadesi, haberi mahzûf olan bir mübtedadır" şeklindeki görüşümüzü kuvvetlendirir. Diğer bazıları da şöyle derler: Ayettek vakf, ifadesinin üzerindedir. Daha sonra Cenâb-ı Hak söze yeniden başlayarak buyurmuştur ki, bu "Onun secdeden kaçınması ve imtina etmesi sebebiyle, bu azâb ona vacib olmuştur" demektir.

Ayetteki "Allah kimi hor kılarsa, onu saadete kavuşturacak yoktur" ifadesine gelince bu, "Kendilerine azabın hak olduğu kimselerden bu hor ve hakirliği izâle edecek hiç kimse bulunmamaktadır ki, böylece de o onlara ikramda bulunmuş olsun!" manasındadır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, kıyamet gününde, mükafaatlandırmak ve cezalandırmak suretiyle, Kendisinin zâtından ikram etme ile, hor ve hakir kılmanın sadır olabildiği birisi olduğunu ."Şüphesiz Allah, dilediğini yapar" ifadesiyle beyân buyurmuştur. Allah en iyisini bilendir.

Kâfirlerin Akıbeti

18 ﴿