19Hak teâlâ'nın şu ayetinin ifade ettiği husustur: "Kötü sözlerin, iman edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler (yok mu?)... dünyada da, ahirette de onlar için pek acıklı bir azab vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz". Bil ki Hak Subhânehû ve Teâlâ, iftira edenlere onlardan bunu duyup-dinleyenlere gerekli olan ceza ile dinde kendisine tutunulması gereken adabı beyân edince, bu kötü sözün (itkin) yayılmasını arzu eden kimsenin, böylesi bir zem hususunda, tıpkı iftirada bulunan kimse ile onu duyup yadırgamayan kimsenin ortak ve müşterek olmaları gibi, müşterek olduğunu; bir de iftirada bulunan kimselere ortaya attıkları bu şeyden ötürü azabın (cezanın) gerekli olması gibi, fuhşun (kötü fiil ve sözün) mü'minler arasında yayılması arzusunu içlerinde saklayan kimselerin de ilahi azaba müstehak olacaklarını bildirmek için, "Kötü sözlerin, iman edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler (yok mu?)" buyurmuştur ki bu da tıpkı, kişinin uzuvtan ve sözleriyle müslümanlara zarar vermemesinin farz oluşu gibi, mü'minler hakkında kalbinin hiçbir kötülük düşünmemesinin vâcib olduğuna da delâlet eder. Burada, şu şekilde birkaç mesele vardır: "İşâ'a" yayılmak manasınadır. Nitekim ortak mülklerde birkaç kişinin payı olup, bunlar belirlenmediği zaman, "Bu akarda şâ'î bir sehim vardır" denilir. Yine halka malolup, herkese ulaştığında söz, şâ'yi oldu" denilir. Ayetteki, "...arzu edenler" ifadesinin zahiri manasının umûmi olduğunda ve bu sıfatı taşıyan herkesi içine aldığında şüphe yoktur. Yine bu ayetin, Hazret-i Aişe (radıyallahü anha)'ye iftira etme hakkında nazil olduğunda da şüphe yoktur. Fakat nazar-ı dikkate alınacak husus, sebebin hususiliği değil, lafzın umumiliği olduğu için, bu ayeti, zahirine göre umumi manaya hamletmek gerekir. Hak teâlâ'nın, "îman edenlerin içinde..." ifadesi de bu ayetin Hazret-i Âişe'ye atılan iftirasına tahsis edilmesinin caiz olamayacağına delalet eden şeylerdendir. Çünkü bu, çoğul bir ifadedir. Dolayısıyla eğer Cenâb-ı Hak bununla sadece Hazret-i Âişe'yi kastetmiş olsaydı, böyle ifade edilmesi caiz olmazdı. Bunu Hazret-i Âişe'ye atılan iftiraya tahsis edenlere gelince ki bu görüşte olanların bazıları bunu bu fuhşun (kötü sözün) yayılmasına sa'yü gayret gösterdiği için Abdullah b. Übeyye hamletmişlerdir, bunlar şöyle demişlerdir: "Ayetin manası, "Kötü sözlerin, yani zinanın, imân edenlerin içinde yani Hazret-i Âişe ve Safvan hakkını duyulmasını arzu edenler, yani Abdullah b. Übeyy (yok mu?)..." şeklindedir" demişlerdir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğu "Ben, cehennemlikler tarafından sesi duyulacak (kadar şiddetli) bir vuruşla göğüslerine vuran, dövünen bir toplu müslümanların saklı-gizli hallerini araştıran, gizli kusurlarını ortaya döken ve onların arasında, onlarda bulunmayan (asılsız) sözleri yayan edip, kaş-göz hareketleriyle istihza edenlerdir" Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği de rivayet edilmiştir. "Bir mü'min, bir mü'minin aybını gizler, açığa vurmazsa, Allah da kıyamet günü onun kusurunu gizler (siler). Kim de bir müslümanla alış-veriş yaparken, onun alış-verişten caymasını hoş karşılar, buna razı olursa, Allah kıyamet günü onun kusurlarını bağışlar, siler. Allah kıyamet günü onun kusurunu örter. Müslim, Birr, 71 (4/2002); Ibn Mace, Ticâret, 26 (2/741). Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların kötülük görmediği kimsedir. Muhacir de, Allah'ın yasakladığı şeylerden hicret eden, onları yapmayan kimsedir" Buhari, İmân, 4-6; Müslim, İmân. 64, 73 (1/86). Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh)'den, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Cehennemden mmkiaşsp, cennete girmekten sevinç duyacak olan kimseye o, Allah'dan başka ilah olmadığına ve Hazret-i Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet ederken ve kendisine verilmesini arzu ettiği şeylerin diğer insanlara da verilmesini arzu ederken ölümü ona gelsin' Müslim, İmaret, 46 3/1472, (Benzeri bir hadis) Hazret-i Enes (radıyallahü anh)'den de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Kul, kendisi için arzu ettiği iyi ve güzel şeyleri din kardeşi için de arzulamadığı müddetçe (tam) imam etmiş olmaz" Buhari, İman, 7; Müslim, İman, 71-72 (1/67-68) buyurduğu rivayet edilmiştir. Âlimler, ayette bahsedilen dünya azabının ne olduğu hususunda ihtilaf etmişler, bazıları bunun onlara uygulanan had cezası olduğunu söylerken, bazıları da bunun had cezast ile birlikte onlara Allah ve mü'minlerden gelen lanet ve düşmanlık olduğunu söylemişlerdir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah b. Übeyy b. Selül, Hassan ve Mıstah'a had cezası vurmuştur. Safvan, Hassan için pusuya yatıp, kılıcının tersiyle ona öyle bir vurdu ki, Hassan bu yüzden kör oldu. Hasan el-Basrî: "Bununla münafıklar kastedilmiştir. Çünkü onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i üzmeyi istiyorlardı. Allah'ın Resulü'nün üzülmesini isteyen ise kâfirdir. Bunların dünyevi azablan ise çektikleri bu neticesiz zahmet ve mü'minlerle mücadele etmeleri için kendi taraftarlarına mal harcamalarıdır" demiştir. Ebu Müslim de: "Bununla münafıklar kastedilmiştir. Çünkü bunu onlar arzuluyorlardı. Böylece Allahü teâlâ, onları dünyada iken Hazret-i Peygamber'in elinde gerçekleşecek cihadla ortaya çıkacak bir azabla tehdid etmiştir. Çünkü Hak teâlâ, "Ey peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran..." (Tahrim, 9) buyurmuştur. Doğruya en yakın olan ise bu "azab" ile onların iftiraları sebebiyle hakettikleri ceza, yani hadd-i kazif lanet ve zem kastedilmiştir. Ayette bahsedilen ahiret azabına gelince, bunun hem kabir azabı, hem cehennem azabı olduğunda şüphe yoktur. Hak teâlâ'nın "Allah bilir, siz bilmezsiniz" beyanının burada getirilmesi, çok güzel ve yerindedir. Çünkü kalbteki sevgi ve arzular gizlidir, görünmez. Biz onları ancak, sahibinde gördüğümüz bir takım ipuçları ve emarelerle anlayabiliriz. Fakat Allahü teâlâ'ya hiçbirşey gizli değildir. Binâenaleyh bu, son derece caydırıcı ve tehdid edici bir ifadedir. Çünkü kalbinden o fuhşun (kötü fiillerin ve sözlerin) yayılmasını arzu eden kimse, bunu elinden geldiğince bu arzusunu belli etmemeye çalışsa bile, Allahü teâlâ'nın bundan haberdâr olduğunu bilir. Zira Allahü teâlâ'nın, onun gizlediği bu arzu ve isteğini bilmesi, tıpkı onun açıktan yapıp-söylediği şeyleri bilmesi gibidir. Allah ona ne kadar ceza verileceğini de bilir. Bu ayet, büyük bir günahı işlemeye azmetmenin bile, büyük günah olduğuna; keza fısk ve fucûru istemenin de bir fısk olduğuna delâlet eder. Çünkü Allahü teâlâ bu tehdidini fuhşun (kötü fiil ve sözlerin) yayılmasını kalben istemeye bağlamıştır. Cübbâi şöyle der: "Bu ayet, attığı iftiradan ötürü tevbe edip, pişman olmayan herkesin, devamlı bir azaba müstehak olması bakımından, mükafaatının olamayacağına delâlet eder ki bu da, o kimsenin ikâbın zıddı olan mükafaatı haketmesine mânidir. İşte bu açıdan ayet, biz (Mu'tezile'nin), ilâhi va'idler hususundaki görüşümüzün doğruluğuna delâlet eder." Bil ki Cübbâl'nin bu sözünün neticesi de, yine amellerin habtı (boşa gitmesi) meselesine varıp dayanır ki, bu husustaki açıklama ve cevablarımız daha önce geçti. Mu'tezile şöyle der: "Allahü teâlâ, fuhşun (kötü söz ve fiilin) yayılmasını için için arzu edenleri alabildiğine zemmetmiştir. Dolayısıyla eğer kulların fiillerini yaratan, Allahü teâlâ olmuş olsaydı, bu fuhşun yayılmasını arzu eden de O olmuş olurdu. Bu sebeble bunun yayılmasından ötürü zemmi hakedenin de o olması gerekirdi. Çünkü bu yayma işini yapan, (yaratan olması bakımından) başkası değil O'dur." Buna cevabımız da daha önce geçmişti. Ebu Hanife (r.h) şöyle der: "Fısk ve fücurda bulunan konuşturulmaz, yaptığını anlatması istenmez. Çünkü onu konuşturmak, fuhşu yaymak demektir. Bu ise haramdır." Sekizinci Nevi: Allah'ın Lütfü Sekizinci çeşit, Hak teâlâ'nın şu ayetinde ifade ettiği husustur. |
﴾ 19 ﴿