22

"Sizden, fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermede kusur etmesinler, affetsinler, aldırış etmesinler. Allah'ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz? Allah, gafur ve rahimdir".

Nüzul Sebebi

Bil ki Allahü teâlâ daha önce de bahsettiğimiz gibi iftira edenleri, onların sözlerine itibar edenleri (geçen ayetlerle) terbiye ettiği gibi, artık Mistah'a (kızı Âişe'ye iftira ettiğinden dolayı), bir daha infak (yardım) etmeyeceğine yemin ettiğin için, Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)'i eğitip, terbiye etmiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: "Ayet, Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) hakkında nazil olmuştur. Çünkü o artık Mistah'a infâk etmeyeceğine yemin etmişti. Mistah ise, onun teyzesi oğlu olup, elinde yetişmiş bir yetimdi. Hazret-i Ebu Bekir, hem Mistah'a, hem de onun yakınlarına yardım ediyordu. İfk ile ilgili ayet inince, Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) onlara, "Kalkın, defolun. Artık ne siz bendensiniz, ne de ben sizdenim. Hiçbiriniz artık yanıma yaklaşmayın" dedi. Bunun üzerine Mistah: "Allah aşkına, İslâm aşkına... Akrabalık ve sıla-ı rahim hatırına bizi başkalarına muhtaç etme. İşin başında bizim bir günahımız yoktu" deyince, Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) ona: "Konuşmadıysan da, güldün" dedi. Mistah: "Bu, Hassan'ın sözüne şaşmamdan dolayı idi, yoksa bir gülme (sevinç) değildi" dedi ise de, Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) onun bu mazeretini kabul etmeyerek, "Haydi gidin, uzaklaşın. Çünkü Allahü teâlâ sizin için bir mazeret bildirmedi ve bir çıkış kapısı göstermedi." dedi.

Bunun üzerine onlar, nereye gideceklerini, kime başvuracaklarını bilemez bir şekilde çıktılar. Derken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)'e, Allahü teâlâ'nın onları kovmamasını emreden bir ayet indirdiğini haber vermek üzere, ona bir adam gönderdi. Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh), haberi alır almaz, tekrir getirdi ve buna çok sevindi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ilgili ayeti, ona okudu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Allah'ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz?" ayetine gelince, o: "Evet, Ya Rabbi beni affetmeni can-u gönülden arzu ederim" deyip, yaptıklarından vazgeçti. Evine gidince, Mistah ve yakınlarına haber salıp, onları kabul edeceğini bildirerek, "Allah'ın indirdiği hüküm başım gözüm üstüne... Size yaptığımı ve söylediğimi, Allah size gazab ettiğini (önceki ayette) bildirdiği için yapmıştım. Fakat Allah sizi affedince, size merhaba hoş geldiniz" diyorum dedi ve Mistah'a daha önce yaptığı yardımın iki mislini yapmaya başladı. Bu konuda bir kaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Âlimler, Hak teâlâ'nın "Kusur etmesin " ifadesiyle ilgili, şu iki izahı yapmışlardır:

a) Meşhur olan izaha göre, bu ifade "Bir kimsenin yemin etmesi manasına gelen (......) fiilinden olup, bu da (......) masdarından, ifti'al vezni üzeredir. Buna göre ması, "yemin etmesin" şeklindedir. Ebu Müslim: "Bu, şu iki sebebten ötürü zayıftır:

1) Bu izaha göre ayetin zahiri, vermeye (infâka) yemin etmekten menetme geldiği halde, bu te'vili yapanlar, vermeyi terketmeye dâir yeminden menetmeyi kastetmişlerdir. Bu te'vili yapan ise, olumsuzu, olumlunun yerine koymuş; nehyedileni emredilen gibi kılmıştır.

2) Arapça'da, (......) yerine (......) vezninin kullanılması nâdirdir. (......) ancak, (......) yerinde kullanılır. Burada Elye masdarından olan (......) fiili, (......) yerine kullanılabilir. Binâenaleyh (......) yerine (......) denilemez. Bu, tıpkı (......) yerine (......),(......) yerine de (......) denilmemesi gibidir. Hem sonra (......)nın aslı (......)dır. Cezmden ötürü, yâ harfi düşmüştür. Çünkü bu nehy-i gâibtir. Bu, senin Falancadan nasihatimi esirgemedim" "İşimde gayretimi, kusur etmedim" şeklindeki sözündendir. Binâenaleyh (......) ile (......) aynı manaya olup, maksad, "Onlara iyilik etmede, kusur etmeyin" demektir. Çoğu vezni yerinde kullanılır. Nitekim sen kazandım (yaptım) ve (razı oldum) dersin. Doğru olan birincisi değil izahtır" demiştir, bu izahın Ebu Ubeyde tarafından yapıldığı da rivayet edilmiştir.

Zeccâc birinci hususa şu şekilde cevab verir: Yeminlerde çoğu kez hazif olmaz. Cenâb-ı Hak, "Allah'a olan yeminlerinizi iyilik etmenize engel kılmayın" (Bakara, 224) buyurmuştur, yani "iyilik etmemek için engel yapmayın" demektir. İmri-ü'l-Kays da

"Bunun üzerine ben de, "Allah'a yemin ederim ki, senin uğruna (ey sevgili) başımı ve bütün eklemlerimi dahi kesseler, ayrılmayacağım" dedim" yani "ayrılmam" demektir.

Ebu Müslim'in ikinci açıklamasına da şöyle cevab vermişlerdir: "Ebu Müslim'den önce yaşamış olan bütün mütessirler, bu ifadeyi "yemin etme" manasına almışlardır. Onların tek tek herbirinin görüşü Arapça'da bir hücettir. Ya hepsinin müttefik olduğu görüş ne olur... Hasan el-Basri'nin bu kelimeyi (......) şeklinde okuyuşu da bu görüşü destekler.

Fazl Sahibinden Maksat

Müfessirler, ayetteki "ulu'l-fazl" (fazilet sahibi) ifadesiyle Hazret-i Ebu Bekr'in kastedildiği hususunda ittifak etmişlerdir. Bu ayet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sonra, Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)'in, insanların en faziletlisi olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü bu ayette bahsedilen fazilet ya dünyevi ya dinidir. Dünyevi olamaz. Çünkü Allahü teâlâ bunu, onu medh sadedinde zikretmiştir. Allahü teâlâ'nın dünyevi şeylerden ötürü medh-ü sena etmesi caiz değildir. Bir de eğer bu dünyevi bir fazilet olsaydı, ayetteki "ve servet (sahibi)" ifadesi, lüzumsuz bir tekrar olmuş olurdu. Böylece bundan muradın, dini fazilet olduğu kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Binâenaleyh eğer başka bir kimse, dini açıdan mertebe bakımından Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)'in dengi olmuş olsaydı o zaman Hazret-i Ebu Bekir "fazilet sahibi" olmuş olmazdı. Çünkü müsavi olan, fâzit (fazlalığı-üstünlüğü) olan olamaz. Binâenaleyh Hak teâlâ, Hazret-i Ebu Bekir'e mutlak olarak bir fazilet (üstünlük) unvanı verip, bunu şu veya bu şahısta kayıtlamayınca Hazret-i Ebu Bekir'in, mahlûkatın en efdali olması gerekmiştir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mahlûkatın en efdali oluşu, bu genel hükmün dışındadır. Başkaları hakkında ise bu genel hüküm câridir. İmdi eğer, "Müfessirlerin, bu ayetin Hazret-i Ebu Bekr'e has olduğunda müttefik olduklarını kabul etmiyoruz?" denilirse, biz deriz ki: Tefsir ve hadis kitablarını okuyan herkes, bu ayetin Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)'le ilgili oluşunun, tevatür derecesine ulaştığını görür. Dolayısıyla birisi bu tevatürü kabul etmeyecek olsa, hiçbir tevatürü kabul etmez. Hem sonra bu ayet, kastedilenin, insanların en efdati olduğuna delâlet etmektedir. Ümmet-i Muhammed ise bu ümmetin en efdalinin, Hazret-i Ebu Bekir veya Hazret-i Ali olduğunda müttefiktirler. Öyleyse, bununla Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'nin kastedilmediğini isbât edersek, bununla Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)'in kastedildiği kendiliğinden ortaya çıkmış olur.

Şu iki sebebten ötürü bununla Hazret-i Ali'nin kastedilmediğini söylüyoruz:

1) Bu ayetin, hem öncesi hem sonrası Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)'in kızı Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) ile ilgilidir. Binâenaleyh arada, Hazret-i Ali'den bahsedilmesi, (üslub bakımından) uygun düşmez.

2) Allahü Teâlâ, buradaki kimseyi, "Servet sahibi" olarak nitelemiştir. Hazret-i Ali ise, henüz o zaman servet sahibi değildi. Böylece bundan muradın, kesinlikle Hazret-i Ebu Bekir olduğu sabit olur.

Bil ki Allahü teâlâ bu ayette, Hazret-i Ebu Bekr'in dini bakımdan çok yüce bir mertebede bulunduğuna delâlet eden, şu dikkate değer sıfatlarla nitelemiştir:

a) Hak teâlâ ondan cemî sigasıyla bahsetmiştir. Bir kimseden cemî sıgasıyla oahsetme, o kişinin durum, mertebe ve şerefinin yüksek olduğuna delâlet eder. Bu mesele, "Muhakkak ki "zikri Biz evet Biz indirdik" (Hicr, 9) ve "Muhakkak ki Biz sana, "kevseri verdik" (Kevser, 1) ayetlerinde olduğu gibidir. Binâenaleyh, şimdi sen Cenâb-ı Hakk'ın onca azametine rağmen, kendisinden çoğul sıgasıyla bahsettiği o kimsenin kıymetinin nasıl yüce ve üstün olacağına bir bak!...

b) Allahü teâlâ, Hazret-i Ebu Bekri, mutlak manada, bunun herhangi bir şahısla kayıtlamaksızm, "fazilet sahibi" diye tavsif etmiştir. "Fazl" kelimesinin içinde, "ifdâl" yani lütfetme de vardır. Binâenaleyh bu ifade, Hazret-i Ebu Bekr (radıyallahü anh)'nın, mutlak anlamda fâdıl olması gibi, mutlak anlamda lûtfa mazhar kılan olmasına da delâlet eder.

c) "İfdâl" üstün kılma, karşılık olmadan, olması gerekli olanı ifade eder. Binâenaleyh, kendisini öldürmek isteyen kimseye bıçak bağışlayan kimse, "mufaddıl-lütfeden" diye tavsif edilmez. Çünkü bu kimse, uygun olmayan şeyi vermiştir. Ama bir kimse birisine, ister maddi isterse medih ya da övgü bakımından olsun, yararlanması için bir şey verirse, bu kimseye "müstefîz" yani "lütfü ve ihsanı bol olan" denilir. İşte, Allahü teâlâ da, Hazret-i Ebu Bekir'i bu şekilde vasfederek, "Hâlbuki çok sakınan, malını -(Allah nezdinde sırf) temizlenmek için veren o ateşten uzaklaşdırılacaktır. Onun nezdinde bir kimsenin (Allah tarafından) mükafaat edilecek- hiçbir nimeti yokdur. O, (bunu) sırf o çok yüce Rabbinin rızasını aramak (için yapmıştır).." (Leyl, 17-20) buyurmuştur. Hazret-i Ali hakkında ise, "Biz, size ancak Allah rızası için, yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür istemeyiz. Çünkü biz Rabbimizden, o asık suratlı çetin günden korkarız" (insan, 9-10) buyurmuştur. O halde bu demektir ki Hazret-i Ali, ilahi cezadan korktuğu için vermiş, Ebu Bekir ise, sadece Rabbinin rızasını talep ettiği için vermiştir. Binâenaleyh, Hazret-i Ebu Bekir'in derecesi daha yüksektir. O halde, Hazret-i Ebu Bekir'in "ifdâl" yani lütfetmedeki derecesi daha mükemmel ve daha tam olmuş olur.

d) Cenâb-ı Hak, "Sizden, fazilet ve servet sahibi olanlar" buyurmuştur. Bu ifadede yer alan min kelimesi, "temyiz" ifade eder. O halde bu demektir ki, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Ebu Bekir'i fazilet sahibi olma vasfı ile diğer müminlerden temyiz edip ayırmıştır. Kendisiyle, ayrılık ve mümtaz kılınmanın meydana geldiği vasfın ise, başkasında bulunması imkansızdır. Aksi halde bu vasıf onu, bizatihi ortaya koymuş olamaz. Binâenaleyh bu, bu sıfatın başkasında değil, sadece onda bulunduğuna delâlet eder...

e) Ayetteki fadl kelimesini Allahü teâlâ'nın, "ona itaat etmek" ve ona "hizmet etmek" manasına (se'a) kelimesini de müslümanlara iyilikte bulunmak, lütfetmek ve ihsanda bulunmak manasına hamletmek mümkündür. Bu manaya alınması halinde, Hazret-i Ebu Bekr, Allah'ın emrine tazim etmek ve Allah'ın yarattıklarına şefkat duyma, gibi iki vasfı da bir arada bulundurmuş olur ki, bu iki vasıf sıddıkler mertebesinin en yüksek derecesidir. Böyle olan herkesle ise, Allah beraberdir. Zira Allah, "Çünkü Allah, hiç şüphesiz müttakilerle, bir de daima iyilik edenlerin kendileriyle berabedir" (Nahl, 128) buyurmuştur. İşte Ebu Bekr'in bu iki vasfı haiz olmasından dolayı ona Allah, "Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir" (Tevbe,40) ifadesiyle hitâb etmiştir.

f) İnsanlar, ancak çok cömert ve eliaçık olduğu zaman, "genişlik" vasfıyla nitelenirler. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'de "insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır" buyurmuştur. Binâenaleyh bu ifade, Hazret-i Ebu Bekr'in bu açıdan da, insanların en hayırlısı olduğuna delâlet etmiştir. Hazret-i Ebu Bekr (radıyallahü anh), her şey hususunda çok cömert ve eliaçıktı. Hazret-i Ebu Bekr müslüman olunca, o gün sabah erkenden, kendisi vasıtasıyla Müslüman olmalarını müteakip Osman İbn Artan. Talhâ, Zûbeyr. Sa'd İbn Ebî Vakkas ve Osman İbn Mazûn'u Hazret-i Peygamber'e getirmesi de, onun cömertliğindendir. Hazret-i Ebu Bekr dünyevi hususunda cömertlikle muşhur olduğu gibi dini konuları öğrenme ve onlara irşad'da bulunma gibi her sahada da muşhurdur. Böylece onun "ehl-i sea" (genişlik ehli, cömert)dan olmakla vasfedilmesi onun için uygun ve yerinde olmuştur.

Hem, farzedelim ki insanlar, Hazret-i Ebu Bekr'in, Hazret-i Ali'den öncemi sonramı müslüman olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ancak ne var ki müslümanlar Hazret-i Ali müslüman olunca onun, insanları Hazret-i Muhamrned'in dinine davetle meşgul olmadığı, ama Hazret-i Ebu Bekr'in ise bu davetle meşgul olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Binâenaleyh Hazret-i Ebu Bekr, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in dinine davetle meşgul olan ilk insan olmuş olur. Dindeki derecelerin en yücesinin dine davet etme olduğu hususunda ise, şüphe bulunmamaktadır. İşte bu açıdan da, Hazret-i Peygamber'den sonra Hazret-i Ebu Bekr'in, insanların en üstünü olması gerekir. Bir de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem). "Kim güzel bir çığır açarsa, ona kendi mükâfatı ile beraber, kıyamete kadar o işi yapanların mükâfatlarının bir misli verilir" buyurmuştur. Binâenaleyh, Allah'a davet eden herkesin mükafaatının bir mislinin de Ebu Bekr için olması gerekir. Böylece bu da, işte bu açıdan Hazret-i Ebu Bekr'in üstünlüğüne delâlet eder.

g) Akrabanın zulmü, daha zordur. Nitekim şair.

"Kişiye akrabalarının zulmetmesi mühenned (keskin) kılıcın kesmesinden daha çok elem verici ve acı gelir" demiştir. Hem, insan başkasına iyilikte bulunup, o başkası da o kimseye kötülükle mukabele ettiğinde, bu kötülük o kimseye, yabancıdan gelen bir kötülükten daha ağır gelir. Bu her iki husus (iyilik yapılma ve akraba olma) da, Mıstah hakkında söz konusudur. Ama o, bir bakıyoruz ki. Hazret-i Ebu Bekr'e iste bu eziyyet vermelerin en büyüğü olan böyle bir eziyette bulunmuştur. O halde, bu zarar ve eziyyetin, Hazret-i Ebu Bekr'in kalbine ne denli saplandığına bak. Sonra da dön, Ganab-ı Hak, Ebu Bekr'e Mıstah'dan lütfunu kesmemesini, onu sürdürmesini emredince, onun da hemen bu emri yerine getirmesine bir bak. İşte bu, en büyük dutlardandır. Bunun, kâfirlerle savaşmadan daha zor olduğunda şüphe yoktur. Bu, nefisle yapılan bir cihattır. Beriki ise, kâfire karşı yapılan cihattır. Nefisle cihâd ise, daha zordur. İşte bundan dolayı Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)"Küçük cihattan büyük cihâda döndük" Keşfu'l-Hafa, 1/424. buyurmuştur.

Allahü teâlâ, Hazret-i Ebu Bekr'e bunu emredince, onu, "fazilet ve servet sahibi" âatteteriyle vasfetti. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki "Sen, onun kötülüğüne herhangi bir şeyle mukabelede bulunmayacak kadar üstün ve sen, dünyaya kıymet vermeme itibarıyle de, gönül itibariyle çok çok zenginsin... Binâenaleyh, senin fazlına ve gönül ine, Mıstah'tan sadır olan o kötülük sebebiyle ona olan lütfunu kesmen, senin ve gönül genişliğine yakışmaz" demek istemiştir. Bu tür hitabın, onun din bakımından son derece bir üstünlüğe ve dereceye varmış olduğuna delâlet edeceği malumdur.

i) Bu ifadelerin başındaki elif-lâmlar umûm ifadı ederler. O halde ve kelimelerinin başındaki elif-lâmlar bütün fazl ve genişliğin Hazret-i Ebu Bekr için olduğuna dalalet ederler. Nitekim derece bakımından bütün âlimler gibi olduğuna, onun dışında kalanların ise bir yok mesabesinde olduğu manasında, "Falanca ya, âlim odur işte" denilir. Bu ise, büyük bir şeref ve büyük bir derecedir.

j) Cenâb-ı Hakk'ın "afvetsinler, aldırış etmesinler" ifadeleri hususunda şu izahlar yapılmıştır.

1) Affetmek takvanın emâresidir. Ençok affeden en fazla muttaki olandır. Böyle ?an ise, en üstün olanıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Allah katında en üstün olanınız, en muttaki olanınızdır" (Hucurât. 13) buyurmuştur.

2) Afv ve ittikâ, birbirinden ayrılmayan iki vasıftır. İşte bundan dolayı bu ikisi de, Hazret-i Ebu Bekr'de bir araya gelmişti. Onda ittikâ vasfının bulunmasının delili, Cenâb-ı Hakk'ın "Hâlbuki çok sakınan (etkâ) o ateşten uzaklaştırılacaktır" deyi 17) ayetidir. Onun affedici olduğunun delili ise, ayetteki "affetsinler, aldırış etmesinler" ifadesidir.

k) Cenâb-ı Hak (c.c), Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "Onları affet ve ilişme" (Maide, 13) buyurmuştur. Hazret-i Ebu Bekr hakkında ise, "affetsinler, aldırış etmesinler..." buyurmuştur. Binâenaleyh, işte bu açıdan da bu ifade, Hazret-i Ebu Bekr'in bütün huylar hususunda hatta affetmesi ve ilişmesi hususunda Hazret-i Peygamber yanında "ikinin ikincisi" olduğuna delâlet eder.

I) Cenâb-ı Hak, "Allah'ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz?" buyurmuştur. Çünkü Cenâb-ı Hak tazim ifade etsin diye, Ebu Bekr'e çoğul zamiriyle hitab etmiştir. Hem, Cenâb-ı Hak, kendisinin Ebu Bekr'i bağışlamasını, Ebu Bekr'in affedip vazgeçmesine bağlamıştır. Binâenaleyh, Hazret-i Ebu Bekr'den sudur edecek olan şart tahakkuk edince, cezâ'nın (meşrutun) da buna dayanması gerekir. Sonra Allah istikbal sığasıyle "...size mağfiret etmesini" buyurmuştur ki bu, herhangi bir şey ile kayıtlı değildir. Böylece bu ayet, Cenâb-ı Hakk'ın, mutlak anlamda, Hazret-i Ebu Bekr'in geriye kalan ömrü içinde meydana gelecek günahlarını da bağışladığına delâlet eder. Böylece bu husus, İşte bu açıdan, Hazret-i Ebu Bekr'in, Cenâb-ı Hakk'ın Hazret-i Peygambere "Geçmiş ve gelecek olan günahlarını Allah'ın bağışlaması için (......)" (Feth, 2) sözü hususunda da, Hazret-i Peygamberin yanında, "ikinin ikincisi" olduğuna delâlet eder. Yine bu, aynı zamanda, Hazret-i Ebu Bekr (radıyallahü anh)'ın halifeliğinin muteber oluşunun da delilidir. Çünkü onun halifeliği, şayet haksız olsaydı, mutlak olarak bağışlanmış olmazdı. Yine bu, Hazret-i Peygamber'in, Hazret-i Ebu Bekr'i, cennetle müjdelenmiş onkişi arasında saymış olduğu haberin doğruluğuna da delâlet eder.

m) Cenâb-ı Hak, "Allah'ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz?" buyurunca, kendi kendisini, gafur ve rahîm olmakla nitelenmiştir. Gafur, "gufran" işini ileri derecede yapmayı ifade eder. Bu demektir ki Allahü teâlâ, Hazret-i Ebu Bekr'e tazim ifade eden cemî sığasıyla hitab ettiği için onu uiulamış, ona hakketiği saygınlığı vermiştir. Yine Cenâb-ı Hak, kendisini alabildiğince affedici olarak niteleyerek, kendi kendini ululamıştır. Ulu zât, önce kendisini ululayıp sonra da muhatabını ululaymca. işte bundan dolayı O'ndan sadır olan o tazım ve ululamanın mutlaka ve mutlaka son derece büyük olması gerekir. İşte bundan dolayı biz Cenâb-ı Allah, "Muhakkak Biz sana, Kevseri verdik" (Kevser, 1) buyurunca bu atıyyenm büyük olması gerektiğini söyledik. O halde bu ayet Hazret-i Ebu Bekr. (radıyallahü anh)'ın işte bu mertebe ve makam hususunda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında "ikinin ikincisi" olduğuna delâlet eder.

n) Cenâb-ı Hak, medhetmek için Hazret-i Ebu Bekr "fazilet ve servet sahibi" diye vasfedince, onun günahtan beri olduğunun söylenilmesi gerekir. Çünkü bu derecede medhedilen kimsenin cehennimtiklerden olması caiz değildir. Eğer asî olsaydı, o zaman cehennemliklerden olurdu. Çünkü Allah "Kim de Allah'a ve peygamberine isyan eder, sınırlarını çiğneyip geçerse, onu da, içinde ebedi kalıcı olmak üzere ateşe koyarız" (Nisa, 14) buyurmuştur. Hazret-i Ebu Bekr'in günahsız olduğu sabit olunca, bu ayetteki "Allah'ın size mağfiret etmesini..." ifadesiyle bir günahın bağışlanmış olmasının kastedilmesi caiz değildir. Çünkü mevcut olmayan bir günahın bağışlanması mümkün değildir. Ayetin bu manaya hamledilmesinin mümkün olmadığı sabit olunca, ayeti başka bir manaya hamletmek gerekir. Allah daha iyi bilir ya, O sanki "Allah'ın sizin o müfteri ve asikimselere tazimde bulunmanızdan dolayı size mağfiret etmesini sevmez misiniz?" demek istemiştir.

Binâenaleyh, ayetin neticesi şuraya varıp dayanır. Cenâb-ı Hak, "Ey Ebu Bekr, bu asileri sen kabul eder, onların yaptıklarını bağışlarsan, ben de onların yaptıklarını bağışlarım. Yok, eğer, reddeder geri çevirirsen, ben de reddeder geri çeviririm" demek istemiştir. O halde bu demektir ki, Cenâb-ı Hak Hazret-i Ebu Bekr'e bu dünyada şefaatte bulunma derecesini vermiştir. Bu ayet hakkında hatırımıza gelenlerin tamamı budur Allah en iyisini bilendir.

Buna göre şayet, "Bu ayet, bir başka açıdan da, Ebu Bekr'in faziletini zedeler, çünkü Allahü teâlâ Ebu Bekr'i yemin etmekten nehyetmiştir. Böylece bu, ondan böyle bir günahın sadır olduğuna delâlet eder" denilirse, biz deriz ki:

Buna birkaç bakımdan cevap verilir:

1) (Birşeyden) nehyetmek, o şeyin tahakkuk ettiğini göstermez. Nitekim Cenâb-ı Hak Hazret-i Muhammed'e "Kâfirlere ve münafıklara itaat etme"(Ahzâb, 1) buyurmuştur. Hâlbuki bu ifade, Hazret-i Peygamberin onlara itaat ettiğine delâlet etmez. Gerçi açık tabeder bu yeminin Hazret-i Ebu Bekr'den sadır olduğuna delâlet eder. Ama ne var ki, böyle olması halinde bile, ayet sizin görüşünüze delâlet etmez.

2) Farzedelim ki bu yemin, ondan sadır olmuş olsun. O halde daha niye siz, bu yenginin bir masiyet olduğunu söylüyorsunuz? Çünkü lütufta bulunmaktan kaçınmak özellikle bunun, kendisine iyilik yapana kötü mukabelede bulunan veyahutta bunu, kötü ve haram fiillere vesile kılan kişiler hakkında güzel ve yerinde olur. "Şayet bu bir masiyet olmasaydı, Cenâb-ı Hakk'ın "fazilet ve servet sahibi olanlar (...) kusuru" buyurarak bundan nehyetmesi, caiz olmazdı" da denilmez. Çünkü biz, bu nehyin, bir men ve haramlık ifade eden bir nehy olmadığını tam aksine bunun, evla, daha iyi olanın yapılmamasından ötürü sadır olan bir nehy olduğunu söylüyoruz. Buna göre Cenâb-ı Hak, Hazret-i Ebu Bekr'e sanki "senin fazlına ve geniş himmetine yakışan, yardımı kesmemendir" demek istemiştir. Böylece bu, haram olandan menetmek olmayıp, daha iyisini yapmaya sevketmek olmuş olur.

Buradaki “Akraba”dan Maksad

Âlimler, Cenâb-ı Hakk'ın "akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere" ifadesiyle kastedilenin Mıstah olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Mıstah hem Hazret-i Ebu Bekr'in akrabası, hem fakir, hem de muhacirdi. Âlimler, Mıstah'tan sudur eden günahın nevi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazıları bu günahın tıpkı Abdullah İbn Übeyy'in işlediği gibi, bir iftira olduğunu; Hazret-i Peygamber'in ona hadd cezası uyguladığını ve Mıstah'ın bu günahından tevbe ettiğini ileri sürerlerken İbn Abbas (radıyallahü anh), bu günahın Mıstah'ın söylenen şeyleri yadırgamayışı ve söylenenlere razı olduğunu ortaya koyuşu olduğunu söylemiştir. Hangisi olursa olsun, bir günahtır.

Habt'ın Batıl Olması

Âlimlerimiz, bu ayetle, Habtu'l-amâl- "amellerin boşa gitmesi" meselesinin batıl olduğuna istidlal ederek şöyle demişlerdir: Cenâb-ı Hak, Mıstah'ı bu iftirada bulunmasından sonra bile, Allah yolunda hicret edenlerden olarak vasfetmiştir ki, bu bir medh ve övgü ifade eder. Binâenaleyh bu onun Allah yolunda muhacir olmanın sağladığı sevabın, iftiraya teşebbüs etmesiyle boşa gitmediğine delâlet eder.

Mıstah'ın Derecesi

Ulema, Mıstah'ın Bedir savaşına katılanlardan olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de "Umulur ki Cenâb-ı Hak Bedir ashabına bakmış ve "istediğinizi yapın, çünkü Ben sizi bağışladım" Kenzu'l-Ummal, 10/30194. demiştir" dediği sahîh rivayetlerle sabittir. Binâenaleyh, o Bedir ashabından olduğu halde, daha nasıl kendisinden büyük günah sadır olabilir?

Ehl-i Bedir Günahsız mıdır?

Cevap: Bundan muradın, "Siz istediğiniz gühanı işleyin.." şeklinde olması, Allah'ın isyanı emretmesi veya isyanı devam ettirmesi olamaz! Çünkü biz, teklifin onların üzerin de de devam ettiğini, zorunlu olarak bilmekteyiz. O halde biz bunu bu manaya alırsak, bu, onlardan sorumluluğun kalkmış olmasını gerektirir. Bir de, şayet bu böyle olsaydı, Mıstah'a, yaptığından dolayı ceza uygulanmaz ve teşhir edilmezdi. Binâenaleyh, bu hadisin şu iki şeyden birine hamledilmesi gerekir.

1) Allahü teâlâ, Bedir ehlinin ne yapacaklarını biliyordu. Yine onların, tevbeleri ve kendisine rücü edeceklerini bilmişti. İşte bundan dolayı, "İster az isterse çok olsun, dilediğiniz kafileyi yapın. Çünkü Ben, sizi bağışladım ve size cennette üstün mertebeler ve dereceler verdim" demiştir...

2) Bununla onların taatlarını tastamam yerine getirmiş olmaları da muhtemeldir. Buna göre Cenab-ı Hak sanki "sizin tevbe ve Bana yönelmek üzere öleceğinizi bildiğim için, sizi bağışladım" demek istemiştir. Böylece de, onların o andaki durumlarını zikretmiş fakat akıbetlerini murad etmiştir.

Müsamahanın Yeri

Kötülük yapan kimseyi affedip, onun bu durumuna aldırmamak, yerinde ve teşvik edilmiş olan bir husustur.

Çoğu kez de, bu vacib olur. Şayet bu hususa, bu ayetten başka delâlet edecek hiçbir delil bulunmasa dahi, bunun delâleti yeterlidir, Baksana, Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah'ı", size mağfiret etmesini sevmez misiniz?" ifadesine... Allah burada, mağfiretini, (Hazret-i Ebu Bekr'in) affına ve vazgeçmesine bağlamıştır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, "ister yalan söylesin ister doğru, suçsuz olduğunu savunan kimsenin mazeretini kabul etmeyen kimse, kıyamet gününde Havz-ı Kevseri'ne gelemez" Kenzu'l-Ummal, 3/7032 buyurmuştur. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Müslümanların huylarının en üstünü, affedici olmalarıdır" dediği rivayet olunmuştur.

Yine onun, "Kıyamet günü bir münadî şöyle seslenir: Dikkat, Allah'dan alacağı olanlar kalksın..." Bunun üzerine ancak affedici olanlar kalkar...” Müsned, 3/438, 4/148. dediği, sonra da "Kim de affeder ve halini düzeltirse, onun mükafaatı Allah'adır" (Şura, 40) ayetini okuduğu rivayet edilmiştir.

Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendisini ziyaret etmeyeni ziyaret etmedikçe, kendisine zulmedeni affetmedikçe ve kendisini mahrum eden kimseye de vermedikçe faziletli olamaz" Müslim, Eymân, 11 (3/1272). dediği rivayet edilmiştir.

Hayra Mani Yemin Olmaz

Bu ayette, hayırdan kaçınmak için yemin etmenin caiz olmadığına dair bir delâlet bulunmaktadır. Bu ancak, sen yeminini hayırdan döndüren değil de, ona götüren bir sebep kıldığın zaman caiz olabilir.

Sekizinci Mesele

Fukahanın ekserisinin görüşü şudur: "Bir kimse iyi bir şeye yemin eder, sonra da ona aykırı olan durumun daha hayırlı olduğunu anlarsa, bu kimsenin daha iyi ve daha güzel olanı yapması, sonra da yemininden dolayı keffârette bulunması uygun olur..." Bazıları da "Onun o hayırlı işi yapması, onun yemininin keffâretidir" hükmünü vermişlerdir. Bu görüşte olanlar, ayet ve hadisle istişhâd etmişlerdir. Ayete gelince bu, Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i Ebu Bekr'e yeminini bozmasını emredip, ona herhangi bir keftâreti vâcib kılmayışıdır. Haberden delillerine gelince bu da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in söylediği rivayet edilen şu hadistir: "Kim bir şey üzerine yemin eder de, sonra başkasını ondan daha hayırlı görürse, daha hayırlı olan o şeyi yapsın, işte bu, onun keffâretidir"'

Cumhurun görüşünün delilleri ise şunlardır:

1) Cenâb-ı Hakk'ın "Allah, sizi yeminlerinizdeki lağvdan dolayı sorumlu tutmaz. Fakat kalblerinizin azmettiği yeminler yüzünden muaheze eder.., "(Maide, 90) ve "İşte bu andettiğiniz vakit yeminlerinizin kaffâretidir" (Maide, 89) ifadeleridir. Bu son cümlenin başındaki işte bu" kelimesi hem hayırlı olan şey hususunda yeminini bozan, hem de onun dışındaki şey hususunda yeminini bozan kimse hakkında umumi bir ifadedir.

2) Cenâb-ı Hakk'ın Hazret-i Eyyûb (aleyhisselâm)'ın hanımını dövmek için yemin ettiğinde, bu hususta gönderdiği şu ayet, "Eline bir demet sap al da, onunla vur. Yemininde durmaziık etme" (Saad. 44). Biz, yemini bozmanın, bozmamaktan daha hayırlı olduğunu anlamıştık. Halbuki Cenâb-ı Hak Hazret-i Eyyûb'a onun derecesine varmış olan vurmayı emretmiştir. Eğer bu hususta yemini bozmak onun keffâreti olmuş olsaydı, Hazret-i Eyyûb'a hanımını dövmesini emretmezdi. Tam aksine o keffâretsiz olarak yeminini bozmuş olurdu.

3) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Kim bir şeye yemin eder, sonra da onun dışmdakini daha hayırlı olarak görürse daha hayırlı olanını yapsın ve keffâretini versin..." Müslim, Eymân, 11 (3/1272) şeklindeki hadisidir. Önceki görüşün birinci maddesine şu şekilde cevap verebiliriz:

Allahü teâlâ, Hazret-i Ebu bekr hadisesinde keffâret işinden, ne menfî ne de müsbet olarak bahsetmemiştir. Çünkü bunun hükmü, diğer ayetlerde belirtilmiştir. Onların ikinci görüşlerine yani rivayet ettikleri hadisteki, "O, hayırlı olanını yapsın, işte bu onun keffâretidir" şeklindeki ifadeye de şu şekilde cevap veririz: Hadisin bu kısmının manası, "Bu, Kur'ân'da bahsedilen keffâret değil, günahın keffâretidir" şeklindedir. Çünkü Hazret-i Ebu Bekr'de yeminleri bozmaktan nehyedilmişti. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak burada oda, yemitûm bozmasını ve tevbe etmesini emretmiş, bunun da, yemini sebebiyle işlemiş olduğu o günahı örttüğünü haber vermiştir.

Hazret-i Aişe'nin Faziletleri

Kasım İbn Muhammed, Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben, şu on hasletten dolayı, Peygamber'in diğer hanımlarından üstün kılındım: 1) Hazret-i Peygamber bakire olarak, sadece benimle evlendi. 2) Benim hem anam, hem de babam muhacirdir. 3) Hazret-i Cebrail, benim biçim ve suretimi, ipeğe bürünmüş olarak getirip (Hazret-i Peygamber'e gösterdi de) ona benimle evlenmesini emretti. 4) Ben Hazret-i Peygamber'le aynı kabtan yıkanır, guslederdik. 5) Hazret-i Peygamber benimle beraber, aynı çarşafın, yorganın altında iken Cebrail ona vahiy getirirdi. 6-7) Hazret-i Peygamber benimle Şevval ayında evlendi ve aynı ayda da benimle zifafa girdi. 8) Hazret-i Peygamber benim elimde ruhunu teslim etti. 9) Allahü teâlâ benim suçsuz olduğuma dair, ayet inzal buyurdu. 10) Ve Hazret-i Peygamber benim hâne ve odama defnolundu... Bütün bu hususta, hiç kimse bana müsavi olamaz.

Bazıları da şöyle demiştir: "Allahü teâlâ dört şeyi dört şeyle tezkiye etmiştir. Yusuf (aleyhisselâm)'ı, şahidin ifadesiyle. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Onun yakınlarından biride bu hususta şehâdet etti" (Yusuf, 6) buyurmuştur. Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ı yahudilerin dedikodularından, elbisesini kaçıran taşla kurtarmıştır. Hazret-i Meryem'i, çocuğunu konuşturmak suretiyle... Hazret-i Âişe (radıyallahü anha)'yı da her zaman okunan mu'ciz kitabındaki bu ulu ayetlerle...

Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Âişe' nin vefatı yaklaşınca İbn Abbas, yanına girmek için müsade istemek üzere gelir. Bunun üzerine Hazret-i Âişe "Şimdi gelip beni övecek mi (istemem)" dedi. İbnu'z-Zübeyr bu hususu İbn Abbas'a haber verdi. İbn Abbas da, "O bana izin vermedikçe kat'iyyen ayrılmam!" dedi. Hazret-i Âişe ona müsade edince de, içeri girdi. Derken Hazret-i Âişe, "Cehennemden Allah'a sığınırım" deyince, İbn Abbas, "Ey müminlerin annesi. Cehennemden sana ne! Allah seni ondan korudu. Senin masumiyetini mescidlerde okunur halde indirdi. Ve senin beri ve temiz olduğunu bildirerek, "... Temiz kadınlar ise temiz erkeklere, temiz erkeklerde temiz kadınlara." (Nur, 26) buyurmuştur. Sen, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e O'nun hanımlarının en sevgilisiydin. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise sadece tayyib olan kadınları severdi. Ve senin teyemmüm hükmünü indirerek, "Temiz bir toprağa teyemmüm ediniz" buyurdu."

Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Âişe ile Hazret-i Zeyneb, karşılıklı olarak kendilerini methetmeye başladılar. Hazret-i Zeyneb, "Ben, Rabbimin, Peygamber'in benimle evlenmesine dair ayet indirdiği kimseyim" deyince, Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) da, "Ben de, Safvan İbnu Muattal beni, binitine bindirdiği için (meydana gelen şeylerden) Rabbimin beni temizleyip akladığı kimseyim" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Zeyneb'e "Ona binerken ne dedin" dediğinde, Hazret-i Âişe, "Allah bana kafidir, ne güzel vekildir dedim" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Zeyneb, "Mü'minlerin söylemesi gereken sözü söyledin" dedi.

Masum Kadınlara İftira

22 ﴿