29"Ey imân edenler, kendi odalarınızdan başka odalara (evlere), sahibleriyle ünsiyet peydah etmeden (kendinizi tanıtmadan) ve selam vermeden girmeyin. Bu, sizin için daha hayırlıdır. Olur ki iyice düşünürsünüz. Eğerorada bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, "Geri dönün, gidin" denilirse, dönüp gidin. Bu, sizin için daha temizdir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir. Meskûn olmayan ve içerisinde sizin bir metâ'ınız bulunan evlere girmenizde, size bir vebal yok. Açıktan yaptığınızı da, gizliden yaptığınızı da Allah bilir". Bil ki Allahü teâlâ iftira atma ve kazf ile ilgili hükümleri ve bunlarla ilgili diğer ahkâmı, bırakıp ilgili bir başka hususa dönmüştür. Çünkü iftiracılar, bühtanlarına ancak tesadüfen ortaya çıkan bir halvetten (yalnız kalıştan) ötürü imkan bulmuşlardır. Böylece bu, halvet sanki töhmet yolunun bizzat kendisi oluvermiştir. Bundan dolayı Hak teâlâ, kişinin bir başkasının evine ancak izin isteyip-selam vermesinden sonra gerektiğini bildirmiştir. Çünkü onun o eve bu şekilde girmemesinde bir töhmet yatmaktadır. Bunda ise saklı ve gizli kalmayacak kadar bir zarar söz konusudur. İşte bundan ötürü Hak teâlâ, "Ey iman edenler..."buyurmuştur. Bu ayetle ilgili şöyle soru sorulabilir: Birinci soru: "İsti'nâs", karşılıklı oturup, kalkma ile elde edilen, ünsiyet, yakınlık, demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Söz dinlemek ve sohbet etmek için de girmeyin" (Ahzab, 53) buyurmuştur. Bu ise, ancak girip selam verdikten sonra gerçekleşir. Binâenaleyh evlâ olanın, selâmın "isti'nas"dan evvel olması idi. Ama niçin, bunun aksine olmuştur?" Buna şu birkaç açıdan cevab veririz: 1) İbn Abbas ve Sa'id b. Cübeyr'den şu rivayet edilmiştir: Ayeti (izin isteyinceye) kadar şeklindedir... Fakat bu ayeti yazan kâtibi, hatâen böyle yazmıştır." Nitekim Ubeyy b. Ka'b (radıyallahü anh)'ın mushafında şeklindedir. Selâm vermeniz sizin için, câhiliyyenin selâmından ve "dumûr"dan, yani evlere izin istemeden dalmanızdan daha hayırlıdır. "Dumûrr", olma manasına gelen "dimâr" masdanndan iştikak etmiştir. Buna göre sanki yapan kimse, işlediği o suçun büyüklüğünden ötürü helak olmuş gibidir. Nitekim hadis-i şerifte de, "Gözü, izin istemesinden önce içeri (izin istediği ev içine bakan) helak olmuştur" diye buyurulmuştur. Bil ki İbn Abbas a isnad edilen bu söz kabule şayan değildir. Çünkü bu, tevatüren nakledilen Kur'ân'a ta'netmeyi ve mutevâtir olmayan kıraatlerin ise doğru olmasını gerektirir. Bu iki kapıyı açmak ise Kur'ân'ın bütününe yönelik şüphe kapılarını apnaktır. Bu ise yanlıştır. 2) Hasan el-Basri'den şu rivayet edilmiştir: "Ayetin bu ifadesinde, mana yönünden bir takdim-te'hir söz konusu olup, manası "oradakilere selam vermedikçe, ve onlarla ünsiyet peydah etmedikçe..." şeklindedir. Bu böyledir. Çünkü selam, inayetten öncedir. Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anh)'de bu ayeti, sahiblerine selâm vermeden ve onlardan izin istemeden..." şeklinde okumuştur. Bu da zayıftır. Çünkü ayetin zahirinin hilafınadır. 3) Sözün, olduğu gibi alınması halinde, ayette bahsedilen "isti'nâs"ın manası hususunda şu izahlar yapılmıştır: a) Bu, "sizler izin istemek suretiyle bir ünsiyet meydana getirmedikçe..." demektir. Çünkü onlar, izin isteyip, bir de selâm verdiler mi, oradakilerle bir yakınlık peydah olurlar. Fakat izinsiz olarak oraya dalarlarsa, oradakileri ürkütmüş olurlar ve onların zoruna gider. b) "İsti'nâs" kelimesi, "isti'lâm" (durumu sorma) ve istikşaf (izahat isteme) manasına da tefsir edilmiştir. Çünkü bu, birisi birşeyi apaçık gördüğünde kullanılan deyiminden "istif'al" vezninde bir kelimedir. Buna göre ayetin manası, "bilgi edinmeden ve içeri girmenizin istenip istenmediğini iyice anlamadan, açıklığa Etrafı kolla, yaklaş bakalım hiç kimseyi görecek misin?" "Etrafı yokladım, baktım, kimseyi göremedik" yani "Kendimi tanıttım ve bilgi edinmek istedim" şeklindeki sözleri de bu manadadır. Eğer, "Bu kelime, ünsiyet manasına hamledildiğinde bile, önce selam olması gerekir. Çünkü rivayet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Esselâmü Aleyküm, Gireyim mi?" (Girebilir miyim)?" diye izin istermiş" denilirse, biz deriz ki: İzin isteyen kimse çoğu kez, evde birisinin olup-olmadığını bilemez. Dolayısıyla onun (önce) selâm vermesinin bir manası yok. Doğruya en yakın olan, onun isti'zanı (izin istemesiyle) önce, orada izin verecek birisinin olup-olmadığını öğrenmesi, kendisine müsâde edilip içeri girdiğinde ise, onlarla yüz yüze gelince, onlara selam vermesidir. c) İsti'nâs kelimesinin, orada birisini olup olmadığını öğrenmek demek olan "ins" kelimesinden müştak olduğu da düşünülebilir. Bu işin, selamden önce olacağında şüphe yoktur. d) "İsti'nas"ın, selamdan sonra olacağını kabul etsek bile, bunların başındaki vâv, tertibi (sırayı) ifade etmez. Binâenaleyh bu kelimenin, lafız itibarıyla (ayette), selamdan önce zikredilmesi, yapılırken selamdan önce olmasını gerektirmez. İsti'zanın Önce Gelmesinin Hikmeti İkinci soru: "İsti'zân"ın (izin istemenin) önce olmasının gerekliliğindeki hikmet nedir? Cevab: Bu hikmet, Hak teâlâ'nın, "Meskûn olmayan... evlere girmenizde size bir vebal yok" ifadesiyle dikkatimizi çektiği şeydir. Böylece Cenâb-ı Hak bu şartın dışındaki durumlarda, evlere girmemizi haram kılış sebebinin, o evlerin meskûn oluşu olduğuna işaret etmiştir. Çünkü izinsiz olarak o eve aniden giren kimse, avret (görülmesi dinen caiz olmayan şeyler) gibi, bakılması helal olmayan yahut da oradakilerin, başkaları tarafından vâkıf olmasını istemedikleri halleri aniden görmekten emin olamaz. Bu, nass ile dikkat çekilen sebebler bâbındandır. Bir de bu, başkasının mülkünde tasarruf etmektir. Binâenaleyh mutlaka sahibinin rızasıyla olması gerekir, aksi halde gasba benzer. Üçüncü soru: İzin istemenin şekli nasıldır? Cevab: Bir adam, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den izin istedi ve "Girebilir miyim?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, Ravza adındaki bir kadına "Kalk git, şu adama (nasıl izin deneceğini) öğret. Çünkü o, güzel izin isteyemiyor. Ona deki: "Selâmün Aleyküm, Girebilir miyim?" desin" dedi." O adam da bunu duyup, denildiği şekilde yaptı. Sondan sonra Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona, "Gir" dedi. O da içeri girdi ve Resûlullah (aleyhisselâm)'dan bir kaç şey sordu. Resûlullah (aleyhisselâm) da cevab verdi. Derken, "Senin bilmediğin bir ilim var mı?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Allah hiç şüphesiz bana çok hayır (ilim) verdi. Sadece Allah'ın bildiği ilimler vardır" dedi ve "O kıyametin ilmi şüphesiz Allah'ın nezdindedir..." (Lokman, 34) ayetini okudu. Câhiliyyede birisi başkasının evine girdiğinde, "Hayırlı sabahlar", "Hayırlı Akşamlar" derdi ve çoğukez ev sahibine hanımıyla birlikte yatağında rastlardı. Allahü teâlâ bu selamlamayı kaldırmadı, fakat daha güzelini ve iyisini öğretti. Mücâhid'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ayetteki "isti'nâs" ile izin steyenin öksürme (gibi bir ses ve hareketle) geldiğini hissettirmesi kastedilmiştir" derken; ikrime bunun, tesbih, tekbir ve benzeri şeyler olduğunu söylemiştir. Dördüncü soru: İzin istemenin sayısı ne kadardır? Cevab: Ebu Hureyre (radıyallahü anh)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "İzin isteme üç defa olur. Birincisinde, içeridekiler susmaya (sesi anlamaya) çalışırlar, ikincisinde, kendilerine (ve etrafa) çekidüzen verirler. Üçüncüsünde de, ya izin verirler, ya vermezler" Kenzü'l-Ummâl, 9/25203.buyurmuştur. Cündeb'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resûlullah (aleyhisselâm)'ın "Sizden biri üç kere izin ister de, kendisine izin verilmezse, dönüp gitsin "dediğini duydum. Buhâri, istizan, 13. Ebu Sa'id el-Hudri'nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ensara âit bir toplantı yerinde oturuyordum. Derken bir telaş ve korku içinde Ebu Musa geliverdi. Ona, "Seni korkutup, telaşlandıran ne?" dediğimizde o, "Ömer kendisine gelmemi emretmiş. Ben de gittim ve (kapısında) üç kez izin istedim. Ama bana girme izni verilmedi. Ben de döndüm. Ömer, "bana gelmeni engelleyen ne?" dedi. Ben de, "Geldim, üç defa, (Gireyim mi?) diye izin istedim, fakat bana izin verilmedi ("Gir denilmedi"). Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Sizden biri üç kere izin ister de kendisine izin verilmezse, dönüp gitsin Buhari, İsti'zan, 13; Müslim, Adâb, 32-34 (3/1694). buyurdu" dedim. Bunun üzerine o, Hazret-i Peygamber'in bunu söylediğine dâir ya delil (şâhid) getirirsin aksi halde seni cezalandırırım" dedi. Übeyy (radıyallahü anh) da: "Senin yanında (şahid olarak) burada bulunanların en genci gelsin" dedi. Ebu Sa'id kalktı ve (gidip) buna şehâdet etti. Bazı rivayetlerde de, Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'in, Ebu Musa el-Eş'âri (radıyallahü anh)'ye şöyle dediği bildirilmiştir: "Ben seni itham etmiyorum. Fakat insanların Hazret-i Peygambere iftira etmelerinden (söylemediği şeyleri söyledi diye yalan hadis rivayet etmelerinden) endişe duydum." Katade'nin şöyle dediği rivayet edilmişti: "İzin isteme üç defadır: a) İçeridekilere, geldiğini duyurma, b) Onların hazırlanmaları, c) İçeridekiler ister müsâde etsinler, ister müsâde etmesinler için..." Bil ki bu, güzel âdâbtandır. Çünkü birincisinde, bazı şeyler, içeride olanların bunu tam duymasına mani olabilir. İkincisinde de, çoğu kez içeride izin vermeye mani olacak, yahut mani olmayı gerektirecek birşey yahut da izin verip vermemeyi denkleyen birşey olabilir. Binâenaleyh o kimseye üçüncü izin isteyişinde de cevap verilmezse, bu izin vermeyiş ile, mevcud bir engelden ötürü kendisine izin verilmediğini anlar. Çoğukez de bu, onun kapıya yaklaşmasının mekruh oluşunu gerektirir. Bundan ötürü, geri dönüp gitmesi sünnettir. İşte bundan ötürü şöyle denilmiştir: "İsti'zânda izin istemede şu üç husus vâcibtir: Bunların hemen peş-peşe olmayıp, aksine herbiri arasında biraz vakit bulunması gerekir. Fakat hızlıca ve görültülüce ev sahibine seslenmek haramdır. Çünkü bu, bir sıkıntı ve ürküntü verir. Bu konuda, caydırıcı bir husus olarak, Es'adoğulları hadisesi ile Hak teâlâ'nın bu konuda indirdiği, "Hücrelerin ardından sana seslenenler (var ya), onların çoğunun akılları ermez" (Hucurat, 4) ayeti yeter. - Beşinci soru: İzin isteyen kimse, kapının karşısında ne şekilde durur? Cevab: Rivayet olunduğuna göre, Ebu Sa'id (radıyallahü anh), yüzü kapıya dönük olduğu halde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına girme izni istedi de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona, "Yüzün kapıya dönük olduğu halde, izin isteme" dedi. Yine rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) birisinin kapısına geldiğinde, yüzünü tam kapıya dönmez, kapıya sağ veya sol (yanını) dönüp, "Es-selâmü Aleyküm" derdi. Çünkü o zamanlar, evlerin kapısında sütreler (Örtüler) yoktu. Altıncı soru: Ayetteki "hattâ" kelimesi, "gaye" (son noktayı, neticeyi) ifade eder. "Gaye" edatından sonra gelen hüküm, önce gelen hükümden başkadır. O halde ayetteki "Kendi odalarınızdan başka odalara (evlere) sahibleriyle alışkanlık peydah etmeden girmeyin" ifadesi, ev sahibi izin vermese bile, izin istemeden sonra, eve girebileceği manası gelir. O halde bu husustaki görüşünüz nedir? Cevab: Buna birkaç yönden cevab verebiliriz: a) Allahü teâlâ, izin istemeyi (isti'zan'ı) değil, isti'nası "gaye" kılmıştır. İsti'nas ise, izin istedikten sonra, izin verilince gerçekleşir. b) İzin istemedeki hikmetin, insanın müsâdesi olmadan başkasının evine girmemesi, çünkü bunun o kişiyi üzecek bir şey olduğunu, üzmemenin de ancak izin tahakkuk ettikten sonra meydana geldiğini nastan anlayınca, o esnada izin istemenin peşisıra izin verme gelmez ise bunun yeterli olmaması gerektiğini anlıyoruz. c) Hak teâlâ, "Eğer orada bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin "(Nur, 28) buyurmuş ve izinsiz girmeden sakındırmıştır. Dolayısıyla bu, enin bu ayette bahsedilen girmenin mubah oluşuna bağlandığını gösterir. Buna göre eğer, "Girmek için izin verilmesi gerektiği sabit olduğuna göre, başka şey bunun yerini tutabilir mi?" denilirse, deriz ki: Ebu Hureyre (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir âdâmın bir başka adama haber-elçi göndermesi, onun bir imi sayılır. Yine Ebu Hureyre (radıyallahü anh)'dan, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şu hadisi rivayet etmiştir: "Sizden biri davet edilir ve çağrılan kimse de, kendisine gelen haberci ile gelirse, bu onun için bir (girme) izni sayılır" Kenzü'l-Ummil, 9/25917 Bu hadis, şu iki hususa delâlet eder: a) Ayetteki, "sahibleriyle alışkanlık peydan edinceye kadar (isti'nâs'a kadar)" ifadesinden izin kastedildiği halde, izin açıkça ifade edilmemiştir. b) Birisini davet etmek, çağırmak; çağrılan, kendisini çağıran (adamla) birlikte geldiğinde, bu bir izindir ve yeniden izin istemeye muhtaç değildir, bazıları da şöyle demişlerdir: "Örf, evlere girmenin mubah oluşu şeklinde câridir. Binâenaleyh insan, izin istemeye mecbur değildir." Yedinci soru: Müsâdesiz olarak başkasının evine bakan kimsenin hükmü nedir? Cevab: Şâfii (r.h) "Onun gözü çıkarılsa, bundan dolayı ceza gerekmez" demiş ve Sehl b. Sa'd'den rivayet edilen şu hadisi delil getirmiştir: Birisi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in odalarından birine baktı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in o anda elinde, başını taradığı bir demir tarak vardı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Bilseydim ki sen bana bakıyorsun, bununla gözünü çıkarırdım. Çünkü izin isteme, bakmadan önce gelir" Kenzü'l-Ummal, 9/25205. buyurmuştur. Ebu Hureyre (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kim birisinin evine, onların izni olmaksızın bakarsa ve onlar da bundan ötürü onun gözünü çıkarırlarsa, onun gözü heder olmuş olur (bundan dolayı ceza gerekmez)" Tirmizi, Isti'zan, 17(5/64). Ebu Bekr er-Râzî (el-Cessâs) ise şöyle demiştir: "Bu rivayet, usûl kaidelerinin aksine varid olduğu için reddedilir (zayıf kabul edilir). Çünkü müsâdesi olmadan başkasının evine bir kimse girerse, ev sahibi de onun gözünü çıkarırsa, ev sahibi onun gözünü tazmin eder (karşılığını öder) ve eğer bunu kasten yapmışsa kısas, yok hatâen yapmışsa "erş" (para cezası, uzuv diyeti) gerekir. Eve giren kimsenin birşeyler göreceği ileri bir takım şeylere muttali olacağı malumdur. Binâenaleyh hadisin zahiri, üzerinde ittifak olunan şeye muhaliftir. O halde, hadis eğer sahih kabul edilirse, şu manaya gelir: "Kim birisinin evine muttali olur, onların haremlerine ve hanımlarına bakar, oradakiler tarafından buna mâni olunmak istendiği halde, o bundan vazgeçmez de, bu mâni olunma esnasında gözü çıkarılırsa, o göz "heder"dir. Fakat sadece bir bakış bulunur ve bir engelleme, yasaklama bulunmaz da, birisi gelip onun gözünü çıkarırsa, bu kimse suç işlemiş olur ve buna işlediği suçun, "...cana can, göze göz..." yaralamalar birbirine kısastır..."(Mâide.45) ayetinin zahirinden ötürü, cezası gerekir. Bil ki bu meselede, "göze göz" (Mâide, 45) ayetine tutunmak yanlıştır. Çünkü gözün bunu haketmemesi şartına bağlı olduğu hususunda ittifak etmişizdir. Çünkü göz buna müstehak olduğunda, kısas gerekmez. Binâenaleyh sen nasıl kalkıp da bir insanın evine (izinsiz) bakanın gözünün buna müstehak olmadığını söylersin. Bu, meselenin daha başıdır. Cessâs'ın, "Girse veya baksa, onun gözünün çıkarılması caiz değildir" şeklindeki sözüne karşı deriz ki: Bu iki şey arasındaki fark ortadadır. Çünkü birisi içeri girdiğinde, oradakiler onun yanlarına girdiğini farkedip, sakınarak, örtünürler. Fakat o (dışarıdan habersizce) baktığında, onlar bunu bilemezler. Dolayısıyla da o, muttali olunmaması gereken şeyleri görmüş olur. Bu sebeble şeriatça, bu mefsedet (zarar) kapısını kapamak için, şer'an burada alabildiğine caydırıcı hükümlere yer verilmiş olması uzak bir ihtimal değildir. Netice olarak diyebiliriz ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hadisini, bu kadar ufacık bir sözle reddetmek caiz değildir. Sekizinci soru: Siz, izin almanın mutlaka gerektiğini beyân ettiğinize göre, nasıl olursa olsun, bir izin yeterli midir, yoksa belli bir izin mi gerekir? Cevab: Ayetin zahiri izin veren ister çocuk, ister kadın, ister köle, ister bir zimmî olsun, mutlak manada bir iznin bulunmasını gerektirir. Çünkü bu izinde, bu izni verenin sıfatı nazar-ı dikkate alınmaz. Hediye ve benzeri konularda, bu kimselerin haberlerinin (şahidliklerinin) kabulü de böyledir. Dokuzuncu soru: Kişinin, mahremlerine karşı izin istemesi de nazar-ı dikkate alınır mı? Cevab: Evet, çünkü Ata b. Yesâr'dan şu rivayet edilmiştir: "Bir adam, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bu soruyu yöneltti ve "kız kardeşimin yanına (evine) girmek için de izin isteyecek miyim?" dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Evet, onu çıplak olarak görmeyi ister misin?" dedi." Muvatta, Isti'zân, 1 (2/240). Yine birisi, Huzeyfe (radıyallahü anh)'den, "Kız kardeşimin yanına girerken de izin isteyecek miyim?" diye sorduğunda o, "Eğer böyle bir izin istemezsen, hoşuna gitmeyecek şeyler görebilirsin" dedi. Ata da, İbn Abbas'a, "Kız kardeşimin ve nafakaları (geçimleri) üzerimde olan kimselerin yanına girmek için, izin talebinde bulunacak mıyım?" diye sorduğunda o: "Evet, çünkü Allahü teâlâ "Sizden olan çocuklar, bulûğ çağına ulaştığı zaman, kendilerinden evvelkilerin izin istediği gibi izin istesinler"(Nûr,59) buyurmuş ve ecnebi (yabancı) olan ile, mahremi (yabancı olmayanı) birbirinden ayırmamıştır. Bil ki mahremlerin yanına girmek için izin istememek caiz değilse de, onların saçlarına, göğüslerine, bacakların ve benzeri uzuvlarına bakmak caiz olduğu için, li değildir. Bu husustaki gerçek şudur: Başkasının yanına aniden girmekten menetmek, eğer o başkasının uzuvlarının açık bir şekilde görülmemesi için ise, buna kişinin hanımları ve cariyeleri hariç, herkes girer. Yok, eğer, o yanına girilecek kimse, başkasının kendisine muttali olmasını istemediği bir işle meşgul olmasından ötürü ise, bunun herkes hakkında genel olması gerekir, hatta onun müsâdesiz, olarak hanımı ve cariyesi yanına girmesi de caiz olmaz. Onuncu soru: Yangın veya hırsızın saldırması, yahutta kötü bir şeyin zuhur etmesi gibi şeyler bir kimsenin evinde aniden meydana gelse, yine izin talebinde bulunmak vacib midir? Cevap: Bütün bunlar, delil ile istisna edilen hallerdir. İzin isteme hususundaki sözümüzün tamamı bundan ibarettir, Selam meselesine gelince bu, müslümanların emrolunduğu sünnetlerinclendir. Selam verilenler için de, bir emniyet Tirmizl tefsiri, 96 (5/453). garantisi ve güvencedir. Bu cennetliklerin selamıdır; sevgi ve muhabbet celbeder, kin ve nefretleri de yok eder. Ebu Hureyre (radıyallahü anh)'dan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allahü Teâlâ Hazret-i Adem'i yaratıp ona ruhunu üfleyince, o aksırdı. Bunun üzerine Hazret-i Âdem "el-hamdü lillâh!" dedi ve böylece, Allah'ın müsadesiyle Allah'a hamdetmiş oldu. Bunu müteakip Rabbi ona, "Rabbin sana merhamet etsin! Ey Âdem, şu oturan melekler topluluğuna git ve "es-Selâmu aleyküm" de!" dedi. Hazret-i Âdem de bunu yapınca, tekrar yeniden Rabbine döndü. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, 'İşte bu, hem senin hem de zürriyetinin selamıdır' Tirmizl tefsiri, 96 (5/453). dedi." Ali İbn Ebi Talib (radıyallahü anh)'dan da: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir "Müslümanm müslüman üzerindeki hakkı altıdır: karşılaştığında ona selâm verir, davet ettiğinde ona icabet eder, gaybi şeylere iman konusunda ona nasihat eder, aksırdığımda, "Yerhamuke'llâh!" der, hastalandığında ziyaret eder ve öldüğünde cenazesinde bulunur.' Buhari. Cenâiz, 2; Müslim. Selâm, 4-6 (4/1705). İbn Ömer'den de Allah'ın Resulünün şöyle dediği rivayet edilmiştir: de, Allah'ın Resulünün şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kininizin ve öfkenizin kalbinizden çıkması sizi sevindirecekse, aranızda selâmı yayın" Buhari. İmân, 20; Hunim, imân, 93 (1/74) (Benzeri hadis). Cenâb-ı Hakk'ın, "Bu sizin için daha hayırlıdır" ifadesine gelince, bunun manası açıktır. Çünkü bunun manası, "Sizin böyle yapmanız, başkasının yanına izinsiz olarak aniden girmenizden, sizin için daha hayırlı ve daha uygun olandır" şeklindedir. "Olur ki, iyice düşünürsünüz". Yani, "Bu terbiye metodunu tezekkür etmeniz ve ona sımsıkı sarılmanız için..." demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak "Eğer orada yanı evlerde bir kimse bulamazsanız... oraya girmeyin" buyurmuştur. Çünkü bu iki yerdeki illet aynı olup, bu da, orada başkasının görmesinin arzu edilmediği bazı hallerin bulunabilmesidir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Eğer size, "Geri dönün, gidin" denilirse, dönüp gidin..." buyurmuştur. Bu böyledir, çünkü ev sahibi bir başkasının kendi evine girmesini hoş karşılamadığı gibi, kapısının önünde dikilip durmasını da hoş karşılamaz. Binâenaleyh, hiç şüphesiz ki (izin isteyen) kimseye uygun ve en temiz olan hareket biçimi, ürkütmeyi ve sıkıntı vermeyi sona erdirmek için, çekip gitmesidir. Allahü Teâlâ, kendisinde iskân edilen evlerin hükmünü zikredince, bundan sonra meskûn olmayan yurtların hükmünü zikrederek "Meskûn olmayan evlere girmenizde, size bir vebal yok" buyurmuştur. Bu böyledir, çünkü girmeye mani olan şey, bu engeli ortadan kaldıracak olan içindir. Müfessirler Cenâb-ı' Hakk'ın ifadesiyle nerelerin kastedildiği hususunda ihtilaf ederek, şu görüşleri ifade etmişlerdir: 1) Muhammed Ibnu'l-Hanefiyye'ye göre, burası, hanlar, aşevleri ve alışveriş yapılan dükkânlardır. Ayetteki (Meta) ise, sıcaktan, soğuktan korunma, denk ve eşyayı korumak ve alışverişte bulunmak gibi menfaat ve faydalardır. Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Ebu Bekr, "Ey Allah'ın Resulü, Allah sana izin istememiz hususunda bir ayet indirdi. Biz ise, ticaret hususunda farkı farklıyız. Bu sebeple işte, şu şu hanlara varıp konaklıyoruz. Şimdi, izin olmadan biz oraya giremeyecek miyiz?" deyince, işte o zaman bu ayet nazil oldu. 2) Burası, içinde abdest bozulan harabelerdir. Ayetteki "meta" kelimesiyle ise, abdest bozma kastedilmiştir. 3) Buralar, çarşı pazarlarıdır. 4) Buralar, hamamlardır. Evlâ olanı ise, bunların hepsinin, bu ayetin muhtevasına girmesinin imkânsız olmadığının söylenmesidir. Binâenaleyh, bu ayet, bütün bu manalara hamledilebilir. Bunun illeti ise, oraların bu şekilde olması halinde, örf açısından oralara girme izninin verilmiş olmasıdır. İşte biz de şimdi diyoruz ki, bu gibi yerler, meskûn olmayan bir biçimde bulunur, fakat gasbedilmiş olurlarsa, yine buralara girmek caiz değildir. Ancak, hanların genel durumundan anlaşılan, oraların kişilerin girmesi için yapılmış olduklarıdır. Cenâb-ı Hakk'ın "Açıktan yaptığınızı da, gizliden yaptığınızıda Allah bilir" ifadesine gelince bu, harabelere ve boş evlere giren, şüphe ehlini tasdik içindir. Yedinci hüküm, bakmasıyla ilgili hükümdür: Cenâb-ı Hak, şöyle buyurmuştur: |
﴾ 29 ﴿