31

"Mümin erkeklere söyle: "Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için çok temizdir. Şüphesiz ki Allah, kullarının (ne) yapacaklarından hakkıyla haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar. Irzlarını korusunlar. Zinetlerini, açmasınlar. Bunlardan görünen hsmı müstesna. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak surette) örsünler. Zinet (mahallerini) kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocalarının oğullarından, yahut kendi erkek kardeşlerinden, yahut kendi erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kızkardeşlerinin oğullarından, yahut kendi taamlarından, yahut kendi ellerindeki memlûklerden, yahut erkeklikden yana hüyacı olmayan (yani erkeklikten kesilmiş bulunan) hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye, ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah'a tevbe edin, ey müminler. Ta ki, korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.".

Bil ki Allahü Teâlâ, "Mümin erkeklere söyle" buyurmuş ve bu işi, müminlere etmiştir. Çünkü mümin olmayanların, gözlerini helâl olmayandan sakındırmaları ı da, helâl olmayandan korumaları gerekmez. Çünkü bu hükümler, İslâm'ın fürûu gibidirler. Mü'minler, bu hükümlerle doğrudan doğruya emrolunmuşlardır. Kâfirler ise daha önce, bu hükümlerin kendisine tâbi olduğu şey (iman) ile emrolunmuşlardır. Yapılmaması halinde bir cezaya müstehak olma hususunda, her ne kadar kâfirlerin durumu müminlerin durumu gibi olsa dahi, ancak ne var ki mümin, bu tâata, herhangi ibir mukaddime olmaksızın imkan bulur, kafir ise, buna ancak daha önce bulunması gereken bir şey (iman) ile imkan bulur ki, bu da kafirler için mükellefiyetin gerekliliğine mani teşkil etmez.

Bil ki, Cenâb-ı Hak, erkeklere gözlerini yummayı, ırzlarım korumayı emretmiş, kadınlara da, erkeklere emrettiği şeylerin aynısını emretmiş, kadınlarınkine hususi bir takım kimseler hariç, zinetlerini göstermemeleri hükmünü de ilave etmiştir.

Cenâb-ı Hakk'ın "Gözlerini sakınsınlar" ifadesine gelince, bununla ilgili birkaç mesele vardır.

Birinci Mesele

Ekseri ulemâ, bu ifadenin başındaki (......) edatının, "tebîz" için olup, kastedilen mananın, kişinin gözünü, haram olan şeylere kapaması ve helâl ile yetinmesinin kastedildiği kanaatindedirler. Ahfeş ise, bu (min)'in zait olabileceğini söylemiştir ki, bunun bir benzeri de, "Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur" (Hûd, 50) ve "Sizden, onu koruyacak hiç kimse de yoktur" (47) ayetleridir. Sibeveyh ise, bunu kabul etmemiştir. Buna göre şayet, "Bu edat niçin ırzı korumayı ifade eden ifadeye değil de gözü kapamayı ifade eden cümleye gelmiştir?" denilirse, biz deriz ki: Bakma işinin çok geniş olduğuna delâlet etmek için... Baksana, kişiye mahrem olan, (dinen nikâhı düşmeyen kimseler)in saçlarına ve göğüslerine bakmasında bir sakınca yoktur. (Ümmü veled olmayan) cariyeler de böyledir. Ama avret mahallinin durumuna gelince, bunun işi incedir. İstisnai durumlar hariç, bakmanın mubah oluşu ile istisna durumlar hariç, cimâ'nın yasak oluşu bu hususta fark olarak sana yeter... Bazıları Cenâb-ı Hakk'ın ifadesine, "bakışlarını "kıssınlar" manasını vermişlerdir. Binâenaleyh göz bakmadığı zaman o, o işten alıkonulmuş ve men edilmiş demektir. Bu manaya göre, bu ifadenin başındaki ne zaittir, ne de tebîz ifade eder. Tam aksine, bu edat, "gözü yummak" fiilinin sılasıdır... Nitekim Arapça'da, "Hakkını noksan ettiğinde", "Falancanın hakkını eksilttim" denilir.

İkinci Mesele

Bil ki, avret mahalleri dört çeşittir: Erkeğin erkeğe karşı avreti, kadının kadına karşı avreti, kadının erkeğe karşı avreti erkeğin kadına karşı avreti...

Erkeğin erkeğe karşı avretine gelince, bir erkeğin diğer bir erkeğin, avret mahalli hariç, bütün bedenine bakması caizdir. Erkeğin avret mahalli ise, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Göbekle diz kapaklarının bizzat kendileri avret değildir. Ebu Hanife (r.h)'ye göreyse, avrettir. İmâm Mâlike göreyse, uyluk, avret değildir. Bunun delili, Huzeyfe (radıyallahü anh)'dan rivayet edilen şu hadistir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidde, uyluğu açık iken, Huzeyfe'ye rastladı da, bunun üzerine, "uyluğunu ört, çünkü o, avrettendir" Tirmizi, Edeb, 40(5/110). buyurdu. Ve yine Hazret-i Peygamber, Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'a "Uyluğunu açma ve ne ölünün ne de dirinin uyluğuna da bakma" İbn Mace, Cenâiz, 8 (1/469). demiştir. Binâenaleyh, eğer o kimsenin, mesela tüysüz ve parlak, çekici olması gibi bir sebepten dolayı, yüzüne veya bedenin diğer yerlerine bakmasında bir şehvet veya bir fitne korkusu bulunuyorsa, ona bakmak helâl olmaz. Her biri, yatağın birer tarafında olsa bile, erkeğin erkekle (aynı) yatakta yatması caiz değildir. Çünkü, Ebu Said el-Hudri, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Aynı yorgan aynı battaniye altında, ne erkek erkeğe, ne de kadın kadına yaklaşabilir... (Yani, yatamazlar)..." Müslim, Hayz, 74 (1/206); Tirmizi, Edeb, 36 (5/109) buyurduğunu rivayet etmiştir. Kucaklaşmak ve şefkatinden dolayı, çocuğu hariç, yüzü öpmek mekruhtur, ama musafaha ise müstehabtır, hoştur. Çünkü, Hazret-i Enes Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir adam, "Ey Allah'ın Resulü, bizden birisi, kardeşi veya dostu ile karşılaştığında, ona tazimle eğilir mi?.." dediğinde, Hazret-i Peygamber, "Hayır" dedi. Peki, o, onu kendine yapıştırıp öpebilir mi? deyince yine "Hayır" cevabını verdi. "Peki, onun elinden tutup onunla musafahada bulunabilir mi?" deyince de, "Evet" buyurdu.

Kadının kadına karşı avreti ise, tıpkı erkeğin erkeğe karşı olan avreti gibidir, binaanaleyh, göbeği ile diz kapağı arası hariç, bir kadın diğer bir kadının bütün bir tine bakabilir. Ama fitne endişesi güdülürse, caiz değildir. Kadının kadınla yatması da caiz değildir. Zimmî bir kadının müslüman bir kadının bedenine bakması mıdır? Bunun, tıpkı bir müslüman kadının diğer bir müslüman kadının, (istisna yerler hariç) bedenine' bakmasının caiz olması gibi, caiz olduğu ileri sürülse de, din ayrılığı söz konusu olduğu için, doğru olan bakmasının caiz ıasıdır. Çünkü Allahü Teâlâ "yahut kendi kadınlarından..." buyurmuştur. Zımmi olan kadın ise, bizim kadınlarımızdan değildir.

Kadının erkeğe karşı avretine gelince, bu durumda bakılır, kadın ya yabancı veya îm (nikâh düşmeyen) birisi ya da kendisinden yararlanılan cariyedir... Eğer, yabancı olursa bu durumda bu kadın ya hürdür, ya da cariyedir. Eğer hür olursa, kadının bedeninin tamamı avrettir. O erkeğin, bu kadının yüzü ve elleri hariç bir yerine bakması caiz değildir. (Bu iki yerin müstesna tutulması da), kadının içverişte yüzünü açma; bir şeyi alıp ya da vermek için de, elini çıkarma ihtiyacını hissettiğindendir. "el-keffu" sözüyle biz, elin bileklere kadar olan kısmını, hem içini hem de üstünü kastediyoruz. Elin üstünün, avret sayıldığı da ileri sürülmüştür.

Bil ki biz, o kadının bedeninden bakılması caiz olmayan yeri ile el ve yüz gibi, bakılması caiz olan yerlerini zikrettik. Ama bu iki hükmün de istisnaları vardır.

Kadının, yüzüne ve etlerine bakmanın caiz olması sözüne gelince, bil ki bu da, üç kısma ayrılır:

a) Zira bu bakmada ne herhangi bir maksat ve gaye vardır, ne de fitne.

b) Bu bakışta, bir maksat söz konusu olmadığı halde, fitne söz konusudur.

c) Bu bakışta, hem bir maksat bulunur, hem de fitne söz konusudur.

Birinci kısma gelince, bil ki herhangi bir maksat olmaksızın yabancı bir kadının yüzüne bakmaya kastetmesi caiz değildir. Eğer onun gözü o kadına ansızın takılmışsa, bakmışsa Cenâb-ı Hakk'ın, "Mümin erkeklere söyle; "gözlerini sakınsınlar..." ifadesinden dolayı, gözünü yumar. Fitneye sebebiyyet vermeyecekse, tek bir defa bakmanın caiz olduğu ileri sürülmüştür ki, bu hüküm Ebu Hanife (r.h)'a aittir. Kişinin, Cenâb-ı Hakk'ın "Çünkü kulak, göz, kalb: Bunların her biri bundan mesuldür" (isrâ, 36) ayetinden dolayı, tekrar bakması caiz değildir. Bir de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Ey Ali, ardarda, peşpeşe bakma. Haydi diyelim, birincisi senin hakkın olsun, ama diğeri senin hakkın değildir" Tirmizi, Edeb, 28 (5/101) buyurmuştu. Cabir (radıyallahü anh)'ın da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah'ın Resulüne ansızın bakmanın hükmünü sordumda, bana gözümü çevirmemi, bakmamamı emretti. Bir de, genelde ilk bakıştan kurtulmak mümkün değildir; binâenaleyh ister kasten isterse kasıt olmaksızın bakılsın, bu bakış ahledilmiştir.

Kendisinde bir maksad bulunup bir fitnenin bulunmadığı ikinci kısma gelince, bu da şunlardır:

a) Bir kimse bir kadınla evlenmek istediğinde, yüzüne ve ellerine bakar. Ebu Hureyre (radıyallahü anh) şunu rivayet etmiştir: Birisi, bir ensarlı kadınla evlenmek istedi de, Allah'ın Resulü ona, "Ona bak, çünkü ensarlıların güzlerinde bir kusur vardır" buyurdu. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Sizden birisi bir kadına evlenme teklifinde bulunmak istediğinde, ona sırf evlenmek niyetiyle bakarsa, ona bakmasında bir beis, sakınca yoktur." Ebû Dâvûd, Nikâh, 18 (2/228) buyurmuştur. Muğire İbn Şu'be de şöyle demiştir: Bir kadına talip oldum, bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Ona baktın mı?" deyince, ben de "Hayır" dedim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, "Bak, çünkü bu bakış aranızda (evlendikten sonra) katık olmaya lâyıktır. (Evlendiğinde, hanımın güzelini almışsan, yüzüne baktıkça doyarsın)" İbn Mace, Nikâh, 9(1/599) Tirmizi, Nikâh. 5 (3/397) buyurdu. Bütün bunlar, kişinin maksadı, onunla evlenmek olduğu müddetçe, o kadının yüzüne ve ellerine şehvetle (istekli ve arzulu olarak) bakabileceğine delâlet ederiz. Bunun böyle olduğuna, Cenâb-ı Hakk'ın, "Bundan sonra kadınları (alman) ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl olmaz" (Ahzâp, 52) ayeti de delâlet eder. Onun güzelliği ona ancak, onların yüzünü görürse, hayranlık verir...

b) Bir kimse, bir cariye satın alsa, o kimsenin o cariyenin avret olmayan kısımlarına bakması caizdir.

c) Alışveriş yaparken, ihtiyaç anında, kim olduğunu ortaya koyabilmesi için, o kadının yüzüne dikkatlice bakması caizdir.

d) Şehâdetini üstleneceği zaman, o kadına bakabilir. Ama onun yüzünden başka yerine de bakamaz. Çünkü şehâdet konusundaki bilgi, bu yolla elde edilir. O kadına şehvetlice bakması demek olan üçüncü kısma gelince, bu yasaktır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çünkü "Gözler de zina ederler" Müsned, 2/343-344.buyurmuştur. Cabir (radıyallahü anh)' dan Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ansızın bakmanın hükmünü sordum da bana gözümü çevirmemi emretti, dediği rivayet edilmiştir. Tevrat'ta şöyle yazıldığı ileri sürülmüştür, (Harama) bakmak, kalbe şehvet tohumunu düşürür, çoğu şehvet ise, bir hüznü ve kederi doğurur...

Yabancı bir erkeğin, yabancı bir kadının bedenine bakmasının caiz olmaması konusuna gelince, ulemâ, bu husustan şu maddeleri istisna etmişlerdir.

1) Sünnetçinin tıpkı, sünnet ettiği kimsenin avret mahalline bakmasının caiz olması, güvenilir bir doktorun da müdahelede bulunması için kadına bakması caizdir. Çünkü bu nokta, zaruret noktasıdır...

2) Zina hususunda şehâdeti üstlenmek ilcin, zina eden tarafların avret mahallerine bakmaya kastetmesi caizdir. Yine bu kimsenin, doğum şehâdeti ile emzirmeye dair şahadeti üstlenebilmesi için, kadının fercine ve memelerine bakması caizdir. Ebu Said el-İstahvî ise şöyle demiştir: "Erkeğin, bu yerlere bu maksatlarla bakması caiz değildir. Çünkü bir kere zinanın saklı tutulması, ifşa edilmemesi teşvik edilmiştir. Doğum ve süt emzirme meselesinde ise, kadınların şehâdeti makbuldür. Binâenaleyh, şehâdette bulunmak için, erkeklerin bakmasına hacet yoktur..."

3) Şayet bir kadın, boğulmaya yanmaya maruz kalmışsa, onu ordan kurtarmak için, erkeğin onun bedenine bakması caizdir. O yabancı kadının cariye olması halinde, bazıları onun avret mahallinin göbeği ve diz kapakları arası olduğunu söylerlerken diğer bazıları onun avret mahallinin sinden ve zanaatından dolayı ortaya çıkmayan kısımları olduğunu söylemişlerdir. Binâenaleyh, bundan o kadının başı, kolları (diz kapağına kadar olan) baldırları, göğsü, boğaz, istisna tutulmuştur. Dolayısıyla bunlar, avret mahalli sayılmazlar. Onun sırtı ve karnı ve (dirsek omuz arasındaki) kısma gelince, buralar hakkında, yukarda bahsedilen İhtilâf söz konusudur. Binâenaleyh, ne o erkeğin o kadını; ne de o kadının o erkeği, ne kan almadan ne de sürme vb. şeyleri yapmaktan dolayı tutması caiz değildir. Çünkü tutmak bakmadan daha kuvvetlidir. Bunun delili şudur: Tutmadan ve dokunmadan dolayı gelen meni, orucu bozduğu halde, bakmadan dolayı gelen meni orucu bozmaz. Ebu Hanife (r.h) ise şöyle demiştir: "Erkeğin cariyenin bakması helâl olan kısımlarına dokunması caizdir."

Bu kadın eğer, o erkeğin sülâle cihetinden süt emme cihetinden ya da evlenme cihetinden bir mahremi ise, o kadının o erkeğe karşı avret mahalli, tıpkı erkeğin avreti gibi, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Diğerleri ise, o kadının avret mahallinin, ancak iş esnasında, görülmeyecek kısımları olduğunu söylemişlerdir ki, bu da Ebu Hanife (r.h)'ın görüşüdür. Diğer tafsilata gelince, bu mufassal açıklama, bu ayetin tefsirinde gelecektir. O kadının, tıpkı kişinin hanımı ve kendisinden istifâde etmesi helâl olan cariyesi gibi, "müstestena" (yani kendisinden yararlanılan kadın) olması haline gelince, o erkeğin bu kimselerin bedenin tamamına hatta avret mahalline bakması caizdir. Ancak ne var ki erkeğin, hem kadının avret mahalline, hem de kendisinin avret mahalline bakması mekruhtur. Çünkü bunun, körlüğe sebebiyet verdiği rivayet edilmiştir. Erkeğin, hanımının fercine bakmasının caiz olmadığı da söylenmiştir. Bu konuda bahsedilen cariyenin mücerret, vasıfsız köle veya "müdebber" veya "ümmü veled" veyahutta merhûne olması arasında bir fark bulunmamaktadır. Binâenaleyh, eğer bu cariye mecusî veya mürted yahut putperest ya da müşterek yahut evli veyahutta mûkâtebeli olursa, bu tıpkı yabancı kadının hükmünü alır. Amr İbn Şuayb'ın babasından, onun da dedesinden, dedesinin de Hazret-i Peygamber'den rivayetine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden bitiniz, cariyesini kölesiyle veya işçisiyle evlendirdiğinde, artık onun daha göbeği ile diz kapağı arasındaki kısımlarına bakamaz..."

Erkeğin kadına karşı avret mahallerine gelince, burada düşünmek lazımdır. Eğer o erkek o kadın için bir yabancı ise, o erkeğin o kadına karşı avret mahalli, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Tıpkı, kadının erkeğe karşı avret mahallerinin neresi olduğu meselesi gibi, yüzü ve elleri hariç, erkeğin bütün bedenin avret mahalli olduğu da ileri sürülmüştür. Ama birincisi daha doğrudur. Erkek için kadın, böyle değildir. Çünkü erkek karşısında kadının bedeni avrettir. Bunun delili ise, kadının namazını, bedeni açık olarak kılmasının sahîh olmayışıdır. Ama erkeğin bedeni, böyle değildir. Fitne endişesi duyulduğunda, erkeğin kadının yüzüne kasten bakması ve bakışların, tekrarlaması caiz değildir. Çünkü Ümmü Seleme'den şu rivayet edilmiştir: "Hem Ümmü Seleme hem de Meymûne, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında oldukları bir sırada, İbn ümmi Mektûm çıka gelmiş ve derken, onların yanına girmiş... Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Hışt, siz ikiniz, ondan ötürü örtünün" buyurmuş. Bunun üzerine Ümmü Seleme, "Ey Allah'ın Resulü, o bir âmâ değil midir? Bizi görmüyor ki' der. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "siz ikiniz kör müsünüz ki! Sizler onu görmüyormusunuz?" Buhari, Gusul, 20; Tirmizî, Edeb, 22, 29 (5/102) buyurun.

Eğer bu erkek o kadının mahremi ise, bu erkeğin o kadına karşı avret mahalli, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Yok, eğer, bu erkek, o kadının kocası yahutta onunla cinsi münasebette bulunması helâl olan efendisi ise, o zaman o kadının, erkeğin bedeninin tamamına bakması caizdir. Ancak ne var ki, tıpkı erkeğin hanımı karşısındaki durumu gibi, onun avret mahalline (zekerine) bakması mekruhtur. Erkeğin, ıssız bir yerde çıplak olarak oturması caiz değildir. Onun, avret mahallini örtmesi gerekir. Çünkü rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber'e bu mesele sorulmuş, o da "Allah kendisinden utanılmaya daha müstehaktır." Tirmizî, Edeb, 29 (5/102) cevabını vermiştir. Yine rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Aman ha, çıplak durmaktan sakının, çünkü tuvalette bulunmanız ve kişinin hanımıyla cinsi münasebette bulunması durumu hariç, sizinle beraber, sizden hiç ayrılmayan kimseler (melekler, cinler...) vardır. Tirmizi, Edeb. 2 (5/112) buyurmuştur. Allah en iyisini bilendir.

Üçüncü Mesele

Şiblî'ye Cenâb-ı Hakk'ın (......) ifadesinin tefsiri sorulmuş da, o da bunun üzerine "Baş gözlerini haramlardan; gönül gözlerini de Masivâllah (Allah'ın dışında kalan her şey)den çevirmektir" cevabını vermiştir...

Hak teâlâ'nın "Irzlarını korusunlar" ifadesi "helâl olmayan- korusunlar" manası kastedilmiştir. Ebu'l Aliye'nin "Nûr sûresindekiler Kur'ân'da geçen bütün (......) ve (......) şeklindeki ifadeler "zinâdan korunsunlar" manasınadır. Ama Nûr sûresindekilerin manası ise, "onlara yani avret mahallerine hiç kimse bakmasın" şeklindedir" demiştir. bu görüş zayıftır. Çünkü bu, delil olmaksızın ayeti tahsisdir. Zahirin gerektirdiği ise, o kimsenin zina dokunma ve bakma gibi Allah'ın haram kıldığı herşeyden kendisini muhafaza etmesidir. Bir de eğer bununla, sırf bakma yasağı kastedilmiş ise dokunmak ve cinsi münasebette bulunmak, haydi haydi kastedilmiştir. Çünkü bu kişi, bakmadan daha ileridir. Binâenaleyh eğer Cenâb-ı Hak, bakma hususunda nass (ayet) indirmiş ise, bu hitabın içinde, cinsi münasebet ve dokunma yasağını gerektiren şey de vardır. Bu tıpkı "Ana-babana "öf bile deme... "(isrâ. 23) ayetinin, bunun ilerisinde olan sövme ve dövme gibi şeylerin yasaklığını göstermesi gibidir.

Hak teâlâ'nın "Bu kendileri için çok temizdir" ifadesi "Bu hususa, sımsıkı sarılıp riayet etmeleri, onlar için daha temiz, daha iffetli olandır. Çünkü bu kişilerin sayesinde tezkiye olundukları, medhû senaya müstehak oldukları şeylerdendir" demektir. Şöyle de denebilir: "Allahü teâlâ, işte bu sayede mü'minleri tezkiye etmek istediği için, bu hitabı sadece mü'minlere yöneltmiştir. O halde bu ttfiriere lâyık değildir.

Ayetteki "Mümin kadınlara da söyle, gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar" ifadesi hakkındaki söz, daha önce geçtiği üzeredir. Buna göre eğer, "Gözleri yumma (sakınma), niçin ırzları korumadan önce zikredilmiştir?" denilirse, biz deriz ki: Bakmak, zinanın habercisi ve fısk-u fücurun öncüsüdür. Bu husustaki belvâ-i umûmi, daha fazladır. Dolayısıyla, neredeyse bundan korunulamaz.

Ayetteki "Zinetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısım müstesna..." ifadesine gelince, bu, genelde kadınlara ait hükümlerdendir. Biz, bunun genelde böyle olduğunu söyledik, zira kendisinde bir fitne bulunduğu için, erkeklerin de takı, elbise ve şâire gibi zinetlerini yabancı kadınlara göstermeleri haramdır. Burada bir kaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Müfessirler ayetteki "zinetlerini" ifadesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bil ki "zinet" sözü, Allah'ın yarattığı güzel şeyler manasına geldiği gibi, insanın elbise, takı ve şâire şeyler gibi, süslenip bezendiği şeyler manasına da gelir. Bazıları zinet sözünün, yaratılıştan olan güzelliklere kullanılmasını yadırgayarak, "Yaratılıştan (hılkî) olanlar için, neredeyse hiç, "Bu, onun zinnetidir" ifadesi kullanılmaz. Bu ancak, kadının, sürme, boya ve şâire gibi, sonradan yaptığı (süslere) denilir" demişlerdir.

Doğruya en yakın olan görüşün ise, hılkî (yaratılıştan) olanların da "zinet" sözüne dâhil olmalarıdır. Bunun böyle olduğuna şu iki husus da delâlet eder:

a) Pek çok kadın, hılkî (yaratıştan) olan vasıfları bakımından, zinet sayılan diğer şeylerden ayrılırlar. Binâenaleyh bu kelimeyi, "hılkî" olan güzellikler için de kullanırsak, umûmi olan bu kelimenin hakkını tastamam vermiş oluruz. Hılkî olanların dışındakilerin de bu ifadenin içine dâhil olmasına bir mâni yoktur.

b) Ayetteki, "Başörtülerini yakalarının üstüne örtsünler" ifadesi, "zinet" sözünün hem hılkî olanları, hem diğer süsleri (güzellikleri) içine aldığına delâlet eder. Böylece Cenâb-ı Hak sanki, başörtüleri ile bu gibi yerlerini örtmelerini farz kılmak suretiyle, kadınların hilkaten güzel olan yerlerini göstermekten menetmiştir.

"Zinet" kelimesinin, hılkî olanlar dışındaki süs ve güzellikleri için kullanıldığını söyleyenler de, bunu şu üç manaya hasretmişlerdir:

1) Sürme ve kaşları boyama, yanaklara allık vurma, el ve ayakları kınalama gibi boyalardır.

2) Yüzük, bilezik, halhal, pazubend, gerdanlık, taç, kemer ve küpe gibi takılar.

3) Elbiseler... Çünkü Cenâb-ı Hak, "Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde zinetlerinizi alın (takının, giyin)" (A'raf. 31) buyurarak, bu "zinet" ile elbiseleri kastetmiştir.

İkinci Mesele

Âlimler Hak teâlâ'nın "Bunlardan görünen kısmı müstesna" ifadesi ile neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir: Ayette bahsedilen "zineti", yaratılıştan olan güzellik ve süs manasına alanlardan Kaffal şöyle der: "Ayetin manası, "insanın, yürürlükte olan adete göre, gösterebildikleri şeyler müstesna" şeklindedir ki bunlar da kadınlarda el ve yüzler; erkeklerde de yüz, eller ve ayaklar gibi, bedenin uç uzuvlarıdır. Binâenaleyh insanlar, zarureten açılması gerekmeyen yerlerini örtmekle emrolunmuşlardır. Fakat insanlara, açık olması örfî (alışılmış) olan ve zarureten açılması gereken yerler hususunda ruhsat verilmiştir. Çünkü İslâm şeriatı, haniftir, kolaydır ve müsamahakârdır. Yüzün ve ellerin açılması ve zaruret gibi olunca, alimler bu iki yerin (kadın için) avret sayılmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Fakat ayakların açık olması zarurî değildir. Binâenaleyh hiç şüphesiz âlimler, ayakların "avret" olup olmaması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu hususta iki izah vardır: Doğru olan, ayaklar tıpkı ayakların üstü gibi avrettir. Kadının sesi hususunda da iki izah yapılmıştır: En doğru olanına göre, ses "avret" değildir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hanımları, hadisleri erkeklere rivayet ediyorlardı.

Ayette bahsedilen "zinet" sözünü, hılkî (yaratıştan) olan güzellikler dışındaki süsler manasına alanlar da şöyle demişlerdir: Hak teâlâ zinetten bahsetmiştir. Çünkü o zinetlerin, kadının üzerinde takılı olmadıkları sürece, onlara bakmanın helâl olduğu hususunda şüphe yoktur. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, o zinetlere bakmayı, onların kadının üzerinde olması şartına bağlı olarak haram kıldığına göre bu, kadınların uzuvlarına bakmanın haram oluşunu göstermede, te'kidli bir ifade olmuş olur. (Yani bu, o uzuvları bîr tarafa, onlarda takılı olan zinetlere bile bakmayın demektir.) Bu görüşe göre, kadının yüzündeki dövme, allık, bedenin diğer yerlerindeki boya ve yüzük gibi zinetlere bakmak helâldir. Elbise de böyledir. Bunlara bakmanın caiz oluşunun sebebi, kadının onları örtmede zorluk çekmesidir. Çünkü kadın mutlaka elleriyle birtakım şeyleri alıp-verme durumundadır. Şâhidlik yapmak, davalaşmak ve evlilik gibi konularda da yüzünü açması gerekmektedir.

Üçüncü Mesele

Âlimler, ayetteki "Zinetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı müstesna..." ifadesinin, cariyelerle değil de sadece hür kadınlarla ilgili olduğunda ittifak etmişlerdir ki bu açıktır. Çünkü câriye, sanki bir maldır. Alınıp-satılması hususunda, tedbirli davranmak gerekir. Bu ise, ona iyice dikkatlice bakmakla olur. Ama hür kadınlar böyle değiller...

Hak teâlâ'nın "Başörtüleriniyakaiannm üstüne örtsünler" ifadesindeki, "humur" kelimesinin müfredi, "himâr" olup, "başörtüsü" demektir. Müfessirler şöyle demişlerdir: "Câhiliyye kadınları, başörtülerini, arkadan bağlarlardı. Yakaları (elbiselerinin açılan kısımları) önde idi. Bundan dolayı onların boğazları, gerdanları ve döşleri açık oluyordu. Böylece onlar, boyunlarını, boğazlarını buraları kuşatan saçları, kulak ve gerdandaki takılar gibi zinetlerini ve bunların takıldıkları yerleri örtsünler diye, başörtülerinin uçlarını yakaları üzerine salıvermekle emrolundular. Ayette "örtme" manasında "darb" (vurma) kelimesinin kullanılması, başörtüsünün uçlarını buralara salıverip buraları iyice örtme manası kastedilmesi içindir. Ayetteki bâ harf-i cerh, "ilsâk" içindir: Hazret-i Âişe (radıyallahü anha)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ensar kadınlarından daha hayırlı olanını görmedim. Bu ayet nazil olunca, herbiri kendi çarşafına koştu ve onu alıp, onunla tepeden tırnağa büründü ve sanki başları üzerinde kargalar varmış gibi oluverdiler." Nihaye, 3/352 Ayetteki "cuyüb" kelimesi, yâ harfinden ötürü, cimin kesresi ile de okunmuştur, "buyût" kelimesi de, bu şekilde okunmuştur.

Hak teâlâ'nın, "Zinetlerini göstermesinler" ifadesine gelince, bil ki Hak teâlâ, daha önce mutlak manadaki zinetten bahsedince, burada da, o kadınları yabancılara göstermekten nehyettiği gizli zinetlerden bahsetmiş ve bu gizli zinetlerin, bütün herkesten saklanılması gerektiğini beyan buyurmuştur. Sonra şu on iki kısım insanı, bundan müstesna tutmuştur:

1) O kadınların kocaları,

2) Babalan... Bu herne kadar gerek kadın gerek koca tarafından, babaların babaları ve dedeleri, annelerin babaları ve dedeleri gibi yukarı doğru bütün babaları da içine alır.

3) Kocalarının babaları...

4-5) Oğulları ve kocalarının oğulları... Buna, mesela oğulların oğulları, kızları oğulları gibi, kadın ve koca tarafından aşağı doğru olan bütün çocuklar ve torunlar dahildir.

6) İster baba bir, ister ana bir, ister ana-baba bir olsun, kadının kardeşleri...

7) Kardeşlerinin oğulları,

8) Kız kardeşlerinin oğulları... Bütün bunların hepsi, kadına mahremdir (onunla nikâhlanamaz). Burada şöyle bir kaç soru var:

Birinci soru: Mü'mine iken insanın mahremi olan kadın hakkında erkeğe helâl olmayan şeyler cariye veya kâfire olduğunda, ona helâl olur mu?

Cevab: Kişi, mahremi olan bir kadına cariyesi olarak mâlik olduğunda, şehvet nazarıyla değil de, aksine bu husustaki insanlar arasındaki ihtilaftan ötürü, mülk olarak elde edilen o kadının üstünlük ve meziyetlerini anlamak için, onun karnına ve sırtına bakabilir.

İkinci soru: Amca ve dayının durumu nedir?

Cevab: Açık olan görüşe göre, bunların bakmalarının caiz oluşu hususunda, bunlar da diğer mahremler gibidir. Bu, Hasan el-Basri'nin görüşüdür. Hasan el-Basri şöyle demiştir: "Çünkü ayette, "süt emme ile meydana gelen mahremlik zikredilmemiştir. Hâlbuki bu da, tıpkı neseb bakımından olan mahremlik gibidir. Ahzâb sûresinde ise, Cenâb-ı Hak, "Onla, için ne babaları, ne oğulları hakkında bir vebal yoktur" (Ahzâb. 55) buyurmuş ve Nûr sûresinde bahsedildikleri halde, burada kocalardan ve kocalarının oğullarından bahsetmemiştir. Çünkü bazan, hepsine dikkat çekmek için, bir topluluğun bir kısmı zikredilebilir. Şa'bi de şöyle der: "Allahü teâlâ, amcayı oğlu ile birlikte yine dayıyı da oğlu ile birlikte vasfetmemek, aynı katagoriye sokmamak için amca ile dayıyı burada zikretmemiştir. Bu, "Diğer akrabalar, mahremiyyet hususunda kadının babası ve oğlu gibidir. Fakat amca ile dayı ve oğulları böyle değil. (Çünkü amca ile dayı mahrem olduğu halde oğulları namahremdir). Binaenaleyh kadını, dayı ve amcaoğlunun babası gördüğünde çoğu kez, oğluna onu anlatabilir. Oğlu da o kadına mahrem değil. Dolayısıyla oğlu, o kadını görüp anlatmasıyla onu tahayyül edebilir. Bu ise, kadınların tessettüre ne denli önem vermeleri gerektiğine delâlet eden beliğ ifadelerdendir.

Üçüncü soru: Ayette bahsedilenlerin, kadının zinetlerine Lokmalarının mubah caiz) oluş sebebi nedir?

Cevab: Çünkü sayılan bu kimseler, o kadınlarla haşır-neşir, içli-dışlı olmak mecburiyetinde olanlardır. Bir de bunlar tarafından, bir fitne meydana gelmesi enderdir. Kişilerin karakterlerinde, yabancılarla oturup-kalkmadan ötürü memnun çımama duygusu vardır. Kadın da, yolculuklarında, inip binmelerinde mahremi olan erkeklerin yardımına ve beraberliğine muhtaçtırlar.

9) "Kendi kadınları" Bu ifade hususunda da şu iki görüş ileri sürülmüştür:

a) Bununla, kadınların kendi dinlerinde olan diğer kadınlar kastedilmiştir. Bu, ekseri selef âlimlerinin görüşüdür. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle der: "Müslüman bir kadın, kadınlar arasında soyunamaz. Kâfir bir kadına da, kendisinin cariyesi olması durumu hâriç, ancak yabancı erkeklerce görülebilecek yerlerini gösterebilir. Çünkü Hak teâlâ, "...ellerindeki memlûkelerden (cariyelerden) başkasına gösteremez" buyurmuştur. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), Ebu Ubeyde (radıyallahü anh)'ye. "Ehl-i kitabın kadınlarının, mü'min kadınların girdiği hamamlara girmelerini yasaklamasını" yazmıştır.

b) Bu ifade ile bütün kadınlar kastedilmiştir. Bizim mezhebimiz de budur. Selefin görüşü ise, müstehab ve evlâ olana hamledilmiştir.

10) "Ellerindeki memlûkeler..." Bu ifadenin zahiri, köleyi ve cariyeyi içine alır. Âlimler, ihtilaf etmişler ve kimisi ayeti bu zahiri manasına alıp, "Bu kadınların, ancak mahremlerine gösterebilecekleri zinet yerlerini, kölelerine de gösterebileceklerini iddia etmişlerdir ki bu, Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) ile Ümmü seleme (radıyallahü anha)'den rivayet edilmiştir. Bu görüşte olanlar, hem bu ayetle istidlal etmişlerdir ki bunun nasıl olduğu açıktır, hem de Hazret-i Enes (radıyallahü anh)'den rivayet edilen şu haberle istidlal etmişlerdir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Fatma (radıyallahü anha)'ya: "Ona hibe ettiği bir köleyi getirdi. O sırada, Hazret-i Fatma'nın üzerinde bir elbise vardı. O onunla başını örtse, ayakları açık kalıyor; ayaklarını örtse başı açık kalıyordu. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onun halini görünce "Bunda, senin için bir beis yok. Çünkü o (yaşlı olduğu için sanki) baban gibidir ve kölendir" buyurdu.

Mücâhidin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mü'minlerin anneleri (Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hanımları), mükateb kölelerinde alacakları olduğu sürece, onların yanında örtünmezlerdi." Ebû Davûd, Libas, 32 (4/62). Hazret-i Âişe (radıyallahü anha)'in, kölesi Zekvân'a, "Sen, beni kabre koyup, kabirden çıktığın an hürsün" dediği rivayet edilmiştir. Yine Hazret-i Âişe (radıyallahü anha)'nin, taranırken kölesinin kendisine baktığı (yanında olduğu) rivayet edilmiştir.

İbn Mes'ûd, Mücâhid, Hasan el-Basrî, İbn Sirîn ve Sa'id b. Müseyyeb (radıyallahü anha)m) de, kölenin sahibesi olan kadının saçlarına bakamayacağını söylemişlerdir. Bu, aynı zamanda Ebu Hanife (radıyallahü anh)'nin görüşüdür. Onlar bu hususta şöyle istidlalde bulunmuşlardır:

1) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Allah'a ve ahiret gününe inanmış bir kadının, yanında mahremi olmaksızın, üç günlük bir yolculuğa çıkması helal değildir'" Ebû Dâvûd, Talâk. 43 (2/290) buyurmuştur. Köle, kadının mahremi değildir. Binâenaleyh onunla yolculuk etmesi caiz değildir. Kölenin, o kadınla yolculuk etmesi caiz olmadığına göre, tıpkı yabancı hür bir erkek gibi, sahibesinin saçlarına da bakamaz.

2) O kadının köleyi mülk edinmesi, mülk edilmezden önce köleye haram olan şeyleri, helal kılmaz. Çünkü kadınların erkekleri mülk edinmesi, erkeklerin kadınları mülk edinmesi gibi değildir. Zira âlimler, erkeğin cariyesinden istifade ettiği gibi, kadının da kölesinden istifade etmesinin mubah olmadığı hususunda ihtilaf etmemişlerdir.

3) Kölenin, her ne kadar sahibesiyle evlenmesi caiz değilse de, bu haramlık (caiz olmayış), tıpkı dört hanımı olan kimseye olduğu gibi, geçicidir. Binâenaleyh bu haramlık ebedi olmadığına göre, köle tıpkı diğer yabancı erkekler gibi olmuş olur. Bu sabit olunca da ayetteki, "Ellerindeki memlûkelerinden" ifâdesi ile cariyelerin kastedilmiş olduğu ortaya çıkmış olur. Buna göre eğer, "cariyeler, ayatteki "yahut kendi kadınlarından" ifadesine dâhildirler. Binâenaleyh bu şekilde tekrar zikredilmelerinin faydası nedir?" denilirse, deriz ki: Zahir olan odur ki hem "kendi kadınları" ifadesiyle, hem de "ellerindeki memlûkeler" ifadesi, ile hür ve câriye kadınlardan, o kadınlara arkadaş olanlar kastedilmiştir. Bunu şöyle izah edebiliriz: Hak teâlâ önce, erkeklerin durumunu, "Zinetlerini kocalarından başkasına göstermesinler" buyurarak zikretmiştir. Birisi erkekler, ya kadının mahremi ya namahremi oldukları için bu hüküm onlara tahsis edilmiştir sanabilir. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak, daha sonra bu mübahlığın sırf hür kadınlara mahsus olduğu sanılmasın diye, "kadınları" ifadesine dâhil olduğu kabul edilen cariyelere, "ellerindeki memlûkeler" ifadesini atfetti. Çünkü ayetteki "yahut kendi kadınları" ifadesinin zahiri, cariyeler manasına değil, hür kadınlar manasınadır. Bu tıpkı, "erkeklerinizden iki şâhid"(Bakara. 262) ifadesinin, erkeklerin bize nisbet edilmiş olmalarından ötürü, hür manasına olması gibidir. Binâenaleyh bu ayetteki, "kendi kadınları" ifadesi kadınları içine alır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, bunlar üzerine cariyeleri atfedip, tıpkı hür kadınlara mubah olan şeylerin mubah olduğunu bildirdi.

11) "Erkeklikden yana ihtiyacı olmayan hizmetçiler" Bu ifade ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Bunların, yemeklerin artıklarını yemek için, insanların arkalarında dolaşan, kadınlara ihtiyacı (şehevi hissi) olmayan kimseler olduğu ileri sürülmüştür. Çünkü bunlar, kadın nedir bitmeyecek derecede ahmaktırlar. Yahut bunlar sâlih, yaşlı kimselerdir, bunlar da, kadınlarla birlikte olduklarında gözlerini yumarlar. Hadım edilmiş, kudreti kalmamış kimselerin ve benzerlerinin cimaya kudretleri olmasa bile bazan cima dışında kadından diğer bakımlardan faydalanma kudretleri vardır. Onların kadınlardan diğer hususlarda faydalanabilir olmaları, ayetin bu ifadesi ile kendilerinin kasdedilmesine mânidir. Binâenaleyh ayet ile, ya şehvet yoksulluğundan, yahut kadın bilmeme sebebinden, yahut da fakirlik ve miskinlikten ötürü, cima dışında da kadınlardan istifade etme güç ve kudretleri bulunmayanların kastedilmiş olması gerekir. Âlimler, işte bu üç değişik görüşü belirtmişler, kimileri, bunların fakirliğin kavurduğu muhtaçlar olduğunu söylerlerken; kimileri de bunların, ahmaklar, tartaklar ve çocuklar olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bazıları da, bunların ihtiyarlar ile şehvetsiz kimseler olduğunu söylemişlerdir. Bütün bunların ayetin muhtevasına olmaları imkânsız değildir. Hişâm b. Urve, Zeyneb binti Ümmi Seleme'den, o da annesinden şunu rivayet etmiştir: "Yanlarında (Heyt adında) bir muhannes (hünsa, kadınımsı erkek) varken, Hazret-i Pegamber (sallallahü aleyhi ve sellem) içeri girer. Tam o sıra da, o muhannes Ümmü Seleme'nin kardeşine eğilir ve "Ey Abdullah eğer Allah yarın size Tâif'in kapılarını açarsa, sana Gaylân'ın kızlarını gösteririm. Çünkü onların göbekleri, dört ileri sekiz geri katlanmıştır (kat kattır)" der. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Bunu yanınıza sokmayın" buyurdu, bu demektir ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu, "erkeklikten yana ihtiyacı olmayan"lardan sandığı için, bunun hanımlarının yanına girmesine ses çıkarmamış, mubah kabul etmiştir. Binâenaleyh bunun, kadınların durumları ve özelliklerine muttali olduğunu anlayınca, erkeklikten yana birşeyleri olduğunun farkına varıp, onu evlere girmekten menetmiştir. Hadım olanlar erkeklik uzvu dipten kesik olanlar hakkında ise şu üç görüş ileri sürülmüştür:

a) Kadınların gizli zinetlerini bunlardan saklamamaları mubahtır,

b) Haramdır,

c) Hadım olana göstermek haram, diğerine göstermek mubahtır.

İkinci Mesele

"Irbe" kelimesi, "mişye" ve "cilse" kelimelerinin "meşy" (yürümek) ve "culûs" (oturma) masdarlarından oluşu gibi, "el-Erbü" masdarındandır. "Erb" ise, birşeye ihtiyaç hissetmek, düşkün olmak ve arzu duymak demektir. O halde "irbe" kadınlar ihtiyaç hisseden şehevi duygulan olan demektir. Bu kelime, "akıl" manasına da gelir. "Eryeb" kelimeside ihtiyaç manasınadır.

Üçüncü Mesele

Bu ifadedeki "gayr" kelimesi iki şekilde okunmuştur; İbn Âmir, Âsım'ın râvisi Ebu Bekir ve Ebu Cafer, istisna veya hal olarak nasb ile okumuşlardır ki buna göre bu, "kadınlar âciz olarak, bulunan hizmetçiler demektir. İkinci kıraat ise, sıfat olarak bunun mecrûr okunuşudur.

12) "Yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklar" Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

"Tıfl" kelimesi, müfreddir. Fakat cins isim olarak kullanıldığı için, burada cemîmanasındadır. Bununla cemî manasının murad edilmiş olduğunu, bu kelimeden sonra gelen ifadeler gösterir. Bunun bir benzeri de, "sonra sizi bir tıfl olarak çıkardık" (hacc, 5) ayetidir.

İkinci Mesele

Bir şeye zuhur (muttali olma) iki şekilde olur:

a) Onu bilmek suretiyle... Mesela "Eğer onlar size zuhur ederse, yani sizden haberdar olurlarsa, sizi taşlayarak öldürürler" (Kehf. 20) ayetinde bu manadadır.

b) Gâlib olmak ve hükümrân olmak, "Onlar zahirin oldular, yani hükümran oldular" (Saff, 14) ayetinde olduğu gibi... Birincisine göre mana, "Kadınların avret mahallerini tasavvur edemeyen ve küçük olduğu için bunun ne demek olduğunu bilemeyen çocuklar" şeklindedir. Bu İbn Kuteybe'nin görüşüdür. İkincisine göre ise "kadınlarla birleşme gücüne ve yaşına erişmemiş çocuklar" manasınadır. Bu, Ferrâ ve Zeccâc'ın görüşüdür.

Üçüncü Mesele

Küçük olduğu için, kadınların avretine muttali olmayan çocuğa karşı kadınların da avreti, (şehevi bir duygusu) yoktur. Eğer çocuk küçük yahut mürahik olmasına rağmen, bu tür şeyler dikkatini çekiyorsa, ona karşı kadının göbeği ile diz kapağı arasını örtmesi (ona göstermemesi) gerekir. Bu yerlerin dışında kalan yerlerin örtünmesi hususunda şu iki izah yapılmıştır: a) Bu gerekmez. Çünkü kalem (mesûliyyet) henüz bu çocuk için başlamamıştır, b) Bu, o tıpkı bir erkekmiş gibi, gerekir. Çünkü hem o böyle birşeyi arzuiayabilir, hem de kadın onu arzu edebilir. İşte ayetteki, "henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklar" ifadesinin manası budur. İhtilam çağına gelinceye kadar olan bütün çocukları bu ifade içine alır. Şehveti olan ihtiyar, tıpkı bir genç kabul edilir. Şehveti olmayan ihtiyar için ise iki görüş belirtilmiştir:

a) Kadınların, gizli zinetlerini ve yerlerini ona karşı gizlememeleri mubahtır. Kadınların, ona karşı olan avretleri (gizlemeleri gereken yerler) ise, göbek-dizkapak arasıdır.

b) Görünen zinetleri hariç, kadının bütün bedeni o ihtiyara karşı da avrettir ımesi gereken yerlerdendir). Allahü teâlâ'nın bu ayette istisna tuttuğu kimseler, son bulmuştur.

Hasan el-Basrî şöyle der: "Bunlar, her ne kadar kadının gizli zinetlerini görebilme "da birlikte zikredilmiş iseler de, üç kısma ayrılırlar:

a) Bunların ilki, kocadır. Kocanın, diğerlerinde bulunmayan bir yakınlığı vardır. Dolayısıyla kadının herşeyi ona helâldir. İkinci derece yakın olanlar, oğul, baba, kardeş, dede, kayınbaba ve diğer bütün mahremlerdir. Süt emmeden dolayı meydana frien mahremiyyet, tıpkı neseben olan mahremiyyet gibi olup, bu kimselerin de kadınların saçlarına, göğüslerine, diz kapaklarına kadar ayaklarına, dirseklerine kadar ellerine ve benzeri yerlerine bakmaları mubahtır. Üçüncü derecede yakın olanlar ise, iikten yana ihtiyacı olmayan hizmetçiler ve ihtiyarlardır. Kadının memlükesi de lir. Binâenaleyh genç bir kadının çarşafı (dış örtüsü) olmaksızın, kalın bir elbise kalın bir başörtüsü içinde, bu üçüncü kısmın yanında durmasında bir sakınca Bunların, o kadınların saçlarını ve cildlerini görmeleri helâl değildir. Yine de, hepsinin yanında tesettürlü olması en efdal olanıdır. Genç bir kızın, başörtülü bile, yabancı erkeklerin önünde dikilip durması helâl değildir. İşte bu üç derece ılığın izahı budur.

Ayetteki "Gizledikleri linetleri bilinsin diye apaklarını da vurmasınlar" ifadesi hakkında, İbn Abbas (radıyallahü anh) ve Katâde şöyle der: Kadınlar, insanların yanından geçerken, halhallarının sesini duysunlar diye ayaklarını hızlı hızlı vurarak yürürlerdi. Kadınlara düşkünlüğü ile meşhur ve bu özelliği gâlib erkeklerin, halhâlların sesini duymaları halinde, o kadınlara bakmaları ve seyretmeleri için, bunun ilave bir sebeb olacağı malumdur. İşte bundan ötürü, Hak teâlâ, "zinetleri bilinsin diye" demek suretiyle bunun sebebini bildirmiş, yasağa sebeb olan şeyin, o kadınların takı ve şâire gibi zinetlerinin bilinmesi olduğuna dikkat çekmiştir. Ayette birkaç incelik vardır:

Birinci İncelik: Cenâb-ı Hak, zinetin bulunduğunu gösteren sese kulak vermekten nefyettiğine göre, bu zineti açıkça göstermekten men'e haydi haydi delâlet eder.

İkinci incelik: Kadın, yabancılara sesini duyuracağı için, yüksek sesle konuşmaktan da nehyedilmiştir. Çünkü onun sesi, halhalinin sesinden daha galiptir sana çok fitne uyandırır. İşte bundan ötürü âlimler, kadınların ezanını mekruh kabul genişlerdir. Çünkü ezanın yüksek sesle okunması gerekir. Kadının ise, sesini yükseltmesi nehyedilmiştir.

Üçüncü incelik: Ayet, fitneye sebeb olacaksa, kadının yüzüne şehvet (ve arzu) ile bakmanın yasak olduğuna delâlet eder.

Hak teâlâ'nın "Hepiniz Allah'a tevbe edin, ey mü'minler. Tâ ki felah bulasınız" ifadesi ile ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Tevbenin ne demek olduğu hususunda şu iki izah yapılmıştır:

a) Zayıf olan kulun, çalışip-çabalasa, kendisine hâkim olmak istese bile Allah'ın mükellef tuttuğu her şeye harfiyyen uyması adeta imkânsızdır. Mutlaka onun bir kusuru olur. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak bütün mü'minlere tevbe ve istiğfarı emretmiş, tevbe ve istiğfar ederlerse, kurtuluşun söz konusu olabileceğini bildirmiştir.

b) İbn Abbas (radıyallahü anh) bu ayete şu manayı vermiştir: "Câhiliyye döneminde yapmış olduğunuz şeylerden tevbe edin. Belki o zaman dünya ve ahirette sa'id bahtiyar olursunuz." Buna göre eğer, "Kişi müslüman olduğu zaman, zâten sahih bir tevbe yapmış olur. Müslüman olma ise, daha önce yapılmış olan şeyleri siler ve onlarla ilgili mes'uliyeti kaldırır. Binâenaleyh ayrıca bu tevbe etmenin manası nedir?" denilirse, biz deriz ki: "Bazı alimler şöyle demişlerdir: "Günah işleyen, sonra da tevbe eden kimsenin, o günahı her hatırlayışında, yine tevbe istiğfar etmesi gerekir. Çünkü kişi, Rabbisinin huzuruna varıncaya, ölünceye kadar, bu pişmanlığını sürdürmeli."

İkinci Mesele

Nida, hâ'nın zammesiyle şeklinde de okunmuştur. Bunun izahı şöyledir: Elifden önce bulunduğu için bu "hâ" meftun idi. Ama ictima-i sakineynden ötürü elif düşünce, hareke bakımından makabline tâbi oldu. Allah en iyi bilendir.

Üçüncü Mesele

Ayetteki edatının izahı Bakara Süresi (21. ayette) geçmiştir. Allah en iyi bilendir.

Sekizinci Hüküm, nikâhla alakalıdır. Bu, şu ayettedir:

31 ﴿