32

"İçinizden bekârları ve kölelerinizden, cariyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer onlar fakirler iseler, Allah onları, fazlından zengin yapar. Allah vâsî ve âlimdir".

Bil ki Allahü teâlâ, daha önce gözleri kapamayı, ırzları-namusları korumayı emredince, bundan sonra emrettiği o şeylerin, helâl olmayan durumlarla ilgili olduğunu beyan etmiş ve bunun peşinden de, helal yolu açıklayarak, "İçinizden bekârları evlendirin" buyurmuştur. Burada birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Keşşaf Sahibi: "Eyâmâve "yetâma" kelimelerinin asılları, "eyâyimu" ve "yetâyimu"dur. Değişerek bu hale gelmişlerdir" der. Nadr b. Şumeyl de, "Arapça da "eyyim", hem yanında dişisi olmayan erkek; hem de yanında erkeği olmayan (dul) kadın manasına gelir" demiştir. Bu aynı zamanda, Dahhâk'ın rivayetine göre İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın görüşüdür. Nitekim sen "Eyâmânızı (dullarınızı) birbiriyle evlendirin" dersin. Şâir de şöyle demiştir: kadın, eğer evlenirsen ben de evlenirim. Eğer sen evlenmeksizin bekler ve bende sizden daha genç olursam, o zaman ben de evlenmeden beklerim"

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın "Bekârları evlendirin" ifadesi bir emirdir. Emrin zahiri ise, defalarca beyan ettiğimiz üzere, vücûb ifade eder. Binâenaleyh bu, velînin, velayeti attinda bulunanları evlendirmesinin vacib olduğuna delâlet eder. Bunun böyle olduğu sabit olunca, velî olmadan evlenmenin caiz olmaması gerekir. Bu hüküm, ya bunu velîye vacib kılan herkesin, velîninin velayeti altında bulunan kimsenin kendi kendine evlenmesinin sahih olmayacağına hükmetmesinden dolayıdır yahut velînin gözetimi altında bulunan o kimsenin, böyle bir iş yapması halinde, velînin bu vücûbu yerine getirme imkanını bulamayacağı, bunun ise caiz olmayacağından dolayıdır yahut da du ayetin şu hadisle mutabık olması sebebiyledir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Size, dindarlığını ve ahlâkını beğendiğiniz birisi geldiğinde, onu evlendiriniz; eğer bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat meydana gelir" İbn Mâca, Nikâh, 46 (1/633) buyurmuştur.

Ebu Bekr er-Razi (el-Cessâs) şöyle der: "Bu ayet, her ne kadar zahiri itibariyle vücub ifade ediyorsa da, ancak ne var ki selef, bununla vücubun kastedilmediği hususunda ittifak etmiştir. Bunun böyle olduğunun delilleri şunlardır:

1) Şayet bu, vacib olmuş olsaydı, âmmenin kendisine duyduğu ihtiyaçtan dolayı bu işi hem Peygamber'in hem selefin böyle yaptığına dair varid olan haber ve nakil, herkesçe bilinir ve meşhur olurdu. Binâenaleyh biz, hem Hazret-i Peygamber'in asrında hem de ondan sonra gelen asırlarda insanların içinde, bekâr olan erkek ve kadınların bulunduğunu bilmekteyiz. Onlar da, bu evlendirmeme işini yadırgamadıklarına göre, ayetle vücub manasanının murad edilmediği sabit olmuş olur.

2) Biz, dul kocasızların, evlenmek istemediklerinde, velîsinin, onları buna icbar etme hakkı olmadığı hususunda, ittifak etmişizdir.

3) Bütün ulema, efendinin, köle ve cariyesini evlenmeye icbar edemeyeceği hususunda ittifak etmiştir. Hâlbuki köle ve cariyeyi ifade eden kelimeler de, ayetteki lafzına atfedil mistir... Böylece bu evlendirmenin bütün hepsi hakkında vacib olmayıp, tam aksine mendûb olduğuna delâlet eder.

4) kelimesinin içinde, hem kadın hem erkek mezkûrdur. Bu da, erkekler hakkında, başkaları değil de, velîlerden evlendirmeleri istenen erkeklerdir; kadınlar için de böyledir... Cevap: Sizin bu ileri sürdüğünüz şeylerin tamamı, ayete sonradan giren tahsislerdir; 'âmm olan bir ifade ise, tahsisten sonra, hüccet olmaya devam eder. Binâenaleyh, bekâr bir kadının velîsinden kendisini evlendirmesini istemiş olduğu durumlarda, bu ayetin hüccet olarak kalması vacib olur. İşte bu durumda da söz, intizamlı ve derki toplu olmuş olur.

Üçüncü Mesele

Şafii (r.h) şöyle der: "Ayet, rızası olmadan bekâr bir kızı evlendirmenin caiz olmasını gerektirir. Çünkü ayet ve hadis velîye o kızı evlendirmeyi emretmeye delâlet etmektedir. Velînin, büyük dul bir kadını rızası olmadan evlendirmeyeceğine dair bir delil bulunmasaydı, ayetin umûm olmasından dolayı, rızası olmadan da onu evlendirmesi caiz olurdu."

Ebû Bekr er-Razi el-Cessâs şöyle der: "Cenâb-ı Hakk'ın, daha evvelce de beyan ettiğimiz gibi, ifadesi erkeklere değil de, sadece kadınlara tahsis edilmiş değildir. Binâenaleyh erkekler için alındığında, velîlerin onları ancak kendi izinleri ile evlendirebileceklerinin düşünülmesine rağmen bu kelime hem erkekleri hem de kadınları içine alan bir ifade olunca, bu mananın kadınlar hakkında da düşünülmesi gerekir. (Yani kızların da izinleri alınarak evlendirilmesi gerekir). Bir de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bekâr kızlardan da müsade alınmasını "Bekâr olan kıza, kendisi hakkında danışılır, onun izni ise sükûtudur Ebû Davûd. Nikâh, 24 (2/231). ifadesiyle emretmiştir ki her ne kadar haber cümlesi şeklinde olsa bile, bu da bir emirdir. Binâenaleyh, müsadesi olmadan o kızı evlendirmenin de caiz olmayacağı sabit olmuş olur.

Cevap: Birincisine gelince bu, nassı tahsis etmek demek olup, tahsis 'âmm olan nassın hüccet olmasını zedelemez. Aradaki fark şudur: Bekâr erkekler kendi işlerini üstlenebilirler. Binâenaleyh velînin, bu kimselerin işlerini üstlenmesi gerekmez. Ama kadın böyle değildir, çünkü kadının evlendirme hususunda kendi işlerini düzene koyacak bir kimseye duyduğu ihtiyaç ortadadır. Bir de (......) kelimesi, her ne kadar erkekleri ve kadınları içine alıyor ise de, mutlak kullanıldığında, sadece kadınları içine alır. Erkekleri ise, kayıtlanması halinde ancak içine alır. İkincisine gelince, ayetin haber-i vâhidle tahsis edilip edilemeyeceği ise, meşhur ve yaygın bir husustur.

Dördüncü Mesele

Ebu Hanife (r.h) amca ve dayının küçük kızı evlendirmeyi üstlenebileceklerini söylemiştir ki, bu konuda ayetle yapılan istidlalin izahı daha önce geçmiştir.

Beşinci Mesele

Şafti (r.h) şöyle der: "Evlenme hususunda insanlar ikiye ayrılırlar: Bunlardan bir kısmının nefsi, evlenmeye arzu duyar, meyleder. Binâenaleyh bu kimsenin, ister ibadete isterse böyle olmayan birisi olsun, evliliğe imkân bulduğu zaman, evlenmesi vacip olur ve evlenmesi farz olmaz. Yok, eğer, evlenme imkânı bulamazsa, şehvetini kırmaya çalışır. Çünkü Abdullah İbn Mesûd (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle rivayet etmiştir: "Ey gençler, sizden mihir vermeye gücü yetenler, evlensin. Zira evlilik, gözü haramdan daha çok korur ve ırzı da daha fazla muhafaza eder. Buna gücü yetmeyen ise oruç tutsun; çünkü oruç, onu korur." Buhari, Savm, 10; Müslim, 1-3 (2/1018). Ama nefsi evliliğe fazla arzu duymayanlara gelince eğer bu yaşlılık hastalık yahutta acizlik gibi bir sebepten dolayı ise, o kimsenin evlenmesi mekruh olur. Çünkü bu kimse, hakkını bihakkın yerine getiremeyeceği bir şeyi istenmiştir. Nafakaya kadir olamadığında da durum aynıdır. Yok, eğer bu kimsede böyle bir acziyyet söz konusu değil ve evliliğin hakkını da bihakkın yerine getirebilecekse, onun evlenmesi mekruh olmaz. Ancak ne var ki, daha efdal olanı, kendisini tamamıyla ibâdete vermesidir. Ebu Hanife (r.h) ise, evlenmenin, kişinin kendisini ibadete vermesinden daha efdal olduğunu söylemiştir. Şafii (r.h)'ın delilleri şunlardır:

1) Cenâb-ı Hak ". ..bir efendi, nefsine hakim ve salihlerden bir peygamber..." (Al-i İmran, 39) buyurmuş, Yahya (aleyhisselâm).nefsine hakim olmakla methetmiştir. "Hasûr" ise, muktedir olduğu halde, kadınlarla cinsi münasebette bulunmayan kimse demektir. Bunun böyle bir işi yapmaktan aciz olduğu için kadınlara yaklaşmayan kimse olduğu söylenemez. Çünkü insanı, kusur olacak şeylerle methetmek caiz değildir, uygun değildir. Cenâb-ı Hakk'ın Hazret-i Yahya'yı methettiği sabit olduğuna göre, Cenâb-ı Hakk'ın, "onlar, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların gittiği doğru yolu tutup ona uy... "(Enam,90) ifadesinden dolayı, bizim için de meşru olması gerekir. Bu ayetteki "el-hudâ" kelimesini itikadî konulara hamletmek caiz değildir. Çünkü bu hususta taklit, caiz değildir. Binâenaleyh bunu, serî hükümler manasına almak gerekir.

2) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -Dosdoğru olunuz... (ibadetlerinizi) sayıp dökemiyeceksiniz... Ama iyice bilin ki amellerinizin en üstünü namazdır" İbn Mace, 4(1/101) buyurmuştur. İmâm-ı Şafii bu konuda yine Hazret-i Peygamberin "Ümmetimin amellerinin en üstünü, Kur'ân okumaktır" Kenzu'l-Ummâl 1/2263, 2357. hadisine tutunmuştur.

3) Evlenmek, mubahtır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah katında, mubahların en sevimlisi, evlenmektir" Buhâri, Umre, 8; Müslim Hacc, 127 (2/877) buyurmuştur. Bu ifadedeki, "en sevimli...." manası, onun en sevimli olması ile mubah olması arasında bir çelişki meydana gelmesin diye, dünyevi hususta en faydalı olan manasına hamledilir. Mubah ise, mükafaat ve ceza bakımından, iki tarafı da müsavi olandır. Mendûb ise, varlığı yokluğuna baskın çıkandır. Binâenaleyh, ibadet daha efdal olmuş olur.

4) Evlenmek, ibadet değildir. Çünkü kâfir de, bunu yapmaktadır. Hâlbuki kâfirin ibadeti sahih değildir. Binâenaleyh, ibadetin evlenmeden daha üstün olması gerekir. Çünkü Cenâb-ı Hak "Ben cinleri ve insanları ancak, bana ibadet etsinler diye yarattım"(Zariyat. 56) buyurmuştur. Hâlbuki esas ve asıl olanla meşgul olmak, daha evladır.

5) Allah'u teâlâ, odalık edinme ile evlenmeyi eşit tutmuştur. İbadete nisbetle odalık edinme, aşağı derecededir. Aşağı derecede eşit olana eşit olan da, aşağıdadır. O halde nikâh da, ibadetten düşüktür. Biz, Cenâb-ı Hakk'ın, "Şayet adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz, o zaman bir (tane alın), yahut malik olduğunuz cariye, (odalıklarınız)la iktifa edin"(Nisa. 3) ifadesinden dolayı, cariye ile hür kadınla evlenmenin eşit olduğunu söyledik. Cenâb-ı Hak bu ayetinde "yahut" edatını kullanmıştır, edatı ise, iki şey arasındaki muhayyerliği ifade eder. İki şey arasındaki muhayyerlik ise, eşitlik emâresidir. Bu, mesela doktorun hastasına, "ister nâr ye, ister elma" demesi gibidir. Bu ikisi arasında bir denkliğin bulunduğu sabit olunca, odalık edinmek, daha aşağı olmuş olur. Aşağı olanı eşit olan şeyde, aşağı ve düşüktür. Binâenaleyh, evlenmenin de, (ibadete nisbetle) daha aşağı olması gerekir.

6) Nafile ibadetler, zordur. Binâenaleyh bunlar, daha çok mükafaatlı olurlar. Nafilenin daha zor olduğunu şu şekilde arkalayabiliriz: Yaratılışlar, evlenmeye daha fazla meyyaldir. Şayet, şeriatın teşvik etmesi olmasaydı, hiç kimse nafile (fazladan olan) şeylere arzu duymazdı. Nafilelerin daha çetin ve zor oldukları sabit olunca, bunların Hazret-i Peygamber'in "İbâdetlerin en üstünü, en meşakkatli olanıdır" hadisi ile Hazret-i Âişe için söylediği "Mükafaatın, yorgunluğun nisbetindedir" hadisinden dolayı daha fazla mükafaatlı olması gerekir

7) Nâfite ibadetler, evlilikten daha zor ve meşakkatli olduğu halde, şayet evlenmek Tfiükafaat itibariyle, nafilelere denk olsaydı, nafileler meşru olamazlardı. Çünkü maksadı elde etmeye götüren iki yol bulunup, ona ulaştırma hususunda her ikisi de müsavi olup, ama bunlardan birisi çetin ve zor, diğeri de kolay olursa, kolay yoldan ekle etmesi mümkün iken, aklı başında bir kimse, bu maksadını zor olan yolla elde etmeyi uygun görmez... Nafileler meşru olunca, biz onların daha üstün olduğunu anlıyoruz.

8) Şayet, evlenmek nafile ibadetlerden daha üstün olsaydı, evliliğe kıyasla, ekip biçmeyle meşgul olmak, nafile ibâdetlerden daha evlâ olurdu. Bu ikisi arasındaki müşterek notka ise, bunlardan her birisinin, bu âlemin bekasına sebep olması ve, nizamını temin etmesidir.

9) Biz, farz ibadetlerin farz olan nikâhtan önce geldiği hususunda ittifak etmişizdir. Binâenaleyh, sebeb ve illet birliğinden dolayı, ibadetlerin mendûbunun da, nikâhın Tiendûb olanından önce gelmesi gerekir.

10) Nikâh, dünyaya sevkeden, maddi lezzetlerin elde edilmesi hususunda bir uğraşıdır. Nafile ibadet ise, maddi ilgi ve münasebetleri sona erdirip, Allah'a yönelmektir. O halde, o nerde beriki nerde! İşte bundan dolayı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Dünyanızdan bana şu üç şey sevdirilmiştir: Güzel koku, kadın; ama gözümün nuru ve aydınlığı ise, namazdadır " Müsned, 3/126; Nesai, Aşretün-Nisâ, 1 (7/61) buyurmuş, namazı, evlenmeye üstün tutmuştur.

Ebu Hanife (r.h)'ın delilleri ise şunlardır: 1) Evlenmek, nefsi zinadan korumayı kapsamaktadır. Binâenaleyh bu yönüyle bu, nefisten zararı def etmek için olmuş olur. Nafile ise, menfaat elde etmek demektir. Hâlbuki zararı def etmek, menfaat temin etmekten evlâdır, önce gelir. 2) Evlilik, adaleti kapsar. Hâlbuki adalet, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Bir saat adaletli olmak, altmış yıl (nafile) ibadetten daha hayırlıdır' Keşfu'l-Hafâ, 2/58 hadisinden dolayı, ibâdetten daha efdaldir. 3) Hazret-i Peygamberin "Kim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir" Buhari, Nikâh, 1 hadisinden dolayı, evlenmek sünnet-i müekkededir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yapılan ibadetlerin en hayırlısı olduğu halde, (nafile) namaz hakkında da "(Nafile namazı), isteyen çok yapsın; dileyen de azaltsın" buyurmuştur. Binâenaleyh, evlenmenin efdal olması gerekir.

Altıncı Mesele

Cenâb-ı Hakk'ın, "bekârları evlendirin..." ifadesi, zahirine göre her ne kadar, bütün bekârları içine alıyor ise de, ancak ne var ki ulemâ, bu hususta mutlaka bulunması gereken şartların olduğu hususunda İttifak etmişlerdir ki, bunun izahı, "Size bunun dışındakiler helâl kılındı"(Nisa. 24) ayetinin tefsirinde geçmiştir.

Cenâb-ı Hakk'ın "içinizden" ifadesine gelince, pekçok müfessir bu kelimeyi hürler kölelerden ayrılsın diye, "hürler" anlamına almışlardır. Bazı kimseler de bununla, bu emrin kendisine yöneltildiği kimsenin velayeti altında bulunan çocuklarının veya yakınlarının kastedildiğini söylemişlerdir. Bazıları da buradaki, nisbetin (sizden, ifadesinin) hür ve müslüman olmayı ifade ettiğini söylemişlerdir.

Cenâb-ı Hakk'ın 'Kölelerinizden, cariyelerinizden salih olanları" ifadesine gelince, bu ifadeyle birkaç ilgili mesele vardır.

Birinci Mesele

Bu ifadenin zahiri, aynı zamanda salih olmaları halinde bu iki grubu evlendirmeyi, efendilerine emretmeyi ve vücubiyyet açısından, bunu emretme ile bekârları evlendirmeyi emretmek arasında bir farkın bulunmadığını, efendilere emirdir... Ancak ne var ki ulemâ, bu emrin, bir mubah veya bir teşvik olduğunu hususunda ittifak etmişlerdir. Bunun vacib olmasına gelince, hayır! Ulemâ, bununla (köleleri evlendirme ile) bekârları evlendirmeyi, şu şekilde birbirinden ayırmışlardır: Köleyi evlendirmede, onun geçimini üstlenme ve onun yapacağı hizmetleri atâlete uğratma bulunur. Bu ise, kölenin sahibine vacib değildir. Cariyeyi evlendirmede de mihir alma ve nafakasından kurtulma söz konusudur ki bu da, onların sahiplerine farz değildir.

İkinci Mesele

Cenâb-ı Hak, şu sebeplerden dolayı özellikle salihlerden bahsetmiştir:

a) Böylece o efendinin, bunların dinlerini koruması ve iyi hallerini muhafaza etmesi için.

b) Kölelerin salihleri, efendilerinin kendilerine tirtir titrediği ve sevgi bakımından, kendi çocuklarının yerine koyduğu kimselerdir. Binâenaleyh onlar, kendilerine tavsiye edilebilen, ihtimam gösterilebilen ve vasiyyeti kabul edebilen kimseler olmuş olurlar. Ama fesatçı olanlarına gelince, bunların durumları mevlâlarının nezdinde, tam tersinedir.

c) Ayette geçen, "salih olanlar" ifadesinden maksat, nikâh işine uygun olmak ve bunun gereğini yerine getirebilmekdir. Öyle ki köle, cariye için gerekli olanları; cariye de, kocası için gerekli olanları yerine getirebilmelidir,

d) Bununla, mesela evlenecek cariyenin küçük olmaması suretiyle, bizzat nikâhtaki uygunluk kastedilmiştir. Küçük olursa evliliğe ihtiyaç duymaz.

Üçüncü Mesele

Ayetin zahiri, kölenin kendi kendine evlilik yapamayacağına delâlet eder. Ve yine, efendinin kölesini evlendirmesinin caiz olduğunu gösterir. Ancak efendisi kölesine evlenme emrettiğinde kölenin kendi kendini evlendirmeyi üstlenmesinin caiz olması delil At sabittir. Böylece kölenin efendisinin izniyle kendi kendini evlendirmeyi üstlenmesi, bu işi bizzat efendisinin üstlenmesi gibi olmuş olur. Cariyelere gelince, efendisinin, entarin evlendirilmesini üzerine almış olduğu hususunda şüphe yoktur. Bu hükmün Hyte olduğu, özellikle, "Velî olmadan nikâh caiz olmaz" diyenlere göredir.

Cenâb-ı Hakk'ın "Eğer onlar fakir iseler, Allah onları fazlından zengin yapar" ifadesine gelince, bu hususta iki mesele vardır.

Birinci Mesele

En doğru olan görüşe göre bu, Allahü teâlâ tarafından, evlenecek kimseyi mutlaka zengin kılacağına dair bir vaad değildir. Tam aksine mana, "Size talip olan kimselerin veyahut da kendisiyle evlenmek istediğiniz kimselerin fakirliğine bakmayınız. Çünkü Allah'ın lütfü ve kereminde, onları zengin kılacak şeyler bulunur. Mâl haindir, uçup dendir. Fakirlikte evlenilecek kimseye râbet etmeye mâni olacak herhangi bir husus yoktur" sekinde olur ki bu doğru bir manadır. Yoksa burada, kendisiyle zengin kılma vaadinin kastedildiği bir ifade yoktur ki, bundan dolayı da "huif'un (sözden caymama) vaki olması caiz olsun. Sahabenin ileri gelenlerinden, onların bunu bir vaad zannettiklerine delâlet eden şeyler rivayet edilmiştir. Mesela Hazret-i Ebu Bekr'in: "Allah'ın size emrettiği nikâh hususunda O'na taat edin ki, size olan zenginlik vaadini yerine getirsin" dediği rivayet edilmiştir. Yine, Hazret-i Ömer ve İbn Abbas'ın da aynı şeyi söylediği rivayet edilmiştir. Mesela Ibn Abbas: Rızkınızı evlenmek suretiyle talep ediniz" demiştir. Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e htiyaç içinde bulunduğunu şikâyet etmiş de, bunun üzerine Hazret-i Peygamber de, "Sana, mihir (yani evlenmek) gerekir" buyurmuştur. Talha İbn Mutarrıf da şöyle demiştir: "Evleniniz, çünkü bu hem sizin rızkınızın genişlemesine hem de nuyunuzun güzelleşmesine vesile olur; hem de kişiliğinizi arttırır." Buna göre şayet, "Biz, zengin olup da evlenip böylece de fakir düşen kimseleri görürüz" denilirse biz deriz ki: Buna birkaç yönden cevap verilebilir:

1) Bu vaad, meşiet-i ilahiyyeye bağlıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse sizi yakında kendi fazlından zenginleştirir" (Tövbe, 28) buyurmuştur. Mutlak olan, mukayyede hamledilir.

2) Lafız her ne kadar umumî ve genel ise de, ancak ne var ki bu, ayette sayılan şahısların bir kısmı hakkında hususidir. O halde bu, bir şeye malik olan hür bekâr erkekler hakkında olup, onlar malik oldukları şey ile idare etip müstağni davranabilirler.

3) Ayetin bu ifadesiyle iffet ve namus zenginliği kastedilmiştir. Böylece kadının "bıd'ı"na (yani cinsiyet uzvuna) malik olmak suretiyle tahakkuk eden zenginlik ve bu sayede de zinaya düşmemek kastedilmiş olur.

Köleler Mülkiyet Edinebilir mi?

Bazı kimseler, köle ve cariyenin mülkünün olacağı hususunda bu ayetle istidlal ederek şöyle demişlerdir:

"Çünkü bu ifade, kendinden önce gelenlerin tamamıyla ilgili olan bir ifâdedir. Böylece bu ayet, kölenin bazan fakir bazan da zengin olabileceğini ifade etmiş olur. Binâenaleyh eğer bu, bir mülkün olduğuna delâlet ediyorsa, köle ile cariyenin de mülk sahibi olabilecekleri sabit olmuş olur." Ama müfessirler bunu özellikle hür erkekler manasına yorumlamışlardır. Böylece onlara göre bu sanki (hür erkek bekârlar) lafzına racidir. Ama, ayetin bu ifadesini namus ve iffet zenginliği manasına tefsir ettiğimizde, artık bununla mülkedinebilme hususunda istidlalde bulunulamaz.

"Allah vâsi ve allimdir" cümlesine gelince, bu "Başkası değil, ancak Allah Tealâ lütfetme kudretinin sona ermeyeceği bir noktada ve mertebededir. Çünkü o nihayetsiz şeylere (makdûrat) kadirdir. Bununla beraber o, lütuf ve rızk hususunda kullarına uygun olan miktarları da bihakkın bilir" manasındadır.

Evlenmeyen iffetli dursun

32 ﴿