35"Elçilerimiz Lût'a gelince, o bunlar sebebi ile tasalandı. Yine bunlar sebebiyle göğsü daraldı. (Onlar), "Korkma, tasalanma. Çünkü seni de, aileni de kurtaracağız. Yalnız geride kalacaklardan olan karın müstesna" dediler. Muhakkak bu memleket ahalisinin üstüne, yapmakta oldukları fâsıklık yüzünden, gökten fecî bir azab indireceğiz. Andolsun aklını kullanacak bir topluluk için, biz orada apaçık bir ayet bıraktık". O melekler sonra, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in yanından kalkıp, insan suretinde Lût (aleyhisselâm)'a gittiler. Hazret-i Lût (aleyhisselâm) onları insan sandı ve onlar hakkında, kavminden ötürü endişeye düştü. Çünkü onlar en güzel insanlar şeklindeydiler. O kavmin ise hali belliydi. Bundan ötürü Lût (aleyhisselâm) endişeye düştü. Yani endişe ettiği şey başına gelmişti. “Dâke Bihim Zer'an” Tabiri Onlar için nasıl bir tedbir alacağını bilememiş, âcizlenmiş, üzülmüş ve onlardan ötürü göğsü daralmıştı. Ayetteki (Kolu daralmıştı) tabiri, onlar hakkında hiçbir tedbir alamamaktan kinayedir. Zemahşeri şöyle der: "Arapça'da "Kolu uzun oldu" deyimi iş yapabilen kimse için, "Kolu kısaldı" ifadesi ise, bir şey yapmaktan aciz kalan kimseler için kullanılır. Zira kolu uzun olan, kolu kısa olanın ulaşamayacağı yerlere ulaşır." Bu deyimlerin kullanılışı, bunun yanısıra şöyle aklî bir izahın yapılabileceğini gösterin Korku ve endişe, ruhun toplanmasını, sıkılmasını doğurur. Buna, kalb de katılır. Böylece kalb de sıkılmış daralmış olur. İnsan için esas kabul edilen şey, onun kalbidir. O halde insanın canı sıkılmış, kalbi daralmıştır. Böyle olan kimsenin adeta kolu kısalmış, alanı daralmış, böylece de bir darlığa girmiştir. Binâenaleyh Arapça'da üzülen kimse için "Kolu daraldı" denilir. Gazab ve ferahlık ise ruhun yayılıp genişlemesini, rahatlamasını sağlar. Böylece ruhun yani kalbin alanı genişler. Bu durumda da "Onun kolu açıldı, eli ayağı açıldı" denilir. Sonra melekler, işin başında, Hazret-i Lût (aleyhisselâm)'un korktuğunu, tedbir düşünememesi sebebiyle de, işin sonunda üzüldüğünü görünce, "Bizim için endişelenme ve işimiz hakkında düşünerek üzülme" dediler. Daha sonra korkusunu ve kederini giderecek şeyi zikrettiler. Çünkü bir kimsenin sırf, "korkma" şeklindeki sözü, karşısındakinin korkusunu gidermez. Bu sebeble melekler, gerçek durumlarını anlatarak, Lût (aleyhisselâm) tarafından kendilerinin melek olduğu anlaşılsın, eli ayağı açılsın, rahatlasın, korkusu gitsin diye, "Biz seni ve ehlini kurtaracağız. Onlara ise azabı indireceğiz" dediler. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Birinci Mesele Cenâb-ı Hak daha önce, "Elçilerimiz İbrahim'e geldikleri zaman..." demiş. Burada ise, "Elçilerimiz Lût'a gelince..."buyurmuştur. Bunun hikmeti nedir? cevabına deriz ki: Bunun çok ileri bir hikmeti vardır ve o da şudur "Orada geliş vakti esnasında vâki olan, meleklerin "Biz onları imha edeceğiz" seklindeki sözleridir. Bu söz İse, onların gelmeleriyle alakalı değildir. Çünkü melekler, önce müjdelemişler; daha sonra biraz beklemişler, bunu müteakiben, "Biz bu memleketin ahalisini imha edeceğiz" demişlerdir. Bir de, teenni ile hareket etmek, geldikten sonra bir müddet bekleyip, daha sonra imha edeceğini bildirmek daha güzel bir davranış şeklidir. Çünkü, korkunç bir haberi vermek üzere gelen kimsenin, o haberi aniden bildirmesi, güzel olmaz. Burada meydana gelen ise, Lût (aleyhisselâm)'un, onlara, yani meleklere karşı duyduğu endişedir. Mü'min kimsenin İse cinayetten uzak bir zararın geleceğini hissettiğinde hiç gecikmeksizin, ondan dolayı Üzülmesi ve endişe duyması gerekir. Bunun böyle olduğu bilindiğine göre bu ayetteki, ifadesi "ittisali" ifade eder. Yani, "Lût (aleyhisselâm), onlar gelir gelmez, hemen endişelendi" demektir. Şayet sen, "Senin yaptığın bu açıklama bu kıssanın hem Hüd süresindeki şekli, hem de Ankebût, 31. ayette en edatı olmaksızın gelmiş olması sebebiyle, yanlışlanır" desen, biz deriz ki: Hûd sûresinde, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in kıssası başka bir sığayla gelmiştir. Çünkü Cenâb-ı Hak orada (Hûd.69) buyurmuştur. Binâenaleyh, oradaki ifadesi, o meleklerin "Biz... gönderildik" sözlerini, gelme vaktinde olduğuna delâlet etmez. Halbuki, "Elçilerimiz Lût'a gelince, o tasalandı" ifadesi ise, Hazret-i Lût (aleyhisselâm)'un, o meleklerin geldiği anda tasalandığını gösterir. Bu bilindiğine göre, şimdi biz diyoruz ki: Orada, bizim zikrettiğimiz maksat, Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in kıssasiyta alâkalı olarak buyurduğu, "Andolsun, elçilerimiz ibrahime müjde ile gelip (Hud, 69) ifadesiyle gerçekleşmiştir.Bu arada, bir takım sözler ve yemek hazırlama gibi şeyler araya girmiştir. Daha sonra o melekler, "Korkma, tasalanma, çünkü biz Lût'un kavmine gönderildik" (Hud, 70) demişlerdir ki, böylece zaten, inzâr, uyarma işi sonraya bırakılmıştır. Lût (aleyhisselâm)'un kıssasında ise, "Elçilerimiz Lût'a gelince" ifadesiyle, hüzün ve kederlenmenin hemen olduğunun izahı yer almaktadır. Ama burada Cenâb-ı Hak, bahsettiğimiz açıklama ve hikmetten dolayı, İbrahim (aleyhisselâm)'in kıssasını anlatırken en olmaksızın, buyurunca Lût (aleyhisselâm)'un kıssasında en ile,demiştir. İkinci Mesele Cenâb-ı Hak, burada, "Çünkü seni de, ehlini de kurtaracağız" buyurmuş, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in hakkında da, fiil sigasıyla, "Onu kurtardı" Ankebut 24) buyurmuştur. Bunun bir hikmeti var mıdır? Cevap: Kur'ân'da her harf ve harekenin, mutlaka bir faydası ve hikmeti vardır. Ama, beşerî akıllar, o hikmetlerin bazısını idrak eder, ama çoğuna ulaşamaz. Çünkü, beşere pek az ilim verilmiştir. Bu, aciz ve zayıfın aklına gelen ise şudur: Burada, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) o meleklere, "Orada Lût (aleyhisselâm) da vardır" deyince, onlar İbrahim (aleyhisselâm)'e, onu kurtaracaklarını va'detmişlerdir. Kerim bir kimsenin va'di ise, kesinlik ifâde eder. Burada ise, onlar Lût (aleyhisselâm)'a, böyle deyip bu söz de, va'din peşinden ikinci sırada söylenmiş olunca melekler, "Biz seni kurtaracağız" yani, "Bunu biz kesinlikle yapacağız" demişlerdir ki, bu tıpkı, vukuu kesin olduğu için, Cenâb-ı Hakk'ın, "Sen meyyitsin, onlar da meyyittirler" (zümer, 30) ayeti gibidir. Müjdeye Rağmen Korku Meleklerin, "Korkma, tasalanma" demeleri ile "Seni... kurtaracağız" sözleri uygun düşmüyor. Çünkü Lût (aleyhisselâm)'ın korkusu, kendinden dolayı değildi. Cevap: Bu iki ifade arasında son derece güzel bir münasebet olup, o da şudur: Lût (aleyhisselâm) meleklerden endişelenip onlar sebebiyle tasalanınca, melekler ona, "Bizim için tasalanma. Çünkü biz, meleğiz" demişler, daha sonra da yine, "Ey Lût (aleyhisselâm), sen bizim için endişelendin, bizim için tasalandın. Senin korktuğun zamanki korkuna mukabil, biz senin korkunu giderecek, seni kurtaracağız. Senin hüznüne mukabil de, hüznünü giderecek ve seni, kavmin arasında üzüntülü bırakmayacağız" dediler, işte bundan dolayı da, "Seni de, aileni de kurtaracağız" dediler. Lût (aleyhisselâm)'un Karısının Günahı? Lût kavmi, kendilerinden kaynaklanan o hayasızlık sebebiyle, azaba duçar edildiler. Halbuki, Lût (aleyhisselâm)'un hanımından bir hayasızlık sudur etmemişti. O halde daha nasıl onun karısı, kavmiyle birlikte helak olanlardan olmuştur? Cevap: Şerre delalet eden kimsenin, tıpkı, hayra delalet edenin hayrı yapan gibi addedilmesine benzer olarak, onu yapan gibi bir hissesi ve payı vardır. O kadın ise, Lût (aleyhisselâm) kavmine, Lût (aleyhisselâm)'un misafirleri olduğunu haber vermiş, buna delâlet etmiştir. Böylece de o hayasız adamlar, o misafirleri kafalarına koymuşlardır. İste o kadın bu yol göstericiliği yüzünden, onlardan biri gibi olmuştur. Başlarına İnen Feci Azap Sonra onlar, Lût (aleyhisselâm)'a, kendisini ve ailesini kurtaracaklarını müjdeledikten sonra, o beldenin halkına o azabı indireceklerinden bahsederek "Muhakkak bu memleket ahalisinin üstüne, gökten feci bir azâb indireceğiz" dediler. Alimler, bu azabın ne olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunun, gökten yağan taş olduğunu söylerlerken, bunun bir ateş ve bir yere batırma olduğu da ileri sürülmüştür. Bu azabın yere batırma şeklinde olması halinde, o azabın gökten of ması imkânsızdır. Bu ancak gökten, yere batırtma emrinin gelmesi veya gökte, buna dair hüküm verilmesi' seklinde olur. BU ki, meleklerin, Hazret-i Lût (aleyhisselâm) ile olan konuşmaları, onların, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) ile olan konuşmaları tarzında cereyan etmiştir. Çünkü melekler, müjdeyi, inzâr'dan önce belirtmişlerdir; zira, önce, "Seni... kurtaracağız..." demişler, daha sonra da, "Muhakkak bu memleket ahalisinin üstüne indireceğiz" demişlerdir. Yine melekler, bu kurtarma işini, bir sebebe bağlayarak, "Sen, nebî veya abit olduğun için senf kurtaracağız" dememişler, ama, imha etme işini, o belde halkının, "yapmakta oldukları fasıklık"a bağlamışlardır. Ve yine melekler, tıpkı orada, "Çünkü onun ahalisi zalim oldular"(Ankebût, 31) dedikleri gibi, burada da, "...yüzünden" demişlerdir. O Beldenin Bakiyyesi Daha sonra Cenâb-ı Hak "Celalim hakkı için aklını kullanacak bir topluluk için, biz orada apaçık bir delil bıraktık..." buyurmuştur. Minhâ: "o beldeden" demektir. Çünkü, o belde, malûm bir beldedir. Orada, siyah bir sur vardır. Ve bu belde, Kudüs'le Kerk arasında bulunur. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır. Nebilere Ait Mucize ve İbretler Cenâb-ı Hak, Hazret-i Nûh (aleyhisselâm) ve İbrahim (aleyhisselâm) hakkında, ayetini, mucizesini, onları kurtarmak ile izhar etmiştir. Çünkü O, "Biz onu da, gemi arkadaşlarım da selâmete erdirmiş ve bunu, alemlere bir İbret yapmışızdır" (Ankebût. 15) ve "Allah da onu ateşten kurtardı. Şüphe yok ki bunda, iman edecek zümreler için her halde İbretler vardır" (Ankebut. 24) buyurmuştur. Buradaysa, helak etmeyi, bir ayet, bir İbret kılmıştır. Sen bu konuda bir şey söyleyebilir misin? Cevap: Evet, İbrahim (aleyhisselâm)'e gelince, o mucize onun kurtarılışı ile olmuştur. Çünkü, o vakitte, helak vaki olmamıştır. Nûh (aleyhisselâm)'a gelince, bu da şöyle olmuştur: Yeryüzünün bütün dağlarının zirvesine ulaşan Tûfan'dan kurtarma İşi, ilahî ve hayranlık uyandıran bir şeydir. Ve sayesinde o kurtuluşun gerçekleştiği o gemi de, (yok olmaksızın) kalabilmiştir. Böylesine bir tufandan sonra, geriye kalanlar için, bir iz ve eserin kalmaması gerekir. Böylece Cenâb-ı Hak, geriye kalan o gemiyi bir ayet ve nişane kılmıştır. Ama, burada, Lût (aleyhisselâm)'un kurtarılışı, müşahede edilebilecek maddî bir şey ile olmamıştır. Onun kavminin helakinin eseri ise, o şehirde, gözle görülecek bir hakledir. Böylece Cenâb-ı Hak, burada, âyetin, geriye kalan o durum olduğunu belirtmiştir ki, burada geriye kalan, o belde; orada ise, o gemidir. Burada şöyle bir incelik de bulunur: Allahü teâlâ'nın kudretinin nişanesi, o kurtarma ve imha etmede mevcuttur. Böylece Cenâb-ı Hak, her konu için, bir ibret ve ayetten bahsetmiş; rahmetinin eseri olduğu için, kurtarma ile ilgili ayetleri başa almış; gazabının eseri olduğu için de, yok etme ayetlerini sona bırakmıştır. Çünkü, rahmeti gazabını geçmiştir. İkinci Mesele Cenâb-ı Hak, gemiyle alakalı olarak, "Onu bir ayet kıldık" (Ankebût,15) buyurmuş, "bir beyyine kıldık" dememiş; burada ise, "apaçık bir ayet" buyurmuştur... Cevap: Çünkü, gemiyle kurtarma işi, her akıllının anlayabileceği bir istir; ama oazan, bir cahilin kalbine de, "gemiyle kurtarma işi, zaten başka bir şeye muhtaç değidir" düşüncesi gelebilir. Buradaki "âyet" ise, yere batırmak, mamur bir beldenin acnı üstüne getirmek gibi olmuştur ki, bu, alışılmış bir şey değildir. Bu ancak, bunu, şuraya değil de buraya; şu zamana değil de bu zamana tahsis eden yüce bir kudretin iradesiyle olan bir şeydir. O halde bu, herhangi bir cahilin, "Bu, zaten böyle olması gereken bir şeydir" demesi mümkün olmayan bir beyyirtedir, açık delildir. Yukarıdaki cahile: "(Allah bildirmeseydi) Gemiye ihtiyaç duyulacağı nerden bilinecekti? Şayet o su, onların yiyecekleri bitinceye kadar devam etseydi, onlar nasıl kurtulacaklardı? Şayet Allah, gemidekifere, alabildiğine şiddetli bir kasırga musallat kılsaydı, onların halleri nice olurdu?" denilmezden önce o, "Gemiyle kurtulma işi olağan bir İştir. Bunun neresi mucize?" diyebilir. Üçüncü Mesele Cenâb-ı Hak, yukarda, "alemler için" buyurmuş, burada ise, "aklını kullanacak bir topluluk için" buyurmuştur. Cevap: Çünkü gemi, dünyanın her tarafında bulunabilir. Binâenaleyh, herkesin kafasında, sayesinde Hazret-i Nûh (aleyhisselâm)'un halini hatırlayacaklar, Nûh (aleyhisselâm)'un gemisinin modeli vardı. Onlar o gemiye bindiklerinde, kurtuluşu Allah'tan isterler. Hiçbir fert, sırf gemiye bel bağlamaz. Tam aksine, kurtuluşu istemek için, devamlı bir biçimde kalbi ürkek ve Allah'a tazarru içinde olur. Ama, Lût (aleyhisselâm)'un beldelerindeki helakin izleri, sadece oraya uğrayanın, oraya varanın ve onun, şuraya değil de buraya; şu zamanda değil de bu zamana tahsis edilmesi sebebiyle, hür ve irade sahibi Allah'tan olduğunu bilebilecek aktl sahiplerinin muttali olabilecekleri muayyen ve belli bir yerdedir. Şuayb (aleyhisselâm)'ın Tebliği |
﴾ 35 ﴿