47"İçlerinden zulmedenler müstesna olmak üzere, ehl-i kitab ile, en güzel elandan başka bir şekilde mücâdele etmeyin ve deyin ki: "Bize indirilene de, size indirilene de İnandık. Bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir. Biz, O'na teslim olanlarız, işte aynı şekilde sana da bu kitabı İndirdik. Onun için kendilerine kitab verdiklerimiz buna imân ediyorlar. Şunlardan da ona İmân edecek nice kimseler vardır. Bizim ayetlerimizi, ancak kâfirler bile bile inkâr eder.". Cenâb-ı Hak, müşrikleri irşadın yoluna ve irşaddan istifâde edeceklerin nasıl edeceklerini beyan edip, bundan kaçınanlardan ötürü, bir ümidsizlik meydana gelince, (Peygamberine) ehl-i kitabı irşâd etmenin yolunu da beyân buyurarak, "Ehl-i kitab ile, en güzel olandan başka bir şekilde mücâdele etmeyin..." buyurdu. Bazı müfessirler, bundan muradın, "Zalim olanlar ve savaş açanlar müstesna, imân etmeseler bile, ehl-i kitab ile, kılıçta mücâdele etmeyin" manası olduğunu söylemişlerdir ki bu, "Onlar, küfürlerine ilâveten, zâlim olmadıkları müddetçe" demektir. Bu izahta, daha ince ve hoş şöyle bir mana daha vardır: Daha önce de beyan ettiğimiz gibi, müşrik münker (kötü) olanı yapınca, ona lâyık olan onunla en sert bir biçimde mücâdele edip, gidişatını alabildiğine tenkid etmek ve ortaya koyduğu şüpheleri iyice zayıflatmaktır. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, onlar hakkında, "(Onlar) sağırlar, dilsizler, körlerdir... "(Bakara, 18) ve "Onların, sayesinde görecekleri gözleri yoktur. Onların, sayesinde işitecekleri kulakları yoktur" (A'raf. 179) vs. buyurmuştur. Ehl-i kitab ise, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini itiraf ve kabul dışında, birçok iyiliği yapmışlar, mesela, Allah'ın birliğini kabul etmişler, kitablar indirdiğine, peygamberler gönderdiğine ve haşre (kıyamete-dirilişe) imân etmişlerdir. Binâenaleyh onların bu iyiliklerine karşılık, onlarla önce, en güzel şekil ve usulde mücâdele olunur; Fikirleri hafife alınmaz, ataları sapık olarak nitelenmez. Ama müşrikler böyle değildir. Bu izaha göre, ayetteki, "Zulmedenler müstesna" ifadesi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için, bir başka güzel metodu açıklamaktadır ki o da şudur: Onlardan zâlim olanlar, yani Allah'ın, çocuğu olduğunu veya Allah'ın üç ilah'ın üçüncüsü olduğunu söylemek suretiyle, müşrik olanlar müstesna... Çünkü bunlar da münker (hoş olmayan) söz söyleme bakımından, o müşrikler gibidirler. Onlar zâlimlerdir. Zira şirk, en büyük zulümdür. O halde, bunlarla, sözlerini tenkid etmek, cahilliklerini ortaya koymak gibi, sert bir yolla mücâdele olunur. En Güzel Mücadele Daha sonra Cenâb-ı Allah, o en güzel metodun ne olduğunu açıklayarak, onların güzelliklerini öne alarak "Deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de inandık. Bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir. Biz O'na teslim olanlarız" buyurmuştur. Binâenaleyh bize, Allah'ın söylediğine uymak gerekir. Fakat O, "Benim peygamber olduğumu da sizin kitabınızda bildirmiştir. Öyleyse bu, zaten mevcud olan bir delil demektir." Cenâb-ı Hak bundan sonra kurallı olarak elde edilecek bir delilden bahsederek, "işte aynı şekilde sana da bu kitabı indirdik" yani "Senden öncekilere indirdiğimiz gibi, sana da indirdik" buyurmuştur ki bu bir kuraldır. Daha sonra Cenâb-ı Allah, "Kendilerine kitap verdiklerimiz, hakkında nass bulunduğu için buna iman ediyorlar ve "Zaten onlardan böyle iman edenler de vardır" buyurmuştur. Müfessirler, bu imân edenlerin kimler olduğu hususunda değişik izahlar yapmışlardır: Bazıları, "Ayetteki "Kendilerine kitab verdiklerimiz" ile, Abdullah b. Selâm gibi, ehl-i kitabtan, peygamberimize iman edenler, "Bunlardan (şunlardan)..." ifadesi ile İse, mekkelilerden iman edenler, kastedilmiştir" derken; bazıları da, ayetteki "kitab verdiklerimiz" ifadesi ile, zaman bakımından, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'den önce yaşamış olan ehl-i kitab; "şunlardan" ifadesi ile de, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ehli kitabın kastedildiğini söylemişlerdir ki bu ikinci görüş doğruya daha olandır. Çünkü ayetteki (bunlar-şunlar) ifadesini, ehl-i kitab manasına daha evladır. Çünkü söz onlar hakkındadır. Burada müşriklerden bahsedilmemektedir. Zira bu söz, müşriklerden bahsedilmesinden ve küfürlerinde yüzünden, onlardan yüz çevrilmesinden bahsedilmesinden sonra getirilmiştir. Burada hem akla, hem nakle, hem de emredilen en güzel mücadele biçimine daha yakın ve uygun bir diğer izah da şudur: Ayetteki "Kitab verdiklerimiz..." ifadesi peygamberler kastedilmiştir. "Bunlardan" ifadesi ile de, "ehl-i kitabtan" manası kastedilmiştir. Bu izah, doğruya daha yakındır. Çünkü gerçekte kendilerine kitab verdiklerimiz kimseler, peygamberlerdir. Çünkü Allah kitabı, sadece peygamberlerine vermiştir. Zira O, "Bunlar, kendilerine kitab verdiklerimizde... "(En'am, 89), "Davud'a Zebur'u verdik" (Nisa. 163) ve "Bana (Allah) kitab verdi" (Meryem, 30) buyurmuştur, ayetteki, "kitab verdiklerimiz" ifadesini bu manaya alırsak, ayet tahsis (sınırlandırılmış) olmaz. Çünkü bütün peygamberler, diğer bütün peygamberlere inanmıştır. Fakat biz, önceki görüşte olanların söylediklerini kabul edersek, "kitab verdiklerimiz" ifadesiyle, Abdullah b. Selam ve onunla birlikte olan, bir iki kişi veya az sayıda kimse; "bunlardan" (şunlardan) ifadesi ile de, birinci ifâdede bahsedilenlerin dışında bazı kimseler kastedilmiş olur. Fakat bu izahımıza göre ise, sözün çıkışı şöyle olur: Cenâb-ı Hak, o topluluğu iki kısma ayırmıştır: Birisi, müşriklerdir. Allahü teâlâ önce bunlardan bahsetti ve bunlarla ilgili tamamladı. İkincisi ise ehl-i kitabtır. İşte Cenâb-ı Hak, bu ayetlerde şimdi bahsetmektedir. Şu an, onlardan bahsolunduğu andır. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak, "bunlardan" deyince, bu söz, Cenâb-ı Hakk'ın anlatmakta olduğu o ehli kitabla ilgili olur. Fakat, "Onlar..." demiş olsaydı, bu, daha önce bahsi geçen, halleri konan, müşriklere işaret olurdu. Bu tefsire göre de, mücadele en güzel bir yapılır. Çünkü peygamberler ve imamlar hakkındaki ihtilaf ve inkâr, reislerin ve kralların fazileti hususundaki ihtilafa yakın, benzer bir ihtilaftır. Binâenaleyh iki ayrı grub, iki kralın veya reisin fazileti hususunda ihtilaf edip, bu ihtilafları bir birleriyle neticesine götürünce, aralarını bulabilecek en kuvvetli söz, onlara "Bu iki birbirine uygun ve birbirine dostturlar. Dolayısıyla münakaşanızın manası yok" denilmesidir. İşte burada da, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Biz, peygamberlere iman ettik. Onlar da bana iman ettiler. Binâenaleyh sizin, onlar hakkında taassub göstermenizin manası yok. Büyükleriniz ve âlimleriniz de bana iman etmiştir" demek istemiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, onları, sürdürdükleri bu tavırdan vazgeçirmek için, ayetlerimizi, ancak kâfirler bile bile inkâr eder" yani, "Sizler, herşeye iman ama bu mesele (yani Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e iman) hariç... Müşriklerden, birçok faziletçe temayüz ettiniz. Ama bunu inkâr ederek, onlara, katılmış :. Maksadınızı boşa çıkardınız. Çünkü bir ayeti bile inkâr eden, kâfir olur" buyumuştur. Resul Yazma Bilmezdi |
﴾ 47 ﴿