49

"Sen bundan evvel ne bir kitap okumuş, ne de yazmıştın. Böyle olsaydı, bâtılcılar şüphelenebilirlerdi. Hayır, O (Kur'ân), kendilerine ilim verilmiş insanların göğüslerinde bulunan, apaçık ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi, ancak zâlim olanlar bile bile inkâr eder."

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Sen bundan evvel ne bir kitab okumuş, ne de yazmıştın" buyurmuştur ki, bu, daha önce gerçenlerden sonra, sırasına göre getirilmiş yeni bir mertebedir. Bu böyledir, zira mücadele eden, (yani cedelci), meselâ bir kimsenin, "Küçük kimsenin, (çocuğun) malından da zekât farzdır" demesi kabilinden, hakkında İhtilaf bulunan bir meseleyi ileri sürüp, kendisine, "Niçin?" denildiğinde de, onun, "Çünkü, onun malında nafakanın vacib olması gibi..." deyip, bu ikisi arasındaki cihet-i camiayı, müşterek noktayı zikretmemesi gibi... Binâenaleyh, şayet bu soruyu soran, sırf teşbihle yetinir ve cihet-i camiayı kendiliğinden anlarsa, tamamdır. Yok, eğer anlamaz veya sadece sırf teşbihle yetinmezse, o zaman karşı taraf cihet-i camiayı, (müşterek noktayı) ortaya kor ve "Bu her ikisi de, ihtiyaçtan fazla olan bir maldır. Dolayısıyla, farzdır" der. İşte, burada da böyledir. Cenâb- Hak önce, "İşte sana kitab indirdik" (Ankebut, 47) ifadesiyle teşbihte (kezalike) bulunmuş, daha sonra da, bu ikisi arasındaki müşterek noktayı getirmiş -ki, bu da, her ikisinin mucize oluşudur- ve şöyle demiştir: O kitabların indirilmiş olmaları, ancak mucize ile bilinmiştir. Bu Kur'ân'ın yazmayan ve okumayan bir kimse tarafından ortaya konulması da, mucizenin ta kendisidir. Binâenaleyh, bu sebeple, Kur'ân'ın da indirilmiş olduğu malumdur. O halde, Cenâb-ı Hakk'ın, "Böyle olsaydı, bâtücılar şüphelenebilirlerdi" ifâdesinde, şöyle bir ince mana vardır: Bu peygamberin okuması ve yazması halinde de, bu, bu sözün (Kur'ân'ın) onun sözü olmasını gerektirmez. Çünkü, yeryüzünün bütün yazarları ve okuyucuları (kurrâ), bunu yapamazlar. Ancak, ne var ki, böyle olması halinde, batılcının şüphesinin bir bahanesi olabilir... Ama, yukardaki şekilde olması halinde, batılcının şüphesinin hiçbir bahanesi olamaz. Binâenaleyh, ayetin yukardaki ifadesi, batıtcının şüphesini daha fazla ibtat edicidir. Ayetin bu ifadesi, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz şey hakkında bir şüphe içindeyseniz, onun gibi, yani Muhammed gibi, siz de tek bir sûre getirin" (Bakara. 23) ve "Elif-Lâm-Mim. Bu kitabta hiçbir şüphe yoktur" (Bakara. 1-2) ayetleri gibidir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak " Hayır, o (Kur'ân), kendilerine ilim verilmiş insanların göğüslerinde bulunan, apaçık ayetlerdir" buyurmuştur ki, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kendilerine ilim verilmiş insanların göğüslerinde" ifadesinde, bunun, insanoğlunun uydurup ortaya koyacağı şeylerden olmayacağına bir işaret bulunmaktadır. Çünkü, zihninde, uydurularak sıraya konulmuş bir ifade bulunan kimse, "Bu, benim kalbimin ve zihnimin ürünüdür" der. Ama, o sözü başkasından alıp ezberlediğinde ise, o zaman o kimse, "O, benim kalbimde ve göğsümdedir" der. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak, "Kendilerine ilim verilmiş insanların göğüslerinde" buyurunca, bu, onlardan hiçkimsenin göğsünden sudur etmiş olan bir şey olmaz. Cahil bir kimseden böyle bir şeyin sudur etmesi imkânsızdır. Binâenaleyh, cahil için, göğüslerden zuhur eden bir şey söz konusu değildir. Ve onlar, bu ümmete göre müşrikler sınıfından addedilirler. Binâenaleyh, bu demektir ki Kur'ân'ın zuhuru, Allah katındandır.

Şirk ve Zulüm

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Bizim ayetlerimizi, ancak zalim olanlar bile bile inkâr eder" buyurmuştur. Cenâb-ı Hak burada, "zalimler" Kelimesini, bundan önceki yerde de, "kâfirin de zalim olmasına ve bu iki ifadenin arasında bir tersliğin bulunmamasına rağmen, "kâfirler" kelimesini kullanmıştır ki, bunda şöyle bir incelik bulunmaktadır: Onlara, mucize beyân edilmezden önce, "Sizin ey ehl-i kitab) müşriklere nazaran pek çok meziyetiniz vardır. Binâenaleyh, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i kabul etmemeniz ve böylece de kâfir olmanız suretiyle, o üstün taraflarınızı zayi etmeyiniz, boşa çıkarmayınız" denilmiştir. Dolayısıyla, burada kâfir sözünün kullanılması, onlar küfürden istinkâf ettikleri için, onları bu inkârdan men eden belfğ, müessir bir ifâde olmuş olur Ama, mucize beyan edildikten sonra, Cenâb-ı Hak onlara, yani ehl-i kitaba, "Eğer siz, bu mucizeyi inkâr ederseniz, o zaman sizin bütün peygamberlerin peygamberliklerini kabul etmemiş olmanız gerekir. Bu durumda da sizler, İşin başında, hükmen müşriklere; bu ümmete göre de, hakikaten müşriklere katılmış olursunuz... Böylece de, zalim, yani müşrik olmuş olursunuz" demek istemiştir ki, bu, tıpkı bizim, şirkin en büyük zulüm olduğunu açıklamamız gibidir. Binâenaleyh burada, "zalim" lafzının; orada da "kâfir" lafzının kullanılması daha olmuştur.

Mucize Allah'ın Elindedir

49 ﴿