50

"Ona Rabbinden (başkaca) ayetlerde indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki O ayetler ancak Allah'ın nezdindedir. Ben sade, apaşikâr bir uyanayım".

Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber namına getirmiş olduğu delili getirince, onların şüphelerini zikretmiştir ki, bu da, "makîsun aleyh" (kendisine kıyaslanan) ile "makîs" (kıyaslanan) arasındaki farkı belirtmek suretiyle olmuştur. Bunun üzerine o ehl-i kitab, "Ey Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Sen, Sana, tıpkı Musa (aleyhisselâm) ve İsa (aleyhisselâm)'ya indirildiği gibi, bir kitabın indirildiğini iddia ediyorsun. Halbuki durum, hiç de böyle değildir. Çünkü Musa (aleyhisselâm)'ya. gayesinde, o kitabın Allah katından olduğunun bilinip anlaşıldığı dokuz mucize verilmişti. Halbuki onlardan hiçbiri Sana verilmemiştir" demişlerdir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, nebisini, bu şüpheye verilecek cevaplarla irşâd etti. Ki bunlardan birisi, O'nun, "O ayetler ancak Allah'ın nezdindedir" beyanıdır. Bunu şu şekilde açabiliriz: "Peygamberimiz risalet iddiasında bulunmuştur. Halbuki, bir mucizenin getirilmesi, risâletin şartından değildir. Çünkü bir peygamber, önce peygamber olarak gönderilir, böylece de Allah'a davet etmeye başlar. Sonra, eğer insanlar onun bu davetini kabul etmek hususunda duraklarlar veya ondan bir delil isterlerse, bu durumda Allah, eğer onlara acır, merhamet ederse, o kimsenin peygamber olduğunu beyan buyurur. Yok, eğer acımazsa, beyan etmez. Bu durumda da peygamber olan şahıs, "Ben şu anda bir peygamberim, ama mucize işine gelince, Allah isterse o mucizeyi getirir, istemezse indirmez" der. Bu böyledir, çünkü, Cenâb-ı Hak bir şeyi yarattığında, tıpkı insana nisbetle mekân ve yer gibi, mutlaka o şeyin ayrılmaz vasfı olan şeyi de var eder. Binâenaleyh Allah, insanı yarattığında mutlaka o insanın yaratıldığı yeri de yaratmıştır veya ikisini birden yaratmıştır. Ancak ne var ki, risâtet ve mucize böyle değildir. Binâenaleyh Allah, bir peygamber, bir elçi yaratıp, onu da peygamber kıldığında onun bir mucizenin olması ve bilinmesi, onun peygamberliğinin ayrılmaz vasfı değildir. İşte bundan dolayı, kendilerinin bir mucizesi olup olmadığı bilinmeden, Şid (aleyhisselâm), İdris (aleyhisselâm) ve Şuayb (aleyhisselâm) gibi peygamberler bulunmuştur.

İmdi, eğer: "Onların peygamber olduğu biliniyordu" denilirse, biz deriz ki: Kimin peygamberliği, mucizesiz olarak sabit olmuşsa, bizim peygamberimiz de böyledir. Binâenaleyh, O'nun bu hususta herhangi bir mucizeye ihtiyacı yoktur. Çünkü O'nun peygamberliği de, Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ve İsa (aleyhisselâm)'nın beyanlarıyla bilinmiştir. Şu halde, o ehl-i kitabın, "niçin ona bir ayet indirilmedi?" şeklindeki sözlerinin batıl olduğu ortaya çıkmış olur. Bu böyledir, çünkü onlar, peygamberlikten önce bir mucizenin olmasını istemişlerdir. Halbuki, bir kimsenin peygamber olabilmesi için, bir mucize göstermesi şart değildir ki, böylece o mucize o kimsenin peygamberliğinden önce bulunmuş olsun. Onlar, şekli şöyle olan bir soru sorabilirler: "Ey peygamberlik iddiasında bulunan kimse, biz seni, ne tekzib ne de tasdik ediyoruz. Ancak ne var ki biz, Allah'ın bize, bizi yalancı peygamberi tasdik etmekten, gerçek peygamberi ise yalanlamaktan kurtaracak ve sayesinde, senin peygamber olduğunu anlayacağımız ve seni tasdik edeceğimiz bir mucizeyi ortaya koymasını istiyoruz." İşte bundan sonra, Allah'ın rahmeti gereği, bir mucize indirmesi uzak bir ihtimal değildir. Bir diğeri ise, "Ben sâde, apaçık bir uyarıcıyım" şeklindeki ifadesidir. Bunun manası şudur: "Mucize Allah katındadır. İsterse onu indirir, isterse indirmez. Bunun benimle bir ilgisi yoktur. Ben ancak, bir uyarıcıyım ve Ben, Allah namına, herhangi bir şeye karar veremem."

Mucize olarak Kur'an

Daha sonra Cenâb-ı Hak, onların şüphelerinin yanlışlığını bir açıdan beyan edince, bir başka açıdan da beyan ederek, şöyle buyurmuştur: Farzet ki, bir peygamberin peygamberliği hususunda bir mucizenin indirilmesi şart olsunl Ancak ne var ki, bu şart da tahakkuk etmiştir. Ki bu da, kitabın bizzat kendisindedir. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak,

50 ﴿