33"(Mükâfaatları da) Adn cennetleridir. Oraya girerler. Orada altın bileziklerden (nice zinetlerle) ve inci ile süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir". "Cennete girenlerin kimler olduğu hususunda şu izahlar yapılmıştır: 1) Bir önceki ayette bahsedilen, üç sınıf insandır. Bu, bizim az önce de söylediğimiz gibi, zâlim, muktesid ve sabık olanların mü'minlerden olmalarına göredir. 2) Bunlar, Allah'ın kitabını okuyan kimselerdir. (Cenâb-ı Hakk'ın, Fâtır 29. ayette bahsettiği kimselerdir.) 3) Bunlar, "sabikûn"dur. Bu son madde, en kuvvetli olan görüştür. Çünkü bunlar, bu ifâdeye, bahsi geçen kimselerden en yakın olanıdır. Bir de Cenâb-ı Hak, yuhallevne "süslenirler" kelimesiyle onlara yapmış olduğu ikramdan bahsetmiştir. İkram gören ise, sabikûn olanlardır. Bu son izaha göre, burada birkaç bahis bulunmaktadır... 1) Fâil'in fiilden önce getirilmesi, mef'ûl'ün de, fiilden sonraya bırakılması, mef'ûl; hakiki mana mef'ûl olduğu zaman, manânın tertibine uygundur. Bu, meselâ bizim, "Allah gökleri yarattı" ifadesiyle, birisinin, "Zeyd, duvarları yaptı" demesi gibidir. Çünkü Allah, her şeyden önce mevcut idi. Derken, O'nun için, yaratma fiili söz konusu oldu. Daha sonra da bu fiil sayesinde, mef'ûl, yani gökler oluşuverdi, meydana geldi. Aynen bunun gibi, Zeyd de yapma işinden öncedir. Daha sonra duvarlar, onun yapması ile meydana gelmiştir. Ama, meselâ bizim, "Zeyd eve girdi"; "Zeyd, Amr'ı dövdü" gibi ifadelerimizde, "ev" kelimesi, gerçekte girenin bir işi ve mef'ûlü olmayıp, bu ancak, "ev"e nisbetle, onun zuhur eden fiillerinden bir iş olması, Amr'ın da, onunla olan münasebeti neticesinde Zeyd'in fiillerinden bir fiil olması gibi, mef'ûl hakiki manada bir mef'ûl olmaması durumunda, bu sıra ve tertib tahakkuk etmeyebilir. Ancak ne var ki, aslolan, failin mef'ûlden önce getirilmesidir. İşte bundan dolayı, önce getirilen mef'ûle, ona râci olacak bir zamir getirerek, der ve o mef'ûlü, fiilden sonra, ona râci olacak bir zamirle yeniden söz konusu eder. Ama bu durumda söz uzamış olur. Dolayısıyla, Hakîm olan Allah böyle bir ifâde tarzını, ancak bir faydadan dolayı seçer. O halde (ayette) cennât kelimesinin, girme fiilinden önce getirilip ifadesinde de, ona râci olacak bir zamirle yeniden bahis mevzuu edilmesinin faydası nedir? Ve, bu ifade ile "Adn cennetlerine girerler" ifadesi arasındaki fark nedir? Cevap: Biz diyoruz ki: Muhatap, kendisinin girebileceği bir yeri bulunduğunu ve kendisinin de oraya gireceğini bilip de, gireceği yeri bizzat bilmese; şimdi bu durumda ona, "Sen, gireceksin" denilse, bu kimse, (meselâ) ev veya çarşı gibi ifadeleri duyuncaya kadar, onun kalbi bu girme işinin nerede vaki olacağı hususuna takılıp kalır. Ama ona, "Zeyd'in evine gireceksin" denildiğinde, "ev" kelimesinin zikredilmesiyle, o kimse, gireceği veri anlamış olur. Ama, kendisinde daha önce, eve gireceğine dair bir bilgi bulunması sebebiyle, gireceğini bilir; böylece de onda artık, bir beklenti olmaz. Özellikle girilecek bu yer, cennet ve cehennem olursa. Çünkü girilecek bu iki yer arasında, çok uzak bir mesafe vardır. 2) Ayetteki, "Orada... süslenirler" cümlesi cennete çok hızlı bir biçimde girileceğine bir işarettir. Çünkü, süslenme işi, şayet cennetin dışında bir yerde, tahakkuk edecek olsaydı, o zaman, işi dışarda yapmada, cennete girmeyi geciktirme olurdu. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, "Onlar oraya girerler ve onların süslenme işleri orada tahakkuk eder" buyurmuştur. 3) Ayette geçen, esavir "bilezikler" kelimesi, çoğulun çoğulu olan bir kelimedir. Çünkü bu, sıvarın çoğulu olan (esvire) kelimesinin çoğuludur. "Orada elbiseleri de ipektendir" ifadesi böyle getirilmemiştir. Çünkü, elbiseyi çok giymek, bir soğuğu ya da başka bir şeyi savuşturma ihtiyacına delâlet eder. Halbuki, zînetin çokluğu ise, ancak zenginliğe delâlet eder. 4) Kur'ân'ın pekçok yerinde, diğer takılar ve zînetler arasından, bilezikler zikredilmiştir. Nitekim "Gümüşten bileziklerle süslendiler" (Dehr, 21) ifadesinde de böyledir. Çünkü süslenme, şu iki maksatla olabilir: a) Süslenen kimsenin, ağır işlerle uğraşan bir kimse olmadığını ortaya koymaktır. Çünkü süslenme hali, meselâ yemek pişirirken, yıkarken olmaz ve uygun değildir. b) Eşyadan müstağni ve eşyaya kadir olduğunu ortaya koymaktır. Çünkü süslenme, ya incilerle, ya öteki mücevherlerle, ya altın, ya da gümüşle olur. Mücevherlerle ve incilerle süslenme, onun ihtiyaç anında daha büyük şeylere ulaşmaktan aciz olmayacağına delâlet eder. Zira, hiç ihtiyaç yok iken nadir bulunan şeyleri bile elde etmesi pek kolaydır. Halbuki altın ve gümüşle süslenmesi o kimsenin havâici asliyye denen şeylere muhtaç olmadığına delâlet eder. Yoksa o, altınını gümüşünü, İhtiyaçlarını gidermek için sarfederdi. Bunu iyice kavradığında, biz diyoruz ki, bileziklerin takıldığı yer, kollardır. Genel olarak işler de, ellerle ve kollarla yapılır. Çünkü eller ve kollar, tutmak ve yakalamak içindir. Binâenaleyh, bu kimse bileziklerle süslendiğinde onun boş olduğu, işi olmadığı anlaşılır. Ayette geçen "altın ve inci" ifadeleri, kendilerinden takıların elde edildiği iki türe ve çeşide bir işarettir. |
﴾ 33 ﴿