6"(Bu Kur'ân), azîz ve rahîm Allah'ın indirdiği bir kitaptır. (Bunun sebebi de), yakın ataları azab ile korkutulmamış, bu yüzden gaflet içinde kalmış bir toplumu korkutma, ikâz etmendir" Bu ifade, geçen ayetteki "Kur'an"dan bedel olarak cer ile, şeklinde de okunmuştur. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Kur'ân-ı Hakîm'e, yani Azîz ve Rahîm Allah'ın indirdiği bu kitaba yemin olsun ki, sen peygamberlerdensin ve bu kitap sana, inzâr edesin diye indirilmiştir" demek istemiştir. Yine bu kelime, nasb ile (......) şeklinde de okunmuştur. Bu hususta şu iki izah yapılabilir: a) Bu, fiil zihnen takdir edilen, mef'ûl-ü mutlaktır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Kur'ân'a, Azîz ve Rahîm'in tenzili (indirmesi) olarak indi" demiştir. Binâenaleyh takdir, "Allah", Kur'ân, yahut kitab-ı hakîm'i indirdi" şeklindedir. b) Bu, niyette gözetilen bir fiilin mef'ûlüdür. Buna göre sanki, "Hakîm olan Kur'ân'a yemin ederim, Azîz ve Rahîm'in indirmesi (tenzili olan kitabı kastediyorum), ki sen peygamberlerdensin ve bu kitap, inzâr etmen için indirilmiştir" denilmiştir. Bu, Zemahşerî'nin tercih ettiği izahtır. Bu ifade, menvî (zihinde takdir edilen) bir mübtedanın haberi olmak üzere de merfu okunmuştur. Buna göre sanki, "Bu, inzâr etmen için, Azîz ve Rahîm Allah'ın indirdiği kitabtır" denilmiştir. Bu kıraate göre, bir başka takdir de, "tenzil" kelimesinin mübteda, "inzar etmen içindir" ifadesinin de bunun haberi olmasıdır. Buna göre sanki, "Azîz ve Rahim'in indirmesi (tenzili), inzâr etmen içindir" denilmektedir. Ayetteki, "Azîz ve Rahîm" ifadesi şuna işarettir. Melik (padişah), bir elçi (resul) gönderdiğinde, kendilerine elçi gönderilenler ya gönderilene karşı çıkıp, ona hainlik ederler. Bu durumda da, o melîk onlardan, eğer azîz İse intikam alır. Yahut da onlar, bu elçiden çekinip, ona ikıamda, itaatta bulunurlar. Bu durumda da, melik eğer rahîm ise, onlara acır. Yahut şöyle de diyebiliriz: Elçi olarak gönderilenin elinde, bazı şeyleri yasaklama, bazı şeyleri ise serbest etme yetkisi vardır. Binâenaleyh yasaklama işi, azîz (kudretli) oluşla ilgilidir, serbest etme, mubah kılma işi ise, rahmetle ilgilidir. Cenâb-ı Allah "Yakın ataları azabla korkutulmamış, bu yüzden gaflet içinde kalmış bir kavmi uyarman için..." buyurmuştur. Bunun tefsiri Secde Sûresi (3. ayette) geçmişti. Bu ayetteki mi ile, müsbet mananın da kastedilmiş olabileceği söylenmiştir. Bu da şu iki şekilde olur: a) Bu, "Sen, babaları inzâr edildiği gibi, o kavmi de inzâr edesin diye..." manasınadır. Bu durumda mâ, masdariyye olur. b) Bu mâ, ism-i mevsul de olabilir. Buna göre mana, "Babaları inzâr edilen bir kavmi inzâr edesin diye... Çünkü onlar gafildiler" şeklinde olur. Bu edatın, mâ-i nafiye (olumsuzluk mâ'sı) olduğunu söylememiz halinde, bunun tefsiri açıktır. Çünkü babalan korkutulmayan bu kimseler, inzârdan sonra yine gafil olabilirler. Buradaki mâ'nın, müsbet manada olduğunu söylememiz halinde de, cümlenin manası açıktır. O zaman bunun manası, "Onların babalarının inzâr edilişi gibi, onları inzâr et. Çünkü onlar gafildirler" şeklinde olur. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele var: Bu iki izahtan birisi, babalarının inzâr edilmemiş olduğu neticesini, diğeri ise inzâr edildikleri neticesini verip, ikisi arasında bir tezad olunca, daha nasıl bu şekilde iki mana anlaşılabilir? Buna karşı diyoruz ki: Ayetteki ma'nın, nâfiye olduğunu söylememiz halinde, manası, "Babalan korkutulmamış olan" şeklinde olur. Halbuki onların atalarının inzâr edilmeleri, atalarından önce geçenlerin inzâr edilmiş olmalarına, sonraki atalarının ise inzâr edilmemiş olmalarına ters değildir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Yakın ataları azabla korkutulmamış bir kavmi korkutman, inzâr etmen için..." ifadesi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, yahudileri inzâr etmekle emredilmemiş olmasını gerektirir. Çünkü, onların ataları inzâr edilmişlerdi. Ne dersin? Biz diyoruz ki: Durum böyle değildir. Bu, bizim, buradaki mâ'nın olumsuzluk değil de, müsbet bir mâna ifade eden "mâ" olduğunu söylememize göre, açık bir husustur. Ve yine bu, bizim buradaki "mâ"nın, olumsuzluk mâ'sı olduğunu söylememiz halinde de böyledir. Ki biz bu hususu, Secde Sûresi 3. ayetin tefsirinde izah etmiş ve şöyle demiştik: Bundan maksat, onların atalarının, sapıtmalarından ve önceki peygamberlerden sonra uyarılmış olmalarıdır. Çünkü Allah, bir elçi göndereceği zaman, kendisine bu elçiyi göndereceği o kavim içinde, (önceki) o peygamberin dinini açıklayan ve o dini emreden bir kimse bulunduğu müddetçe, genelde o peygamberi göndermez. Ama, onların içinde, böyle bir açıklamada bulunan kimse kalmaz, hepsi sapıtır, aradaki zaman uzar, küfür de yayılırsa; ya, önceki peygamberin dinini aynen anlatmak için veyahut da başka bir şeriat vaz etmek için başka bir peygamber gönderir. O halde Cenâb-ı Hakk'ın buyruğunun anlamı, "Önceki peygamberin yolundan saptıktan sonra inzâr edilmeyen bir kavmi uyarman için" şeklinde olur. Ki, yahudî ve hristiyanlar, bu ifadenin içine böylece girerler. Çünkü bunlar, sapıttıktan sonra, yakın ataları korkutulmamış olan kimselerdir. Binâenaleyh, işte ayetin bu ifadesi de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bütün insanlığa hak peygamber olarak gönderildiğinin bir delilidir. Ayetteki "Bu yüzden gaflet içinde kalmış" ifadesi, peygamber gönderme hususunun, kendilerine peygamber gönderilenlerin gaflet halinde olmaları halinde tahakkuk edeceğinin bir delilidir. Bu da, ya, onlardan kendilerine o şeriatı tebliğ eden kimsenin bulunması ve o kavmin de bu kimselere muhalefet etmesi, böylece de, onlara helak olmanın vacib olması sebebiyle, onların Allah'ın indirdiği şey hakkında bilgileri olmuş olur; dolayısıyla da bu helak, Allah'ın onlara peygamber göndermeden önce yapmış olduğu bir azâb olmuş olmaz. Yine, peygamber göndermeksizin, peygamberlerin açıklamalarına ihtiyaç duyulmayan hususlara muhalefet eden kimselerin, helak olunmayı hak etmeleri de böyledir. Bizim bu söylediğimiz, Mu'tezile'nin "Bir şeyin güzelliği ve çirkinliği aklen bilinir" şeklindeki görüşleri gibi değildir. Tam aksine demek istediğimiz, Allahü teâlâ'nın, bir kavmin içinde, birtakım şeylerin vacib olduğuna dair bilgi yaratıp, onların da o hususları terketmeleri halinde, onların bundan gafil olmamaları; onlara azâb etmenin de, onlara peygamber göndermeye dayandırılmamasıdır. |
﴾ 6 ﴿