11

"Sen ancak o zikre uyan ve Rahmân'a gâibâne büyük saygı gösteren kimseleri inzâr edeceksin. İşte sen onu, hem mağfiretle, hem de çok şerefli bir mükâfaatla müjdele"

Birinci Mesele

Ayetin öncekilerle tertib ve münasebeti açıktır. Tefsirle alâkalı bazı meseleler vardır:

Cenâb-ı Hak daha önce "uyarman için" buyurmuştu. Bu, açıkladığımız üzere, umumî olan bir inzân gerektirir. Burada ise, "Sen ancak (...) inzâr edeceksin" buyurmuştur. Bu da tahsis manası ifade eder. O halde, bu ikisi nasıl uzlaştırılabilir? Biz diyoruz ki: bu birkaç bakımdandır:

a) Cenâb-ı Hakk'ın, li-tünzire (Yasin, 6) ifadesi, "Nasıl olursa olsun, birdir; ister faydalı olsun, isterse olmasın" anlamındadır. Buradaki ifadesi ise, "Faydalı ve neticesi olan inzâr, ancak zikre tâbi olup haşyet duyan kimselere nisbetle olur ve meydana gelir" anlamındadır.

b) Cenâb-ı Hak, resul göndermenin ve kitap indirmenin uyarma için olduğunu beyan edip, küfür ve inad ehline nisbetle uyarmanın ya da uyarmamanın bir ve mûsavî olduğunu açıklayınca, bu sefer Peygamberine, "Senin inzârın bütün yönlerden faydasız değildir. Binâenaleyh sen, genel biçimde uyar ve inzâr et. Bu umumî ve genel inzârınla sen ancak zikre tâbi olanı uyarıp ikaz edeceksin" demiştir. O sanki şöyle der: "Ey Muhammed! Sen bu inzarınia ancak, hidayetin yolunu gösterirsin. Ama, kimlerin hidayete ereceğini bilemezsin. Binâenaleyh, siyahı da uyar, kızıl tenliyi de. Maksûduna nail olacak olan ise, bu uyarına tâbi olan ve öğütlerinden faydalanandır."

c) Bu, bizim şöyle dememizdir: (......) kelimesi, şu manadadır: Yani, "İlk kez (uyarman için). Binaenaleyh sen inzarda bulunup, tebliğ yaptığında, bir kısmı istihza eder, yüz çevirir, büyüklenir ve arkasını dönerse, sen de bundan sonra yüz çevir. Muhakkak ki sen ancak, sana tabi olanları uyarabilirsin" demektir.

d) Bu, üçüncüye yakın olup, şu anlamdadır: Sen, usûl bakımından herkesi inzâr edersin. Amma fürû bakımından ise, namaz ve zekâtı terketmiş olan (ama bununla beraber) zikre tâbi olup iman etmiş olan kimseleri inzâr edersin."

Zikre Uymak

Cenâb-ı Hakk'ın "O zikre uyan" ifadesi, birkaç manaya muhtemeldir:

a) Meşhur olan bu görüşe göre, "Kur'ân'a uyan" anlamındadır.

b) "Kur'ân'daki ayetlere tâbi olan" demektir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Zikir sahibi olan Kur'ân'a andolsun (sad, 1) ayeti de buna delâlet eder. Binâenaleyh, Kur'ân'ın bizzat kendisi zikir (öğüt, şan) şeref kılınmamıştır.

c) "Delil ve burhana tâbi olan" demektir. Çünkü burhan, bir zikir ve öğüt olup, fıtratı kemâle erdirir. Her halükârda mana "Sen ancak, haşyet duyan bilginleri uyarırsın" şeklinde olur ki bu da, Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah'dan (hakkıyla) ancak, âlim kulları korkar" (Fatır,28) ve "îman edip de salih ameller işleyenler (yok mu)" ayetleri gibidir. O halde, "zikre uydu" ifadesi, "iman etti" anlamındadır. ifadesi de, "salih ameller işleyen" anlamındadır. Bu izah şekli, Cenâb-ı Hakk'ın, "işte sen onu, hem mağfiretle, hem de çok şerefli bir mükâfaatla müjdele" ifadesiyle de kuvvet kazanır. "ez-Zikr" kelimesinin "Kur'ân" olarak tefsir edilmesi, ez-Zikr" kelimesinin elif-lâm ile marife kılınmış olmasıyla da te'kid olunur. Daha önce, "Hakîm olan Kur'ân'a yemin olsun" (Yasin, 2) ayetinde Kur'ân zikredilmişti.

Rahman İsmindeki İncelik

"Çok esirgeyen Rahmân'a saygı gösterin" ifadesinde bir incelik ve letafet vardır ki, bu da şudur: Rahmet, tevekkül ve ümidi doğurur. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, kendisi her ne kadar Rahman ve Rahîm olsa da, akıllı kimseye gerekenin, haşyeti elden bırakmaması olduğunu; çünkü, nimetinin rahmeti sebebiyle olduğu bir kimseden, kendisine olan nimetlerini sona erdireceği korkusuyla daha çok korkulması ve haşyet duyulacağını, duyulması gerektiğini söylemiştir.

Bu letafeti şöyle tamamlayabiliriz: Allah'ın isimlerinden iki isim vardır ki, bunlar ancak Allah'a mahsustur: Allah ve Rahman. Nitekim Cenâb-ı Hak, "De ki: "İster Allah (diye) duâ edin, isterse Rahman (diye) duâ edin" (İsra, 110) buyurmuştur Hatta bazı imam ve alimler şöyle demiştir: Bunlar, alem olan iki isimdirler. Sen bunu iyice anlayınca, bilesin ki Allah ismi, O'nun heybet ve azametinden haber verir. Rahman ise, O'nun merhamet ve ilahî şefkatinden. Nitekim Cenâb-ı Hak bir yerde "Allah'ı umar" (Ahzab, 21) buyururken, burda da, "Rahmân'a saygı duyar" buyurmuştur. Yani, "O her ne kadar azamet ve celâl sıfatıyla muttasıf ise de, siz O'ndan ümidinizi kesmeyin; ama, o her ne kadar merhamet sahibi ise de, azabından da külliyyen emin olmayın" demektir.

Bl'l-Gayb'in Manası

Ayet-i kerimedeki tabirine gelince, "Her ne kadar O, görülen ve müşahede edilen derecesine varmamış olsa da, O'ndan delil ile haşyet duyar" anlamındadır. Zira, (varlık) bu dereceye vardığında, O'ndan haşyet duymanın bir anlamı kalmaz.

Meşhur olan görüş ise şudur: Gayb, bizden gâib ve gizli olandır ki bu, Kıyametin hallerindendir, Vahdâniyyetin de buna dahil olduğu söylenmiştir.

"Onu müjdele" ifadesinde, risaletin iki gayesinden ikincisine bir işaret bulunmaktadır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hem uyarıcı, hem de müjdeleyicidir Allah, daha önce, uyarması için onu resul yaptığını bildirmiş, sonra inzârın ancak zikre tâbi olduğunda faydalı olacağını beyan etmiş, nihayette de, "Tıpkı, uyarıp da faydalandırdığın gibi, şimdi de müjdele" buyurmuştur.

Mağfiret ve Mükafaat

"bir mağfiretle" ifâdesi, nekire, yani belirsizdir. Yani, "Onu bütün yönlerden kuşatacak olan geniş bir mağfirette" demektir. Öyle ki, artık onun üzerinde nefsin izlerinden hiçbir şey görülmeyecek, üzerinde de, ruhun, mücellâ nurları zuhur edecektir" demektir.

(......) ise, "şeref sahibi olan bir mükâfaatla" anlamındadır. Biz, (......) kelimesi hakkındaki manaları, Cenâb-ı Hakk'ın "Kerîm bir rızik" (Hacc, 50) ve "kerîm bir rızıkla" (Ahzâb, 31) ayetlerinde zikretmiştik.

Ölüleri Dirilten Kudret

Cenâb-ı Hak daha sonra şöyle buyurmuştur:

11 ﴿