23

"Ben, O'ndan başka tanrılar edinir miyim? Eğer o, Rahman, bana bir zarar vermeyi dilerse, onların şefaati, bana hiçbir surette fayda vermez. Onlar, beni asla kurtaramazlar"

buyurmuştur. Çünkü tevhîd, "ta'tîl" (Allah'ı tanımama) ile, "işrâk" yani şirk koşma arasında bir noktadır. İşte bu sebeple, bahsedilen zât, bir İlâhın varlığına işaret olmak üzere "Ben, beni yaratana neden kulluk etmeyecek mişim?" (Yâsin,21); başkasının olmadığına bir işaret olmak üzere de, "Ben, O'ndan başka tanrılar edinir miyim?" demiştir ki, böylece, "Allah'tan başka tanrı yoktur" ifâdesinin manası tahakkuk etmiştir.

Bu ayetle ilgili olarak, güzel olan başka nükteler de vardır:

a) Cenâb-ı Hak bu ifadeyi istifham üslubuyla zikretmiştir ki, bu üslûbda, o işin çok açık ve net olduğu manası yatmaktadır. Zira, bir şeyden bahsedip de, meselâ, "edinmem" diyen kimsenin bu sözünü duyan kimse, ona, "Niçin edinmezsin?" der, ve ona, bunun sebebini sorar. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak, "edinir miyim?" buyurunca, onun bu sözü, haber verme anında, talep edilen o sebebi beyana gerek bırakmaz. Buna göre sanki bu şahıs, "Sana danıştım, o halde bana yol göster" der, bunun üzerine kendisine danışılan kimse, düşünmeye başlar. Böylece o ona sanki, "O İş hususunda düşün. Böyle yaparsan sen meseleyi ben sana haber vermeksizin anlarsın" demiş olur.

b) Ayetteki, (......) ifadesi de şöylesi ilginç bir hususiyet taşımaktadır: Bu zât, "Beni yaratan " ifadesiyle, Allah'a ibâdet ettiğini beyan edince, O'ndan başkasına ibadet etmenin caiz olmayacağını beyan etmiştir. Çünkü eğer bu zât, Allah'dan başkasına ibadet etmiş olsaydı, o zaman, Allah'dan başka mâbud edinmiş olduğu bütün şeriklere ibadet etmesi gerikirdi. Çünkü her şey, muhtaçtır; fânidir, sonradan meydana gelmedir. Binâenaleyh şayet bu zât, "Ben ilâhlar edinmem" demiş olsaydı, o zaman ona, "Bunda iki farklı durum muhtemeldir: "Seni yaratandan başkasını tanrı edinirsen, hadsiz sayıda tanrı edinmen gerekir. Yok eğer senin İlahın senin rabbin ve halikın ise, bu takdirde senin başka ilahlar edinmen caiz değildir" denirdi.

c) Ayetteki, (......) tabiri O'ndan başkasının ilâh olmadığına bir işarettir. Çünkü, tanrı edinen, ilah olmaz, işte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Ne eş ne de oğul edindi" (cin, 3) ve "Hamd, oğul edinmemiş olan Allah'a mahsustur" (İsrâ, 111) buyurmuştur. Çünkü Allah'ın hakiki anlamda oğlu olmaz, bu caiz de değildir. Hristiyanlar ancak, "Allah İsa'yı oğul edindi" demişler ve İsa'ya "oğul" adını vermişlerdir. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "Allah oğul edinmedi" (Isrâ, 111) buyurmuştur. Cenâb-ı Hak, kendisi hakkında, "O'nu bir vekil edin" (Müzzemmil, 9) buyurmuştur. Çünkü O, "(O), doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O halde, güvenek ve dayanak olarak O'nu tut" (Müzzemmil, 9) buyurmuştur da denilemez. Çünkü biz diyoruz ki bu, yeni bir şeydir: Zira insanın, başlangıçta sabrı az ve gücü kuvveti ise yetersizdir. Binâenaleyh, insanın dünyevî sebepleri bir kenara iterek, "Ben tevekkül ettim" demesi caiz değildir. Çünkü içimizden herhangi bir kimsenin, artık hiçbir şeyle meşgul olmayacağını; çocuklarını ihtiyaç içinde bırakacağını; ailesine, nafakalarını iletmeyeceğini; ümidi de, Zeyd ve Amr'ın bağışlarına bağlı olduğu halde mescidde oturacağını söylemesi hiç de güzel değildir. Ama ne zaman ki kalbi ibadetle güçlenir, başkası şöyle dursun kendini de unutur, bütün kalbi ile Rabbinin ibadetine yönelir, dünyayı ve dünyevî sebepleri bırakır da işini Allah'a havale ederse, işte bu durumda ebrârdan ve ahyârdan olur. İşte bu sebeple Allah, Resulüne, "Sen bütün işlerin, Allah'ın kudret elinde olduğunu bildin. Allah'ı gerçek manada tanıdın. Doğunun, batının, doğuda batıda ve İkisi arasında bulunanların Allah'ın emriyle olduğuna ve ihtiyaçların giderilmesinin kendisinden istendiği yegâne ilahın O olduğuna kesinkes inandın. Öyleyse O'nu vekil edin ve bütün işlerini O'na havale et. Çünkü sen, daha önce de, helâl kazanç elde edenlerden olduğun halde, artık şimdi helâl kazançla emredilenlerin derecesinden daha yükseğe yükseldin" demiştir. Cenâb-ı Hakk'ın, "O halde, dayanak olarak O'nu tut" (Müzzemmil, 9) emri, "bütün işlerinde..." demektir.

Ayetteki, "bana hiçbir surette fayda vermez" ifadesi hakkında şu iki izah yapılabilir:

a) Bu ifade tıpkı bir vasıf gibi olup, sanki o zât, "Rahman, bana bir zarar vermek istediğinde, bana hiçbir faydası dokunmayan ilâhlar edinir miyim hiç?!" demek istemiştir.

b) Bu ifade, müste'nef bir cümle olup, buna göre bu şahıs sanki, "Allah'ın dışında ilâhlar edinmem" demek istemiştir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Eğer Rahman, bana bir zarar vermeyi dilerse, onların şefaati hiçbir surette fayda vermez. Onlar, beni asla kurtaramazlar" buyurmuştur. Bu ifadeyle alâkalı birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Cenâb-ı Hak, buyurmuş da, dememiştir. Yine "Allah bana herhangi bir zarar dilerse sizin Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun bu zararını giderebilirler mi?" (Zümer, 38) buyurmuş, ama dememiştir. Niçin?

Biz diyoruz ki: Fiil, tek bir mef'ûl aldığında, tıpkı lâzım fiilin, meselâ Arapların "Onu götürdü; onu çıkardı" sözlerinde olduğu gibi, harf-i cerle müteaddi olması gibi, ikinci mef ûlü harf-i cerle alır. Sonra, belagat ehli olan, konuşan kimse, harf-i cersiz olan mef'ulü ötekinden öne alır; harf-i cerli olanı ise sonraya alır. Binâenaleyh meselâ bir kimse, "Falancanın durumu nasıldır?" dediğinde, karşı taraf, "Ona, hükümdar hassaten ikram etmiş ve nimetlerini vermiştir" der. Beriki, "Hükümdarın ikramı nasıl?" dediğinde, ötekisi, "Hükümdar, o ikramını Zeyd'e tahsis etmiştir, (başkasına değil)" der, böylece, sorulan şeyi harf-i cersiz olarak getirmiş olur. Çünkü esas amaç budur.

Bunu iyice anladığına göre, şunu bil ki, şu anda tefsirini yapmakta olduğumuz ayetin maksadı, kulun, Cenâb-ı Hakk'ın tasarrufu altında olduğunu; onu dilediği gibi evirip çevirdiğini; dilerse sıkıntılara sokacağını ve yine dilerse bolluklara gark edeceğini beyân etmektir. Yoksa esas maksat, zararın beyânı değildir. Nasıl böyle olmasın ki? Bu sözü söyleyen, Allah'ın vaadinin hükmüne İman etmiş olduğu için, O'nun rahmet ve nimetini uman, halis bir mü'min kimsedir. Bu hususu, o zâtın daha önceki, "Beni yaratan zâta" şeklindeki sözü de destekler. Çünkü bu zât da, kendisini, fıtratın (fatara fiilinin) mef'ûlü yaparak, "Beni yarattı" demiştir. Aynen bunun gibi, yine kendisini "İrâde" fiilinin mef'ûlü yaparak, "bana... dilerse" demiştir. Ayetteki, "zarar" kelimesi ikinci derecede zikredilmiştir. Allahü teâlâ'nın, (zümer, 38) ifadesinde de durum aynıdır. Çünkü maksat, halin, Allah'ın dilediği gibi olduğunu belirtmektir; yoksa burada esas maksat olarak zarar zikredilmemiştir. Bu ayetteki (Zümer, 38) mananın böyle olduğunu, Cenâb-ı Hakk'ın bu ayetten önce getirdiği, "Allah kuluna yetmez mi?" (Zümer, 36) ifadesi desteklemekledir ki bu da, "O, benim iradem altındadır" demektir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Size bir fenalık dilerse Allah'dan sizi koruyacak kimdir?" (Ahzab, 17) ayeti de desteklemektedir. Çünkü Cenâb-ı Hak, burada bu sıraya muhalefet etmiş, zarar demek olan "es-sû'u" kelimesini harf-i cersiz mef'ûl yapmış, mükellefi yani (......) ifadesini de harf-i cerli olarak getirmiştir. Bu böyledir, zira buradaki maksat, korkutmak için zararı zikretmek ve onların da bu zarara mahal olduklarını, (yani bunu hak ettiklerini) belirtmektir. Nasıl böyle olmasın ki? Onlar, küfürleri sebebiyle o azabı hak etmiş ve ona müstehak olmuşlardır. Böylece burada, onları men etmek için, esas maksat olarak zarar zikredilmiştir.

İmdi eğer, "Allah, rahmeti de bu şekilde zikretmiştir. Çünkü "Yahut size bir rahmet dilerse" (Ahzâb, 17) buyurmuştur" denilirse, biz deriz ki: Burada da esas maksat, "rahmet" kelimesinin zikredilmesidir. Bunun delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın, bundan hemen sonra, "Onlar, Allah'dan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulamayacaklar" (Ahzab. 17) buyurmuş olmasıdır. Cenâb-ı Hak burada rahmeti, hasr üslubuyla yapılan taksimatla hasıl olan şeyi ve durumu tamamlamak için zikretmiştir. Durum, "Onlar kalblerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler. Sen de ki: "Allah size bir zarar diler, yahut size bir fayda dilerse Allah(ın kazasından) herhangi bir şeyle sizi kim koruyabilir?" (Fetih, 11) ayeti hakkında düşündüğünde de böyledir. Çünkü burada esas maksat, kâfirlerle konuşmaktır. Fayda ise, taksimatla meydana gelen hasr işine tabi olarak ondan ötürü zikredilmiştir. Bunun delili Cenâb-ı Hakk'ın, "Doğrusu Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır" (Fetih, 11) ayetidir. Çünkü bu, korkutmak için getirilmiş olan bir ifâdedir. Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk'ın, "Her halde ya biz, ya siz mutlak bir hidayet, yahut apaçık bir sapıklık üzerindeyiz" (sebe, 14) ayeti gibidir ki, bu ayette denilmek istenen, "Ben hidayet üzerindeyim, siz ise, sapıklıktasınız" manasıdır. Binâenaleyh, şayet bu zat da, herhangi bir engelin mani olmasından ötürü böyle söyleyecek olsaydı, o zaman sözünü, böyle bir taksimatla yapardı da şöyle derdi: "Burada maksadım, başınıza gelen zararı belirtmektir" İşte bu engeli savuşturmak için, burada hem zararı hem de faydayı ifade etmiştir.

Rahman İsminin Hususiyeti

Burada, Zümer Sûresi'nde ise, (Zümer, 38) buyurulmuştur. Binâenaleyh, orada, mazî sîgasını ("diledi"); burada, muzarî sığasını ("dilerse") tercih etmesinde; burada, dileyen zâtı "Rahmin" ismiyle; orada ise, "Allah" ismiyle getirmiş olmasındaki hikmet nedir? Biz deriz ki: Mazi ve muzari meselesine gelince, şart cümlesindeki maziyi muzari haline getirir. Bu böyledir, ara burada daha önce bahsedilen şey, meselâ (Yasin, 23; Yasin, 22) ifadelerinde olduğu gibi, muzari sığalardır. Orada daha önce zikredilen ise, meselâ (zümer,38) ifadesinde olduğu gibi, mazi sîgasıdır. Cenâb-ı Hakk'ın, kendisinden önce zikredilenin muzari sîgasıyla, (Enam, 16) kelimesi olmasından dolayı, yine aynı ayetin peşinden "Allah sana bir zarar dokundurursa" (En'am. 17) ayetinde ve "Eğer asî olursam, korkarım " (En'am, 15) ayetinde de böyledir. Bunun hikmeti şudur: Kâfirler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, kendilerinin taptıkları o sutlardan ona bir zarar isabet edeceğini söyleyerek, tehdit ediyorlardı. Buna göre Habibu'n-Naccâr sanki, "Sizden korkutma sâdır olmuştur. Bu ise, sizden daha önce de sudur etmiş olan sözdür. Bu sizin âdetinizdir" demiştir. Burada ise bir gerçeği iyice belirlemek için bir mü'minin söylediği yeni bir cümle sözkonusudur. Bunun cevabı şudur: Bu, onlardan sudur etmesi mümkün olan şeydir. Binâenaleyh, bu iki durum, birbirinden farklıdır.

Orada (zümer. 36), irâde eden zâtın, Allah ismiyle getirmesi meselesine gelince, biz diyoruz ki: Biz daha önce, vâcibü'l-vücûd olan zâta mahsus iki isim bulunduğunu, bunların da Allah ve Rahmin kelimeleri olduğunu zikretmiştik. Nitekim Cenâb-ı Hak da, "De ki: "Gerek Allah diye çağırın, gerek Rahman diye çağırın. Hangisi ile dua ederseniz edin, en güzel isimler O'nundur" (İsra. 110) buyurmuştur. "Allah" kelimesi, heybet ve azamet ifade eder. "Rahmin" kelimesi ise, şefkat ve merhamet manaları tedaî ettirir. Burada, Cenâb-ı Hak kendisini, "Allah intikam sahibi, mutlak bir galib değil midir?" (zümer, 37) diyerek, İzzet ve intikam sahibi olmakla da tavsif etmiş, "Onlara, "o gökleri, o yeri kim yarattı..." (Zümer. 38) ifadesiyle de, kendisinin ululuğuna delâlet eden hususu zikretmiş, böylece de kendisinin azametine'delâlet eden ismi getirmiştir. Burada ise, "Beni yaratan zât" ifadesiyle, rahmetine delâlet eden şeyi getirmiştir. Çünkü yaratılma işi, diğer nimetler için öncelikle olması gereken bir nimettir. İşte bu sebeple o zât önce, "Eğer Rahman, bana bir zarar vermeyi dilerse" demiş, daha sonra da, insanlardan sudur eden tertibe göre, "Onların şefaati, bana hiçbir surette fayda vermez. Onlar beni asla kurtaramazlar" demiştir. Bu böyledir, zira, kendisine bir şahsın zarar verebildiği şahıstan zararı def etmek isteyen kimse, bunu en güzel bir biçimde savuşturur. Böylece de, önce ona, aracı olmak ister. Eğer kabul ederse ne alâ, aksi halde, onu ister de, "Bana onların şefaati lazım değil; onlar beni herhangi bîr şekilde kurtaramazlar" der. Bu ayetlerde, Cenâb-ı Hak tarafı nazar-ı dikkate alındığında, Allah'ın, her yönden mâbûd bir zât oluşunun beyanı söz konusudur. Çünkü O, yaratandır, Rab'dır. Mâlik'tir, ihsan da ister bulunsun isterse bulunmasın, her halükârda ibâdete müstehaktır. İhsanına nisbetle Rahmân'dır; O'ndan duyulan korkuya nazaransa, o zararları def edendir. Böylece, O'nun dışında kalanların hiçbir surette ibâdete müstehak olmadıklarının beyânı ortaya çıkmış olur. Çünkü, ibâdeti gerektiren sebeplerin en aşağısı, bu ibadetin, kötü bir günde kişinin lehine ve yararına olacağı için yapılmasıdır. Halbuki Allah'ın dışındakiler, Allah dilemediği müddetçe, hiçbir şeyi savuştu ram azlar. Yok, eğer Allah dilerse, zaten def ediciye de ihtiyaç kalmaz.

Şehidin Mükafaatı

23 ﴿