27

"Şüphesiz ben, o takdirde mutlaka apaçık bir sapıklık içindeyimdir. Gerçek, ben Rabbinize iman ettim. İşte bunu benden duyun. (Ona) "gir cennete" denildi. (O da) "Ne olurdu, kavmim bilselerdi..." dedi, Rabbimin beni bağışladığını ve beni, (cennetle) ikram olunanlardan kıldığını!"

Ayetteki, "Şüphesiz ben, o takdirde mutlaka apaçık bir sapıklık içindeyimdir" cümlesi, "Eğer ben bunu yaparsam, ben apaçık bir biçimde sapıtmış olan bir kimse olmuş olurum" demektir. Buradaki, "mübîn" kelimesi, "fail" manasındadır. Bu tıpkı, aksinin yani "fail"in, meselâ "etim" ifâdesinin "mü'ftm" manasında olması gibi, "müfit" manasına gelmesi gibidir. Şöyle de denebilir: "Dalal-I mübîn", "bakanlara, durumu apaçık ortaya koyan, anlatan" demektir ki, doğru olan birinci izahtır. Daha sonra "Gerçek, ben Rabbinize iman ettim. İşte bunu, benden duyun" buyurulmuştur.

Buradaki, "Rabbiniz" ifadesiyle kime hitap edildiği hususunda şu izahlar yapılmıştır:

a) Bunlar, gönderilen o elçilerdir. Müfessirler şöyle demişlerdir: O müşrik topluluk, o zâtı öldürmek için ona hücum ettiler de, bunun üzerine o da, o elçilerin yanına sokularak, "Ben sizin Rabbinize iman ettim. O halde şimdi benim sözümü duyun da, bana şahit olun" dedi.

b) Bunlar, o kâfir topluluktur. Buna göre sanki bu zât, onlara nasihat edip de, nasihat onlara tesir etmeyince, "Ben, iman ettim. Şimdi beni dinleyin" demiştir.

c) Bununla, bu sözü dinleyenler ve duyanlar kastedilmiştir. Buna göre bu zât, genel anlamda, "şimdi beni dinleyiniz" demiştir ki, bu tıpkı bizim bir vaiz efendinin: "Ey miskin, ne kadar da tûl-i emel sahibisin ve amelin de ne kadar azdır" dediğinde, onun, bu sözüyle, bunu duyan herkesi kastettiğini söylememiz gibidir.

O zâtın, "İşte bunu, benden duyun" ifadesinde şu incelikler bulunur:

a) Bu, teennî ile hareket eden ve tefekkürde bulunan bir kimsenin diyeceği bir sözdür. Çünkü o, "Beni dinleyiniz" demiştir. Zira konuşan kimse, kendisinin sözünü dinleyen bir grubun bulunduğunu bildiği zaman o zaman, (rastgele konuşmayıp) düşünür.

b) O, kavmin dikkatini çekmiş ve "Ben size yaptığınızı haber verdim ki, "Niçin, durumunu bizden gizledin? Şayet açıktan açığa hareket etseydin, biz de seninle beraber iman ederdik" demeyesiniz diye" demiştir.

c) Buradaki, "dinleme" ifadesiyle, kabul etmek anlamı kastedilmiştir. Nitekim bir kimse, "Falancaya nasihat ettim de, sözümü dinledi, yani kabul etti" der.

Buna göre sen şayet, "O zât, daha önce, "Ben niye beni yaratana ibadet etmeyecek misim?" demiştir. Burada ise, "Rabbime iman ettim" dememiş, "Rabbinize iman ettim" demiştir. Niçin?

Cevap: Biz diyoruz ki, buradaki hitabın o elçilere olması halinde, mana açıktır. Çünkü o zât, "Ben sizin Rabbinize iman ettim" deyince, o zaman o elçilerce, bu zâtın onların sözünü kabul ettiği ve kendisine davet ettikleri o Rabbe iman etmiş oldukları anlaşılmış olur. Binâenaleyh şayet bu zât, "Rabbime" demiş olsaydı, belki de elçiler, "Her kâfir, benim Rabbim vardır. Ben, Rabbime iman ettim" derdi. Ama, buradaki hitabın, kâfirlere olması durumunda, bu ifadede Cenâb-ı Hakk'ın birliğini beyân bulunmaktadır. Zira bu zât, önce "Ben niye beni yaratana ibadet etmeyecek misim?" deyip, sonra da, "Rabbinize iman ettim" deyince, onun bu sözünden, "Benim ve sizin Rabbiniz tektir ve bu Rab, beni yaratan zâttır ki O, aynı zamanda sizin de Rabbinizdir" demek istediği anlaşılmış olur. Ama bu zât şayet, "Rabbime iman ettim" demiş olsaydı, o zaman kâfir de, "Ben de benim Rabbime iman ettim" derdi. Cenâb-ı Hakk'ın, "Allah hem bizim hem de sizin Rabbinizdir" (Şûra, 15) ayeti de böyledir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "(Ona) "gir cennete" denildi"buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili olarak iki izah yapılır:

a) O önce öldürüldü, sonra da ölümünü müteakip kendisine, "gir cennete" denildi.

b) Onun, "iman ettim" demesinin peşinden, ona, "gir cennete" denildi.

Birinci izaha göre, Cenâb-ı Hakk'ın, "(O da) Ne olurdu kavmim bilselerdi..." ifadesi, o zâtın bu sözü ölümünden sonra söylediği; Allah'ın, onun bu sözünü haber verdiği manasına gelir.

İkincisine göre ise o bu sözü hayatta iken söylemiş olur. Buna göre o sanki, kendisinin cennete gireceklerden olduğunu o elçilerden duymuş, onları tasdik etmiş, buna kesinkes inanmış ve bunun böyle olduğunu bilerek, "Keşke kavmim de, benim bildiğimi bilselerdi, böylece de, benim iman ettiğim gibi, iman etselerdi!" demiştir.

Ayetteki "denildi" ifadesinin manası hususunda, o vaktin ne zaman olduğu hususunda iki izahın yapılması gibi, iki izah yapılmıştır:

a) Bu kelime, kavl masdarındandır.

b) (Bu), "gir cennete" demektir. Ki bu tıpkı, Cenâb-ı Hakk'ın "Onun emri, bir şeyi dilediği zaman, ona sadece, "ol" demesinden ibarettir. O da oluverir" (Yasin. 82) ayetindeki gibidir. Çünkü burada, "söylemek" manası kastedilmemiştir. Tam aksine, bununla fiil kastedilmiştir. Yani "O, o işi hemen o anda, araya hiçbir zaman girmeksizin yapar" demektir. Durum, "Denildi ki: "Ey arz, suyunu yut" (Hud. 44) ayetinde de böyledir ki, bu, arzın o suyu yutar hale gelmesi demektir. (Yani burada, demek işi söz konusu değildir).

Ayetteki, "Rabbimin beni bağışladığını..." ifadesi hususunda şu izahlar yapılmıştır:

a) Buradaki mâ, istifhamiyyedir. Buna göre sanki o zât, "keşke kavmim, Rabbimin beni neden ötürü bağışladığını bilselerdi de, böylece onlar da onunla meşgul olsalardı!" demek istemiştir. Bu görüş zayıftır. Aksi halde, (istifham olması halinde), en güzel olan hal mâ'nın elifinin hazfedilmesi hali olurdu. Çünkü Arapça'da, "neden?" "ne hususunda?" neden?" denilir.

b) Bu haberiyyedir. Buna göre sanki, "Ah kavmim, Rabbimin beni kendisinden dolayı bağışladığı şeyi bilselerdi!" demiştir.

c) Buradaki masdariyyedir. Buna göre o zât sanki, "Ah, kavmim Rabbimin bana olan mağfiretini bilselerdi!" demek istemiştir. Tercihe şayan olan son iki izahtır.

Daha sonra O, "Beni ikram olunanlardan kıldığını (bilselerdi)" demiştir. Biz, iman ve amel-i sâlihin, iki şeyi, yani ilahi mağfiret ve İlahî İkramı sağladıklarını daha önce söylemiştik. Bu, "İman eden ve salih ameller işleyenler var ya, işte bunlar için bir mağfiret ve kerîm bir rızık vardır" (Hacc, 50) ayetinde de böyledir. Burada bahsedilen zat da, sâlih ve mü'min kimselerdendir. İkram olunan kimse ise, hor ve hakir kılınan gibi değildir. Kişiyi ihtiyaç içerisinde bırakmak, onu hor ve hakir kılmak; kişiyi zengin kılmak da ona ikram etmektir. Böylece Allah, sâlih kullarını, hiç kimseye muhtaç etmez, onun bütün ihtiyaçlarını kendisi giderir.

İmandan Geri kalanlar

Cenâb-ı Hak, bu zâtın durumunu anlatınca, kavminden ona karşı çıkanların ve imandan uzak duranların hallerini de, onların çok hızlı bir şekilde helak olunduklarına işaret olarak, şöyle buyurup anlatmıştır:

27 ﴿