32"Allahü teâlâ, üzerinde birbirine karşı sert ve geçimsiz bir çok ortakların hakkı (ortaklığı) bulunan bir köle (hizmetçi) ile, sadece bir kişinin adamı olan birisini, (müşrik ile mü'mine) bir misal olarak getirmiştir. Bu ikisinin hali bir olur mu? Bütün hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler. Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz siz de Rabbinizin huzurunda mahkemeye çıkarılacaksınız. Allah'a karşı yalan söyleyenden ve sıdk-u hakikati, kendisine gelir gelmez yalanlayandan daha zâlim kimdir? Kâfirler için, cehennemde bir karargâh yok mu?" Bil ki Allahü teâlâ, kâfirlere yönelik tehdidi alabildiğine ortaya koyunca, bunun peşinden, onların gidişatlarının bozukluğunu ve yollarının yanlışlığını gösteren bir darb-ı mesel getirerek böyle buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili birkaç mesele var: Müteşâkis "Müteşâkisûn" "ihtilaf edenler, huysuzluk yapanlar, problem çıkaranlar" demektir. Nitekim birisi bir problem çıkardığında, denilir. Yine problemçıkaran manasında denilir. Karşılıklı olarak birbirlerine güçlük ve zorluk çıkaranlar için fiili kullanılır. Nitekim Leys, "Teşâküa, karşılıklı çekişme ve ihtilaf çıkarmadır" demiştir. Yine biri gidip, diğeri geldiğinde, "Bu ikisi birbirine zıddır" manasında, "Gece ve gündüz müteşâkistirler" denilir. Ayetteki fîhl kelimesi, tıpkı, "Onda müşterektirler" demen gibi, şürekâ kelimesine mütealliktir. Farklı Kıraatlar İbn Kestr ve Ebû Amr, elif ile ve lâm'ın kesresiyle salimen okumuşlardır. Arapça'da bu, selime'nin ism-i failidir. Diğer kıraat imamları ise, bu kelimeyi elifsiz olarak, sîn ve lâm'ın fethasıyla selemen diye okumuşlardır. Yine bu kelimenin, ayne'l-fiili sakin olarak, sin'in fethası ve kesresiyle, selmen ve silmen şekillerinde okunduğu da söylenmiştir. Salim okuyanlara göre kelime, ism-i fail olup, "racülün" ve "salimim" takdirindedir. Diğer kıraatlere göre ise kelime, masdarolup, "selâmetli, kurtulmuş adam" manasındadır. sadece bir adama ait olup, üzerinde başkasının ortaklığı bulunmayan (köle) demektir (......) kelimesi, mübteda olarak merfû da okunmuştur. Buna göre mana, "Bu adam, sadece bir adama âit (olan bir köledir)" şeklindedir. Üçüncü Mesele Kelamın takdiri, "Kavmin için bir darb-ı mesel (benzetme) yap ve onlara, "Aralarında ihtilaf ve çekişme bulunan ve herbiri, "O benim kötemdir" diyen, bir çok ortağa ait bir köle için söyledikleri şeyleri hatırlat: Ortaklardan herbiri, o köleyi kendi hizmetinde kullanmaya çekmek ister, böylece köle ne yapacağını şaşırır. Birisini razı etse, diğerleri öfkelenir. Birinin işini yapmaya kalksa, diğerlerinden herbiri onu bir başka işe sevkeder. Dolayısıyla bu köle, hangisini razı etmesinin daha uygun olduğunu, hangisinin kendisinin ihtiyaçlarına destek olduğunu bilemez bir halde şaşkın kalır. İşte bu kimse, bu durumdan dolayı, hep bir rahatsızlık ve bitmeyen bir yorgunluk içindedir. Misal verilen diğer kölenin ise, tek bir sahibi vardır. Köle sadece ona hizmet etmektedir. Hizmet edilen sahibi ise, kölenin İsterine ve ihtiyaçlarına destek oluyor. Öyleyse; bu iki kölenin hangisinin hali daha güzel ve daha iyidir?" şeklinde olup, bununla anlatılmak istenen şey, birkaç ilahın olduğunu söyleyenlerin halini bir temsildir. Çünkü bu durumda Hak teâlâ'nın da, "Eğer yerde ve gökte Allah'dan başka ilahlar obaydı, yer ile göğün düzeni bozulurdu" (Enbiya, 22) ve "Onların bazısı bazısına üstünlük sağlardı" (Mü'minun, 91) ayetlerinde anlattığı gibi, bu İlahlar birbirleriyle çekişir ve biribirlerine baskın çıkmaya çalışırlardı. Böylece de o müşrik, şaşkın bir halde kalır, o ilahların hangisine ibadet edeceğini bilemez, hangisinin Rab olduğuna, kimden rızkını isteyeceğine, kimin şefkatine tutunacağına karar veremez. Onun şefaatçisi, tasasıdır. Kalbi ise parça parçadır. Ama sadece bir ilaha inanan, o ilahın mükellef tuttuğu şeyleri yerine getiren, onu memnun edecek ve kızdıracak şeyleri bilen kimsedir. Binâenaleyh bunun hali, kurtuluşa birincisinden daha yakındır. Bu, şirkin çirkinliğini, tevhidin güzelliğini göstermede alabildiğine hoş bir benzetmedir. Eğer, "Bu misal, putlara ibadet etmeye tam uygun bir misal değildir. Çünkü putlar cansız olup, aralarında, böylesi bir çekişme ve geçimsizlik yoktur" denilirse, biz deriz ki: Putperestler çeşit çeşittirler. Kimileri, "Bu putlar, yedi yıldızın heykelleridir" deyip, gerçekte o yedi yıldıza taparlar. Sonra da, bu yıldızlar arasında bir çekişmenin olduğunu söylerler. Baksana, bu kimseler Zühal'in en büyük uğursuz; Müşteri'nin "en büyük uğur" olduğunu söylerler. Kimileri de bu putların, felekî ruhların heykelleri olduğunu söylerler. Bu görüşte olanlar âlemde meydana gelen her türlü hadisenin, semavî ruhlardan birisi ile ilgili olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre bu ruhlar arasında çekişme ve rekabet vardır. Bu durumda, ayetteki misal, bunlara tıpatıp uyar. Kimi müşrikler de, putlarının, geçmiş âlimlerinin ve zâhidlerinin heykelleri olduklarını söylerler. O halde bunlar, o âlimler ve zâhidler kendilerine şefaatçi olsunlar diye, bu heykellere tapıyorlar. Bu inançta olanlardan her bir fırka, doğru olanın, kendi dininde olan o büyük adam olduğunu, onun dışındakilerin ise bâtıl yolda olduğunu iddia etmiş olur. Bu durumda da misal, yine uygun düşer. Böylece bu misalin, anlatılmak istenen şeye uygun olduğu anlaşılır. Hak teâlâ'nın "Bu ikisinin hali bir olur mu?" ifadesine gelince, ifadenin takdiri, "Bu ikisi, durum ve halce bir olur mu?" şeklindedir. Buna göre (meselen) kelimesi, temyiz olmak üzere, mansubtur. İfâdenin manası, "O ikisinin sıfatı ve hâli bir olur mu? Eşit olur mu?" şeklindedir. Temyizde, cinsi beyan etmek için, müfret ifâdeyle yetinilmiştir. (meseleyni-iki mesel ve durum olarak) şeklinde de okunmuştur. Sonra Cenâb-ı Hak, "Bütün hamd, Allah'a mahsustur" buyurmuştur. Manası ise, "Şeriklerin ve ortakların (endâd) bulunduğunu söylemek bâtıl olup, Vâhid, Ehad ve Hak olan o Allah'dan başka da hiçbir İlâhın bulunmadığı sabit olunca, işte o zaman, hamdın de, başkasına değil ancak O'na mahsus olduğu sabit olmuştur" şeklindedir. Cenâb-ı Hak bundan sonra, "Fakat onların çoğu bilmezler" buyurmuştur ki, "Bütün hamdin, başkasına değil de, ancak O'na mahsus olduğunu ve ibâdete müstehak olanın da, başkası değil, ancak O olduğunu bilmezler" demektir. Bununla kastedilenin, "Bu apaçık deliller ve kesin burhanlar zikredilip geçmiş olunca, Allahü teâlâ, her ne kadar insanların ekserisi bunu bilmeseler ve bunlara vakıf olmasalar bite, "Bu açıklamaların meydana gelmesi ve bu delillerin zuhur etmesi sebebiyle, Allah'a hamdolsun; bütün hamdler O'na mahsustur!" buyurmuştur" şeklinde olduğu da söylenmiştir. Allahü teâlâ bu açıklamaları tamamlayınca, "(Habibim), muhakkak (sen de öleceksin) onlar da ölecekler,." buyurmuştur. Murad ise, "Bu topluluk var ya, onlar, dünyada kendilerini hırs ve hased istila ettiği için bu kesin delillere iltifat etmezlerse, sen sakın buna aldırma! Çünkü, sen öleceksin, onlar da ölecekler; sonra, Kıyamet gününde Allah'ın huzuruna götürülecek ve O'nun nezdinde hükümleşeceksiniz. Adil ve kak olan Allah, aranızda hükmedecek, böylece de, hakkı olan şeyi herkese iletip verecektir. İşte o vakit de, hakdan yana olan, batıldan yana olandan; doğru olan da, bozuk olan (zındîk)dan ayrılacaktır..." manasıdır, İşte ayetten hedeflenen budur. cümlesi "Her ne kadar diri olsanız da, sen ve onlar, ölüler mesabesindesiniz... Çünkü, (yakın ve) gelecek olan her şey, mutlaka vuku bulacaktır (onun için gelmiş sayılır)" demektir. Sonra Cenâb-ı Hak, onların çirkin fiillerinden başka bir çeşidini beyan etmiştir ki, bu, doğru söyleyeni tekzibi ilave etmeleridir. Onların yalan söylemeleri ve buna da, haktan yana olup doğru söyleyeni tekzibi ilave etmeleridir. Onların yalan söyledikleri şeye gelince, bu onların, Allah'a çocuk ve ortaklar isnâd etmesidir. Onların, doğru söyleyenleri yalanlamada ısrar etmelerine gelince, çünkü onlar, nübüvvet iddiası hususunda doğru olduğuna dair kesin hüccet sabit olduktan sonra dahi, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlamaya devam etmişlerdir. Sonra Cenâb-ı Hak bunun peşinden tehdit ve vaîdi getirmiş ve "Kâfirler için, cehennemde yer mi yok?" buyurmuştur. Bazı kimseler, ehl-i kıbleden olan kimi muhalif ve muarızları tekfir etme hususunda bu ayete sarılmışlardır. Çünkü, (bunlara göre), bütün kati meselelerde muhalif ve karşı olan kimse, sözünde yalancı olur. Aynı zamanda da, hak mezhebi yalanlamış bulunur; böylece de, bu tehdit ve vaîdin kapsamına girmiş olur... Doğruların Hâli |
﴾ 32 ﴿