31"Göklerin ve yerin mülkü, Allah'ındır. Bâtıla sapanlar, Kıyametin kopacağı gün, işte o gün, hüsrana düşecektir. Ve sen, her ümmeti diz çökmüş bir halde göreceksin. Her ümmet, kitabına çağrılacak. Bugün yapmış olduklarınızın karşılığı verilecek. Karşınızda hakkı söyleyip duran bu (kitap), bizim kitabımızdır. Şüphe yok ki, neler yapıyor idiyseniz, biz yazdırıyorduk. Artık iman edip de iyi amel işleyenleri, Rableri rahmetine sokacaktır. İşte bu, apaçık murada gelince, (onlara da şöyle denilecek): "Karşınızda ayetlerim okunurken büyüklük taslayanlar, günahkârlar güruhu olanlar sizler değil miydiniz?..". Bil ki Allahü teâlâ, önceki ayetlerde, kendisinin ilk defa yaratmaya, diriltmeye ve ikinci kez diriltmeye kadir olduğuna dair deliller getirince, ilgili delili daha şümullü yaparak, "Göklerin ve yerin mülkü, Allah'ındır" buyurmuştur ki, bu, "İster göklerden, isterse yerden olsun, bütün mümkinâta kadir olma vasfı, ancak Allah'a aittir. Cenâb-ı Hakk'ın, bütün mümkinâta kadir olduğu ve bu hayatın da, zâtta yeniden meydana gelmesinin (iade) mümkün olduğu, -çünkü, şayet bu mümkün olmasaydı, bu hayat (o zâtta) ilk kerresinde de bulunamazdı- sabit olunca, bu iki mukaddimeden, Allah'ın, diriltmeye ikinci kez de kadir olacağı neticesi çıkar" demektir. Cenâb-ı Hak, işte bu iki yol ile, haşr ve neşrin mümkün olduğunu beyân edince, Kıyametin hallerinin ayrıntılarından bahsetmiştir ki, bunlardan ilki "Bâtıla sapanlar Kıyametin kopacağı gün, işte o gün hüsrana düşecektir" ifadesidir. Bu ifadeyle ilgili birkaç bahis vardır: Birinci Bahis: ifadesindeki "yevm" kelimesinin nasb âmili, fiili olup, ifadesi de, birinci "yevm"den bedeldir. İkinci Bahis: Bu tefsirin pek çok yerinde, hayat, akıl ve sıhhatin, sermayesi, onları ahiret mutluluğunu elde etme hesabına kullanıp değerlendirmenin kâr gayesiyle çalışan tüccarın yaptığı işe benzediğini söylemiştik. Kâfirler, kendilerini bu tasarruflar hususunda yormuşlar, ama bunlar, neticesinde sadece mahrumiyyet ve hızlan, (ilâhi yardımdan uzaklaşmayı) elde edebilmişlerdir. Binâenaleyh gerçekte bu, sınırsız bir hüsran (zarar-ziyan) olmuş olur. Diz Çökme Vaziyeti Kıyametin hallerinden ikincisi de, "Ve sen her ümmeti, diz çökmüş bir halde göreceksin" cümlesi ile bildirilir. Leys, "Câsiye, tıpkı kişinin, hâkimin huturunda çökmesi gibi, diz üzere oturan demektir" der. Zeccâc. ve fiilinin de bu manaya geldiğini söyler. Keşşaf sahibi, bu kelimenin şeklinde de okunduğunu söyler. Dilciler, "cezv" masdarının. kurtuluşu sağlama bakımından, "cesv"den daha ileri manada olduğunu, zira "câzî"nin, ayak parmaklarının uçları üzerinde oturan manasına olduğunu söylemişlerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh) da, "câsiye" kelimesine, "Bir araya gelmiş ve yaptıkları şeyi gözetleyiciler, bekleyiciler olarak..." manasını vermiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak "her ümmet kitabına çağrılacak" buyurmuştur. Buradaki "küllü (her..) kelimesi mübtedâ ve cümlenin hepsi birden, bundan önceki ifadesinden bedeldir, ifadesi, "amel sahifelerine..." manasınadır. Dolayısıyla burada "kitap", bir cins isim olarak kullanılmıştır. Bu tıpkı, "Kitap konur ve mücrimleri, onda olan şeyden dolayı korkmuş olarak görürsün" (Kehf, 49) ayetinde ifade edildiği gibidir. Hak teâlâ'nın bundan sonra gelen, "Artık iman edip de salih amel işleyenler..." ifadesine ve "küfredenlere gelince..." ifâdesine binâen, öyle görülüyor ki, kitabına çağrılan "her ümmet" ifadesine hem mü'minler, hem kâfirler girmektedir. Mü'min Kıyamette Korkar Mı? Eğer, "Diz üstü çöküp kalmak, ancak korkan kimseler için sözkonusu olur. Ama mü'minler için Kıyamet günü korku olmayacaktır?" denilirse, biz deriz ki: Emin olan ve hakkı savunan kimseler de bazan, bu gibi durumlarda, kendisinin ehl-i haktan olduğu bilfiil tahakkuk edinceye kadar, bâtılı savunanlarla aynı korkuyu taşır. Amel Defterini Okuyuş Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Bugün yapmış olduklarınızın karşılığı verilecek" buyurmuştur. Bu, "Onlara böyle denilecek" takdirindedir. Eğer, "Kitap, nasıl olur da hem onlara, hem Allah'a nisbet edilir?" denilirse, biz deriz ki: Bu iki husus arasında bir tezad yoktur. Çünkü bu kitap, onların amellerini ihtiva eden, kaydetmiş olan kitap manasında "onların kitabı"dır; Meleklere bunların yazılmasını emreden Allahü teâlâ olduğu için de, "Allah'ın kitabı"dır. Cenâb-ı Hak "O kitap size konuşur, yani hiçbirşey katmadan ve eksiltmeden sizin için şahitlik yapar. Çünkü biz meleklere, sizin yaptığınız şeylere istinsah ettiririz, yani sizin amellerinizi yazmalarını emrederiz" buyurmuştur. Daha sonra da, itaatkâr insanların hallerini belirterek, "Artık iman edip de iyi amel işleyenleri, Rableri rahmetine sokacaktır. İşte bu apaçık murada erişmenin tâ kendisidir" buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili bir kaç mesele vardır: Birinci Mesele Cenâb-ı Hak bunların mü'min olduğunu belirttikten sonra, sâlih ameller işlediklerini de bildirmiştir. Binâenaleyh sâlih amellerde bulunmanın, imandan başka ve ona ilave birşey olması gerekir. Amel-i Salih Mû'tezile şöyle der: "Allahü teâlâ. rahmetine girme işini, insanın imanla birlikte salih ameller yapmasına bağlamıştır. İki şeyin toplamına bağlanılan bir husus ise, bu iki şeyden biri olmadığında meydana gelmez. Binâenaleyh kişinin imanı olup da, sâlih ameli (ibadetleri) bulunmadığında, cennete girememesi gerekir." Buna şu şekilde cevap veririz: "Bir hükmün bir vasfa dayandırılması, o vasıf bulunmadığında, o hükmün olmadığına (her zaman) delâlet etmez." Cennet, Rahmet Eseridir Hak teâlâ, sevaba (mükâfaata) bu ayette "rahmet" demiştir. Mükâfaatın, rahmet adını alabilmesi ise ancak,vâcib (mutlaka verilmesi gereken bir şey) olmadığı zaman doğru olur. Binâenaleyh Allahü teâlâ'nın, kullarına mükâfat vermesi, kendisine vâcib olmaması gerekir. Münkirlere îtab Daha sonra, Cenâb-ı Hak, "Küfredenlere gelince, (onlara da şöyle denilecek): "Karşınızda ayetlerim okunurken büyüklük taslayanlar, günahkârlar güruhu, onlar sizler değil miydiniz?" buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır: Menzileteyn Arası Allahü teâlâ mü'minlerden ve kâfirlerden bahsetmiş, bir üçüncü kısımdan bahsetmemiştir. Binâenaleyh bu durum Mu'tezile'nin "el-menziletü beyne'l-menzileteyn" prensiblerinin (görüşlerinin) bâtıl olduğuna delâlet eder. Akli Vûcub? Allahü teâlâ, ilahî cezaya müstehak oluşu, ayetleri okunduğu halde onların bunu kabul etmeyişlerine bağlamistir ki bu, ilahî cezayı haketmenin, ancak şeriat geldikten sonra olabileceğini gösterir. Bu da farzların, ancak şeriat ile farz olacaklarına delalet eder. Mû'tezile ise bunun aksini savunur. Çünkü onlara göre, birtakım şeyler, aklen de farz olabilir. Üçüncü Mesele Bu ayetin başındaki emmâ şart edatının cevâbı mahzûf olup, takdirî manası, "Kâfirlere gelince, onlara, "Ayetlerim sizlere okunmadı mı ki, sizler hakkı kabul etmediniz ve mücrim bir güruh oldunuz?" denilecek" şeklindedir. Eğer, "Kınama ve tenkid etme sadedinde, kâfirleri "mücrim (suçlu)" diye nitelemek nasıl doğru olabilir?" denilirse, biz deriz ki: Bu, "Onlar kâfir olmalarının yanısıra, biz zat dinleri hususunda âdil olmayıp, aksine fâsık (günahkâr) da oldular" demektir. Allah en iyi bilendir. Kâfirler ve Kıyamet |
﴾ 31 ﴿