4"Ha Mim. Kitabın indirilmesi, azîz ve hakîm Allah'dandır. Biz gökleri, yeri ve İkisi arasında bulunan şeyleri, ancak gerçek bir gaye ile ve hakkı ikame gayesiyle belli bir zaman için yarattık. Kâfirler uyarıldıklar tehlikeden yüz çeviriyorlar. De ki: "Allah'ın dışında, tapageldüderinizin neler olduklarını bana haber verin! Söyleyin bana, yeryüzünden neyi yaratmışlar bakalım! Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var. Bundan evvel bir kitap, yahut bir ilim kalıntısı varsa, davanızda doğrucular iseniz, haydi bana getirin". Bil ki bu sûrenin başının nazmı, tıpkı Câsiye Suresi'nin nazmı gibidir. Biz bunu, orada anlatmıştık. Ayetteki, "Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri ancak gerçek bir gaye ile ve hakkı ikame gayesiyle yarattık" ifadesi, gerçek ilahın, bu âlem ile isbat edilebileceğine delâlet etmektedir. Yine bu ifade, bu İlahın, âdil, kullarına merhametli, onları görüp-gözeten ve onlara ihsan eden bir zât olması gerektiğini gösterir ve yine bu Kıyametin hak olduğuna da delâlet eder . Alem Halıkına Delil Bunlardan birinci husus, yani ilahın varlığının bu âlem ile isbatı şöyledir: Halk, takdir etmek, ölçüp-biçmek demektir. Birşeyi ölçüp-biçme ile, planla yapmanın neticeleri ise, En'âm Sûresi'nde de anlatıldığı gibi, on bakımdan, göklerde ve yerde net ve açık şekilde müşâhade edilmektedir. Biz bu on hususun, hür irâde sahibi ve kadir bir ilahın varlığına delalet ettiğini anlatmıştık Bl'l-Hakk Tabirinin Anlamı Bunlardan ikinci hususa, yani alemin ilahının âdil ve merhametli olması gerektiği hususuna gelince, bunun delili de, ayetteki tabiridir. Çünkü bu ifade, "ancak fazlı, rahmeti, ihsanından dolayı ve İlah'ın, fazlının fazla, ihsanının baskın ve muhtaç olanlara faydalı olan şeyleri ulaştırması, onlara zararlı olan şeyleri vermesinden daha çok oluşundan ötürüdür" manasına gelir. Cübbaî şöyle der: "Bu, gökler ve yer arasında işlenen kötülüklerin, Allah'ın yaratmasından değil, kullarının fiillerinden olduğunu gösterir. Aksi halde, Cenâb-ı Hakk'ın her bâtılın yaratıcısı olması gerekir ki bu da, "ancak hak ile yarattık" ifadesine ters düşer. Âlimlerimiz buna şöyle cevap vermişlerdir: "Bâtılı yaratmak" başka şey, "bâtıl ile yaratmak" başka şeydir. Binâenaleyh biz diyoruz ki: Bâtılı da.yaratan Allah'dır. Fakat O, bu bâtılı "hak ile" (gerçek bir gaye ile) yaratmıştır. Çünkü bu yaratış, Allah'ın, kendi mülkünde bir tasarrufudur. Mülk sahibinin kendi mülkündeki tasarrufu, "bâtıl ile" değil, "hak ile" olur. "Âlimlerimiz sözlerini şöyle sürdürmüşlerdir: "Şu husus da, anlattığımızı ortaya kor: Ayetteki "Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri ancak hak ile yarattık" ifadesi, kulların bütün fiillerinin ve amellerinin yaratıcısının Allahü teâlâ olduğuna delâlet eder. Çünkü kulların fiil ve amelleri de, "gökler ile yer arasında bulunan şeyler" cümlesindendir. Binâenaleyh bu fiil ve amelleri de Cenâb-ı Hakk'ın yaratmış olması gerekir. Tek bir ayette bir çelişkinin bulunması imkânsızdır. Binâenaleyh geriye, bu ayetten kastedilenin, bizim verdiğimiz mana olduğu ihtimali kalır. İmdi, eğer onlar (Mu'tezile), "Kulların fiilleri ve amelleri arazdır (sıfattır). Arazlar ise, "gökler ile yer arasında" olarak nitelenemez" derlerse, biz deriz ki: Böyle olması halinde, sizin yaptığınız istidlal de düşer. Allah en iyi bilendir. Bunlardan üçüncü hususa, yani bu ayetin Kıyamet ve dirilişin gerçekliğine delâlet edişine gelince, bu da şöyledir: Eğer Kıyamet olmasaydı, zulme uğramış kimselerin hakkının, zâlimlerden tastamam alınması; itaatkârlara mükâfaatlarının tastamam verilmesi ve kâfirlere de hakettikleri cezanın tastamam uygulanması ihmale uğrardı, olamazdı ki bu, Allah'ın, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri ancak hak ile yaratmış olması gerçeğine ters düşerdi. Ayetteki, "ve belli bir zaman ile (yarattık)" ifadesi, "Allah, bütün bunları ancak hak ile ve belli bir zaman için yaratmıştır" demek olup, bu da, âlemin tanrısının, bu âlemi ebedî ve sermedi kalsın diye yaratmayıp, aksine bir ibadet ve amel yurdu olsun ve sonra yokedilsin, sonra da yeniden yaratılsın ve böylece de âhîret yurdunda, herkese yaptıklarına göre bir karşılık verilsin diye yarattığına delâlet eder. Yaptığımız bu izaha göre, bu "ecel-i müsemmâ", Cenâb-ı Hakk'ın, dünyayı yoketmek için, önceden belirlemiş olduğu vakit demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Kâfirler, uyarıldıkları tehlikeden yüz çeviriyorlar" buyurmuştur. Bu, "Allah'ın, bu delilleri göstermesine, peygamberler göndermesine, kitaplar indirmesine ve peygamberlerin tergîb-terhib (teşvik-korkutma) ma'zûr görmeye ve inzâra (ikaza) devam etmelerine rağmen, bu kâfirler bu delillerden yüz çevirip, bunlara değer vermemekte ısrar ettiler" demektir ki bu da, tefekkür etmenin (düşünmenin), istidlalde bulunmanın farz ve gerekli olduğuna, delillerden yüz çevirmenin, hem din, hem dünya bakımından kötü olduğuna delâlet eder. Bil ki Allahü teâlâ, gerçek tanrının varlığına, O'nun âdil ve rahîm olduğuna, Kryamet ile dirilişin mutlaka olacağına delâlet eden bu temel düstûru koyunca, birtakım tafsilatı da buna dayandırmıştır. 1-Müşriklere Reddiye Birinci Ayrıntı: Putperestlere reddiye.. Cenâb-ı Hak bunun için "De ki: "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz (o putlara) gelince, haydi bana haber verin, onlar yeryüzünde neyi yarattılar. Yoksa onların, göklerde ortaklığı mı var" buyurmuştur ki bu, "O putlara, kâinatın herhangi bir parçasını-maddesini yaratma işinin nisbet edilmesi akıl kân mıdır? Eğer bu doğru değilse, bunların, âlemin (kâinatın) bir tek parçasını bile yaratması hususunda, âlemin ilahına yardımcı oldukları söylenebilir mi? Bu bir tek parça, ne kadar küçük bile olsa, akıl açıkça, bu âlemin bir tek parçasının yaratılmasının bile putlara nisbet edilemeyeceğine ve en küçük ve basit bir şekilde bile yardımlarının söz konusu olamayacağına göre, bu âlemin gerçek yaratıcısının ve bütün nimetlerin gerçek sahibinin Allah Sübhânehû ve Teâlâ olduğu ortaya çıkmış olur. İbadet, tazim çeşitlerinin en mükemmelini yapmak demektir. Bu ise ancak, kendisinden in'âm, lütuf ve ihsan çeşitlerinin en mükemmelinin sâdır olduğu bir zâta uygun düşer. Binâenaleyh, gerçek yaratan ve gerçek in'âmda bulunan, Hak Sübhânehû ve Teâlâ olunca, ibâdetin ve kulluğun, sırf O'nun için ve O'ndan ötürü yapılması gerekir. Geriye şöyle denilmesi kalmaktadır: "Biz o putlara, ibâdete müstehak oldukları için tapmıyoruz, tam aksine biz onlara, Hâlık olan ve in'âmda bulunan ilâhın, bize onlara tapmamızı emretmiş olmasından dolayı tapıyoruz." İşte bu noktada Cenâb-ı Hak, buna cevap niteliği taşıyan ifadeyi getirerek "Bana buna delil olarak Kur'ân'dan önce gelen bir kitap, yahut bir ilim kalıntısı varsa, ... haydi bana getirin" buyurmuştur. Bu cevabı şöyle açabiliriz: Böyle bir emrin olduğunu bilmek, ancak vahiy ve risâletle anlaşılır.. Şimdi biz diyoruz ki, bu putlara ibadet etmeye emre delâlet eden bu vahiy, ya Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelmiştir, yahut da diğer peygamberlere indirilen diğer ilahî kitaplarda yer almıştır. Eğer bu husus ilahî kitaplarda yer almamışsa, o zaman bu, o peygamberlerden nakledilen ilimlerden elde edilmişlerdir. Halbuki, bütün bunlar, bâtıldır. Böyle bir emrin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geten vahiy ile olduğunun söylenmesine gelince, bunun bâtıl olduğu malumdur. Böyle bir emrin, geçmiş peygamberlere indirilen ilahî kitapların onu kapsaması sebebiyle olduğunu söylemek de bâtıldır. Çünkü, bütün ilahî kitapların, putlara tapmaktan men etme hususunda mutabık oldukları, zarurî ve mütevatir bir biçimde bilinmektedir. İşte bu husus ayetteki, "Bana, buna delil olarak Kur'ân'dan önce gelen bir kitap (...) getirin "cümlesinden anlaşılmaktadır. Böyle bir emrin, kitaplarda gelenin dışında peygamberlerde nakledilen ilimlerle oluşu da bâtıldır. Çünkü, hiçbir peygamberin, putlara tapmaya davet etmediği, zarurî olarak bilinmektedir. İşte bu hususta, ayetteki, "yahut bir ilim kalıntısı var ise..." kaydından kastedilen husustur. Bütün bunlar bâtıl olunca, putlara tapmakla meşgul olmanın bâtıl bir amel, fasit bir görüş olduğu kesinleşmiş olur. Geriye, Cenâb-ı Hak'ın, "Yahut bir ilim artığı varsa..." ifadesiyle ilgili olarak şu iki bahis kalmıştır: Esare (İlim Kalıntısı)'den Maksad Birinci Bahis: Bu bahis, lüğavi bir açıklama olup, Ebû Ubeyde, Ferra ve Zeccâc deyimine, "geride kalan ilim..." anlamını vermişlerdir. Müberred de buna, "ilimden tercih edilen, seçilen" manasını verdiği gibi, yine Müberrod, bu kelimeye "nakledilen ilim" manasını vermiştir ki, bu tıpkı senin "Bu hadis (söz), falancadan nakledilir" demen gibidir. İşte bu manadan dolayı, haberlere (hadislere) âsâr (eserler) ismi verilmiştir. Nitekim, "Hadiste geldi, varid oldu" anlamında, ifadesi kullanılır. Vahidî de şöyle demektedir. "Bu kelimenin tefsiri hususunda dil alimlerinin sözleri şu üç görüşte özetlenir: a) Bu kelime, "arta kalan, şeride kalan." anlamındadır. Buna göre bu kelimenin iştikakı, "(Bir şeyi araştırmak)" ifâdesinden olup, sanki bu husus, araştırılıp çıkarılarak böylece de ortaya konulmuş olan bir bakiyye gibi olmuş olur. b) Bu, "rivayet" anlamındra olan eser kökünden müştaktır. c) Bu, alâmet, iz anlamına gelen eser kökündendir. Keşşaf sahibi, bu kelimenin (......) şeklinde okunduğunu da söylemiştir. Yani, "Size has kılınmış ve başkasının değil de sizin bildiğiniz ilimden.." demektir. Yine bu kelime, se harfi sakin olmakla birlikte, elifin üç harekesiyle de okunmuştur: Buna göre, hemzenin kesresiyle (......) eser (haber) anlamındadır. Fethasıyla masdar-ı binâ-i merre olup, birisi hadis rivayet ettiğinde kullanılan (......) ifâdesinin masdanndandır; hemzenin dammesiyle tıpkı (hutbe)'nin, kendisiyle hitap olunan şeyin ismi olması gibi, "rivayet edilen şey"in adıdır. İkinci Bahis: Ayet-i kerimedeki esare hakkında, İbn Abbas'dan nakledilen şöyle bir görüş daha vardır: "Buradaki "ilim", kumun üzerine yazılan hat ilmidir. Ki Araplar, bunu böyle yazıyorlardı. Bu, meşhur olan bir ilim dalıdır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur: "Peygamberlerden bir peygamber yazı (hat) yazıyordu. Mûslim, mesacit 33 (1/372). Binaenaleyh, kimin yazısı onun yazısına uyarsa, o onun ilmini bilmiş demektir". Buna göre ayetin anlamı, "Bana, kumun üzerine yazdığınız yazı kabilinden, türünden bir ilim getirin de, bu, putlara tapmanız hususunda görüşünüzün doğruluğuna delâlet etsin" şeklinde olur. Binâenaleyh, eğer ayeti bu şekilde tefsir etmek doğru olursa, bu, onlarla, onların sözleri ve delilleriyle alay etmek kabilinden olmuş olur. En iyisini bilen Allahü teâlâ'dır. Putların Müşrikleri Reddi |
﴾ 4 ﴿