3"Biz, muhakkak sana, apaşikâr bir fetih yolu açtık. (Bu), geçmiş ve gelecek günahını, Allah'ın bağışlaması, senin üzerindeki nimetini tamamlaması, böylece seni doğru yola iletmesi içindir. Ve Allah'ın, sana çok şerefli birmuzafferiyetle yardım etmesi içindir". Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Ayette geçen "feth"in ne demek olduğu hususunda şu izahlar yapılmıştır: a) Bununla, Mekke'nin fethi kastedilmiştir ki, bu, açıktır, b) Bununla, Bizans ve diğer ülkelerin fethi kastedilmiştir. c) Bununla, Hudeybiye Antlaşması kastedilmiştir. d) İslâm Dini'nin, aklî, nakli deliller, kılıç ve süngü ile yaptığı fetihler kastedilmiştir. e) Bununla, İslâm'ın hükümleri kastedilmiş olup, bu tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın, "Ey Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasında sen hak olanı hükmet" (A'raf, 89) ve "Sonra aranızda hak ile hükmedecek... "(Sebe, 26) ayetlerinde olduğu gibidir. Bunların hepsinde, en tercihe şayan olanı ise, şu görüşlerdir: a) Bununla, Mekke'nin fethi kastedilmiştir. b) Hudeybiye Musalaha'sı kastedilmiştir. c) İslâm Dini'nin, ayet, izah, delil ve burhanlar ile yapmış olduğu fetihler itmiştir. Bu maddelerden birincisi, bu sûreden önce geçen sûrenin, son ayeti ile, şu bakımlardan münasebet arzeder: 1) Cenâb-ı Hak, "İşte siz Allah yolunda harcamanıza davet edilmekte olanlarsınız.. Kim cimrilik ederse, ancak kendi nefsi aleyhinde cimrilik etmiş olur..." (Muhammed, 38) buyurunca, onlara, Mekke'nin fethini müyesser kıldığını ve böylece, onların, o kâfirlerin memleketlerini ele geçireceklerini ve onlar için, infâk ettiklerini kat katının verileceğini, cimrilik etmeleri halinde bunu zay edeceklerini, böylece de cimriliklerini kendilerinin aleyhine olacağını beyan buyurmuştur. 2) Cenâb-ı Hak, "Allah sizinle beraberdir" (Muhammed, 35) ve "Siz daha üstünsünüz" (Muhammed, 35) buyurunca, bunun delilinin Mekke'nin fethi olduğunu belirtmiştir. Çünkü böylece müslümanlar, en üstün ve en kudretli olmuş oldular. 3) Cenâb-ı Hak, "Gevşemeyin ve barışa siz çağırmayın" (Muhammed, 35) buyurup, bunun manası da, "Sulhu, siz istemeyin.. Tam aksine sabredin, çünkü onlar sulhu isteyecekler ve Hudeybiye gününde olduğu gibi, bu hususta onlar çaba sarfedecekler" şeklinde olunca, işte yapılan izahlardan birine göre, bu kastedilmiş olur. Ki bu yine, Mekke'nin fethinde de böyle olmuştur. Çünkü, Kureyş'in ileri gelenleri, emân dileyerek, iman edip müslüman olmuşlardır. İmdi eğer: "Ayetin bu ifadesiyle Mekke'nin fethi kastedilmiş ise, o zaman da henüz, Mekke daha fethedilmediğine göre daha nasıl, Cenâb-ı Hak, mazî sığasıyla "Biz muhakkak sana, apaşikâr bir fetih yolu açtık" buyurmuştur?" denilirse, biz deriz ki, buna şu iki bakımdan cevap verebiliriz: a) Bu ifadenin takdiri, "Biz, ezelî hüküm ve takdirimizde buranın bu şekilde fethine hükmettik" şeklindedir. b) Allah'ın takdir ettiği şey mutlaka olacaktır. Binâenaleyh O, bu işin geriye döndürülemez bu iş ve yürürlükten kaldırılmaz bir olgu olduğuna işaret etmek için, bu işi, mazî (di'li geçmiş) sığasıyla haber vermiştir. Ayetteki, "Allah'ın ... bağışlanması için" ifadesi, fethin, mağfiretin bir sebebi olduğunu ihsas ettirmektedir. Halbuki fetih, mağfirete sebep olmaya müsait değildir. Binâenaleyh, bunu nasıl cevaplayabilirsiniz? Biz diyoruz ki, buna şu birkaç açıdan cevap verebiliriz: 1) Bu hususta şu söylenmiştir: Cenâb-ı Hak, sadece fethi, mağfiretin sebebi kılmamış, tam aksine fetih, ayette bahsedilen bir takım İşlerin bir araya gelmesinin sebebi olmuştur ki, bu işler de, mağfiret, nimetin tamamlanması, hidâyet ve ilahî yardımdır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Günahlarını bağışlaması, nimetini tamamlaması, seni hidayete iletmesi ve sana yardım etmesi için..." buyurmuştur. Bu işlerin bir arada yapılabilmesini, ancak fetih ile olabileceğinde bir şüphe yoktur. Çünkü nimetler, fetih sayesinde tamam olmuş, ilahî zafer bu fetihten sonra cihanşümul olmuştur. 2) Mekke'nin fethi, Beytullah'ın put pisliklerinden temizlenmesinin sebebidir. Beytullah'ı temizlemek ise, kullarını temizlemeye sebep ve vesile olur. 3) Fetih sayesinde, hac ibadeti gerçekleşir. Hac sayesinde de, ilahî mağfiret tahakkuk eder. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in duasına baksana O, hac hakkında, "Allah'ım, bu haca, kabul edilmiş bir hac makbul bir gayret ve günahların bağışlanmasına bir vesile kıl! Müsned, 1/427. buyurmuştur. 4) Ayetin bu ifadesi ile, tanıtma, bildirme kastedilmiş olup, takdiri, "Senin, mağfur ve ma'sum olduğu anlaşılsın diye, sana bu fethi müyesser kıldık.." şeklindedir. Çünkü insanlar, Fil senesinden sonra, artık Mekke'yi, kendilerine gazab olunmuş olan o Allah düşmanlarının ele geçiremeyeceklehni; oraya ancak, gelmiş geçmiş bütün günahları bağışlanmış olan, Habibullah Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gireceğini ve orayı fethedeceğini biliyorlardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in günahı yoktur. Binâenaleyh, artık onun nesi bağışlanmıştır? Biz deriz ki: Buna karşı verdiğimiz ve birkaç açıdan olan şu cevaplar daha önce defalarca geçmişti. a) Bununla, mü'minlerin günahları kastedilmiştir. b) Bununla, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "evlâ", "efdal" olanı yapmaması kastedilmiştir. c) Bununla küçük günahlar kastedilmiştir. Çünkü, küçük günahlar ister sehven, isterse kasten olsun, peygamberler hakkında caizdirler ve bu günahlar onları, kendilerini beğenmekten korurlar. d) Bununla Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in rru aûm olduğu kastedilmiştir ki biz bunun ne demek olduğunu Kıtal (Muhammed) Süresi'nde açıkladık. Ayetteki Ve sona kalan ifadesi ne demektir? Biz deriz ki: Bu hususta da şu izahlar yapılabilir: 1) Bu, Cenâb-ı Hakkın, nübüvvetinden sonra artık günah işlemeyeceğine dair, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e olan vaadidir. 2) "geçmiş olan" ifadesiyle, "fetihten önce" ifadesiyle de "fetihten sonra olanlar..." kastedilmiştir. 3) Bu ifadesiyle bir genellik ve umumilik kastedilmiştir. Nitekim, bunun bir genelleme olduğuna işaret etmek için, karşılaşılmayan kimseyi dövmek imkân dahilinde olmamasına rağmen, "Karşılaştığın karşılaşmadığın herkesi döv..." denilir. 4) Bu, "Nübüvvetten önce ve nübüvvetten sonra..." anlamındadır. Bu izaha göre, nübüvvetten önce südûr eden (küçük günahlar), ilahî afv ile; nübüvvetten sonra meydana gelen küçük günahlar ise, Allah'ın korumasıyla affolunmuştur. Bu hususta, pek değeri olmayan bazı izahlar daha yapılmıştır ki, bunlardan birisi, meselâ bazılarının, ayetteki ile, Hazret-i Mâriye meselesinin kastedilmiş olduğunu ifadesiyle de, Hazret-i Zeyneb meselesinin kastedilmiş olduğunu söylemeleridir ki, kelâmın, bununla bir uyumu ve münasebeti olmadığı için bu, bu izahların en az değerli olanıdır. Cenâb-ı Hakk'ın, Asi "Senin üzerindeki nimetini tamamlaması için..." ifadesi hakkında da, şu muhtemel izahlar yapılabilir: a) Fetih günü mükellefiyetler tamamlanmıştır. Çünkü, fetih vesilesiyle hac vâcib olmuştur ki hac, mükellefiyetlerin sonuncusudur. Mükellefiyetler ise, nimettirler. b) "O yeri, senden dolayı, sana karşı inatçı davrananlardan berî, halî kılması ile, sana olan nimetini tamamlaması için.." demektir. Çünkü Fetih gününde, artık Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için, dişe dokunan bir düşman kalmamıştır. Çünkü düşmanlarının bir kısmı Bedir savaşında helak olmuştur, diğerleri ise, Fetih günü İman edip emân dilemişlerdir. c) "Fetih isteme hakkındaki duanı kabul etmesi ile, dünyada; günahlar, velev ki onlar son derece çirkin dahi olsalar hususundaki şefaatini kabul etmesi sebebiyle ahiretteki nimetini sana tamamlaması için.." demektir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Seni doğru yola iletmesi için..." ifadesi hakkında da, şu muhtemel izahlar yapılabilir: 1) Bunların en açığı olan bu izaha göre bunun anlamı, "Seni, sapıkların yahut, küfre zorlamaya muktedir olanların sözlerine iltifat eden hiç kimse kalmayıncaya değin, dosdoğru yol üzerinde devam ettirmek için.." şeklindedir ki bu, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ve sizin için, din olarak İslâm'ı seçtim..." (Maide,3) ayetine uygundur. Çünkü, ben Allah, İslâm dini hususunda mücadele edenlerin bazılarını yok ettim, bazılarını da iman etmeye sevkettim.. 2) Şöyle de denebilir: Fetih, dosdoğru yola hidayetin bir sebebi kılınmıştır. Çünkü Allah, fetih sebebiyle bu dünyada, gerekse ilahî vaad sebebiyle ahirette birtakım faydalar elde edeceklerini bildikleri için, mü'minlere cihadı kolaylaştırmıştır. Cihâri ise, Allah'ın yoluna sülük edip, ona kanalize olmak demektir. İşte bu manadan dolayıdır ki, Allah yolunda savaşan gaziye mücahid ismi verilmiştir. 3) Biraz önce de bahsettiğimiz gibi, bununla, tanıtma ve bildirme kastedilmiştir. Yani, "Senin, dosdoğru bir yol üzere olduğunun bilinmesi ve tanınması için.." demektir. Çünkü feth'in, ancak Allah'ın yolu üzerinde olan kimsenin eliyle tahakkuk etmesi gerekir. Bunun delili ise, Fîl hadisesidir. Ayetteki, "Ve Allah'ın, sana çok şerefli bir muzafferiyede yardım etmesi içindir..." ifadesinin manası açıktır. Çünkü fetih sebebiyle İlahî yardım ortaya çıkmış ve bu durum meşhur olup bilinmiştir. Bu ifadeyle ilgili olarak, birisi lafzı, diğeri de manevî olmak üzere, şöylesi iki mesele vardır: Lafzî Mesele: Bu, şöyledir: Allah bu ayetinde, muzafferiyeti, "azîz' olmakla vasfetmiştir. Halbuki, "azîz" oluş, yardımı yapan kimsenin vasfıdır. Buna şu iki bakımdan açıklık getirebiliriz: a) Zemahşerînin ifadesine göre, bu şu üç şekilde açıklanabilir: 1) Bu ifâde, tıpkı (Karia, 7) tabirinin, "Hoşnutluk dolu olan bir yaşantı içinde..." takdirinde olması gibi, "izzet dolu bir muzafferiyet..." takdirindedir. 2) Cenâb-ı Hak, mecazî bir ifade olmak üzere, "nasr" kelimesini, kendisine yardım edilenin vasfıyla nitelemiştir. Nitekim Arapça'da "Onun, doğru olan bir sözü vardır" denildiği gibi, aynı manada olarak ' da denilir. 3) Bununla, "Sahibini azîz kılan, izzetli kılan bir yardım.." manası kastedilmiştir. b) Biz diyoruz ki: Biz, Zemahşerînin ileri sürdüğü bu takdirleri, "izzet"in, galibiyet manasına; "aziz"in de gâlib gelen manasına geldiğini söylememiz halinde kabul edebiliriz. Ama biz, "azîz"in, eşsiz, benzeri az, kendisine ihtiyaç duyulan, çok nadir bulunan manalarına geldiğini de söyleyebiliriz. Nitekim, kendisine ihtiyaç duyulup da, kendisi az ve nadir olduğunda, "O şey çok az oldu, nadir oldu; bulunmuyor" denilir. O halde burada "nasr yardım", "kendisine muhtaç olunan ve benzeri bulunmayan bir yardım" demek olup, bu da, Allah'ın Evi Kâ'be'nin, içine yerleşmiş olan çok sayıdaki kâfirin elinden alınmasıdır. Manevi (mana ile ilgili olan) mesele: Bu şöyledir: Allahü teâlâ, (......) buyurunca, bunun faili olan Lafzatullâh'ı açıktan getirmiş; daha sonra da ve fiillerini buna atfetmiş, fakat bu kelâm görülmek istenen güzel bir üslûb üzere, bunlar da Lafzatullâh'ı açıkça zikretmemiştir. Bunu şöyle izah edebiliriz: Pekçok fiil ve iş, bir failden meydana geldiğinde, failin ismi ilk fiilde açıkça ifade edilir, ondan sonra gelen fiillerde açıkça (zahir isim olarak) getirilmez. Nitekim sen, "Zeyd geldi, konuştu, kalktı ve gitti.." dersin. Ama "Zeyd geldi, Zeyd oturdu Zeyd kalktı..." demezsin. Çünkü sen ilk ifadede, faili birinci fiilde açıktan açığa getirmekle yetinerek, sözü böylece kısaltmış olursun. Burada Cenâb-ı Hak, buyurmamış, tam aksine Lafzatullâh'ı yeniden ism-i zahir olarak getirmiştir. Biz deriz ki bu, ilahi muzafferiyet yoluna bir irşâddır. İşte bu sebeple bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "nasr" kelimesini çok nadir olarak, izafetsiz olarak getirir. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, "Allah'ın nusretiyle ... yardım eder" (Rum, 5) buyurmuş, fakat, buyurmamıstır. Yine, (Enfal, 62) buyurmuş, fakat buyurmamıştır. Keza (Nasr, 1) ve (Saf, 13) buyurmuş, fakat ve buyurmamıstır. Yine Cenâb-ı Hak, (Al-i İman, 126) buyurmuştur. Ki bu kullanışlar, bizim izahımızın delilleridir. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz: "Nasr" (muzafferiyet), sabır ile olur. Sabır da, Allah sayesinde elde edilir. Nitekim "Sabret. Senin sabrın Allah'(ın tevfikına istinâd)'dan başka değildir" (Nahl, 127) buyurmuştur. Bu böyledir, zira sabır, kalbin sükûnete erişmesi ve itminana erişmesidir. Bu da, Allah'ı zikretmekle elde edilir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Haberiniz olsun ki kalbler ancak, Allah'ı anmakla istikrar bulur..." (Rad, 28) buyurmuştur. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak burada, buyurunca, Allah'ın zikri ile kalblerin itminana erdiğini, sabrın elde edildiğini ve ilahî yardımın gerçekleştiğini bildirmek için, Lafzatullah'ı açıkça, zahir isim olarak getirmiştir. Burada şöyle bir başka mesele daha vardır: Allahü teâlâ, Önce buyurmuş, daha sonra ise, buyurmuş, fetih işini tebcil etmek için, dememiştir.. Bu böyledir, zira mağfiret her ne kadar büyük bir iş ise de, ancak ne var ki o, genel ve umumîdir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Muhakkak ki Allah, bütün günahları bağışlar.."(Zümer,53) ve "Ve, şirkin dışında kalan günahları da, dilediği kimseler için affeder" (Nisa, 48) buyurmuştur. Şimdi şayet biz, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında zikredilen bu mağfiret ile, onun ma'sûmiyeti kastedilmiştir dersek, bu, sadece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsus bir durum değildir. Tam aksine, diğer peygamberler de masumdurlar. Nimetleri tamam verme işi de böyledir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım"(Maide, 3) buyurduğu gibi, "Ey Isrâiloğulları, size ihsan ettiğim bunca nimetlerimi hatırlayın.." (Bakara, 40) da buyurmuştur. Hidayet de böyledir, çünkü Cenâb-ı Hak, "Allah, ... dönmekte olanları buna muvaffak kılar..." (Şura, 13) buyurmuş, böylece, bunu genelleştirmiştir. İlahî yardım da böyledir. Çünkü Allahü teâlâ, "Andolsun ki, gönderilen kullarımız hakkında bizim geçmiş sözümüz vardır. Muhakkak onlar, behemehal onlar muzaffer olacaklardır" (Saffat, 172) buyurmuştur. Ama fetih işine gelince bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den başka hiç kimse için söz konusu değildir. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak bu fetih işini, iyi buyurmuştur ki burada, şu iki bakımdan tazim söz konusudur: a) Bu ayetin başında Innâ kelimesinin yer almış olması; b) Ev kelimesinin bulunması.. Ki bu, "Bir lütuf olsun diye, ancak ve ancak, sana has olarak..." demektir. Mü'minlere Sekîne |
﴾ 3 ﴿