4

"O, mü'minlerin kalblerine, imanlarını kat kat artırmaları için- "sekinet"i indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir".

Cenâb-ı Hak, "Sana ... yardım etmesi için.." buyurunca, bu ilahî nusretin sebebini de açıklamıştır. Bu böyledir, zira Allahü teâlâ. peygamberlerine bazan, düşmanlarını imha edeceği bir sayha (nara); veyahut, düşmanlarını yok ettiği bir "recte" "sarsıntı"; yahut, gökten indirdiği ordu, veyahut da mü'minlere lütfettiği kalbî kuvvet ve yardım ile nusret etmiştir. Böylece bu sayede, onlar için bol mükâfaatlar tahakkuk etmiş olur. İşte bu sebeple Cenab-ı Hak o ilahî yardımı gerçekleştirmek için, "O, ... sekîneti indirendir" buyurmuştur.

Sekine

Bu âyette yer alan, "sekînet"in ne olduğu hususunda şunlar söylenebilir:

a) Sükûnet demektir.

b) Allah ve Resûlüllah'a karşı bir sükûnet türüdür.

c) Yakın (kesin inanç) demektir, ki, hepsi de yine, "sükûn" köküne varıp dayanır. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Buradaki "sekînet" müfessirlerin çoğuna göre, Cenâb-ı Hakk'ın, "Onun hükümdarlığının açık alâmeti size o

Tâbut'un gelmesi olacaktır ki, içinde Rabbinizden bir sekînet (...) vardır" (Bakara, 248) ayetinde geçen "sekînet"ten başkadır. Yapılan bütün bu izahlar muvacehesinde, geçen "sekînet" kelimesinden maksadın, yakîn inanç ve kalblerin sebat üzere olması da muhtemeldir.

İkinci Mesele

Onların üzerine inen "sekînet", Cenâb-ı Hakk'ın, "iyi biliniz ki, kalbler, Allah'ı anmakla istikrar bulur" (Ra'd,28) buyurduğu gibi, onların, Allah'ı zikretmelerine, kalben anmalarına sebep olan şeydir.

Üçüncü Mesele

Cenâb-ı Hak, kâfirler hakkında, rahatsız edip ürküten bir edâ ile, "fırlatmak" lafzını getirerek, "Ve onların kalblerine korku fırlattı (salıverdi)" (Ahzab, 26) buyurmuş, mü'minler hakkında ise, sebat ve sükûneti ifade eden, "indirmek" kelimesini kullanarak, "Sekîneti indirdi..." buyurmuştur.

Burada, şöyle olan bir hükmî mana vardır: Daha önce bir şeyi bilmiş olan bir kimseye sen o şeyi hatırlatır ve onun bunu devamlı hatırlamasını sağlarsan o şey vuku bulduğunda, o kimsede bir değişiklik meydana gelmez.. Ama, o şeyden habersiz olan bir kimseye gelince, o şey ansızın vaki olduğunda, o zaman onun kalbi yerinden hoplar. Baksana, bir kimseye, bir "nara"nın olacağı haber verilip de, ona, "Sakın o sesten rahatsız olma.." denilse de, bunu müteakip o nara tahakkuk etse, kimsenin kalbi korkuya kapılmaz. Ama, bu durum kendisine hiç haber verilmeyen, yahut da haber verilip de unutan kimseye gelince, bu sayha, nara meydana geldiğinde onun kalbi yerinden hoplar. Aynen, kâfir de bunun gibidir. Allah ona ummadığı bir cihetten gelmiş ve onun kalbine korku satmış da, böylece onun kalbi yerinden hoplamıştır. Mü'mine, Allah O'nu anması cihetinden gelmiştir de, böylece mü'minin kalbi sükûnete ermiştir.

Ayetteki, "imanlarını kat kat artırmaları için.." ifadesine gelince, bu hususta da şu izahlar yapılabilir:

a) Allah onlara, ardarda, peşpeşe birtakım mükellefiyetler yükledi de, böylece onlar, o mükellefiyetlerden herbirine iman edip, onu tasdik ettiler. Meselâ onlar, Allah'ın bir olduğuna inanmakla emrolundular, bunun üzerine onlar da iman edip itaat ettiler. Derken, savaşla, hacla emrolundular da, böylece onlara da iman edip itaat ettiler. Bu sebeplerle de, imanları katmerli bir biçimde artıverdi.

b) Allah onlara, "sekînet"i indirdi de, böylece onlar sabrettiler; derken, gayba iman etmek suretiyle, yakînî ilimle bildikleri ilahî yardımı, bu sefer ayne'l-yakîn müşahede ettiler de, gaybe dayanan imanlarına, müşahedeye dayanan imanlarını katarak, böylece imanlarını katmerleştirdiler.

c) İtikadı esaslara imanlarının yanısıra, fürûa ve amele dair olan hususlara da iman ederek, imanlarını artırdılar. Çünkü onlar, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Allah'ın Resulü olduğunu; Allah'ın vahdaniyetini, haşrin mutlaka olacağını tasdik etmelerinin yanısıra, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in söylediği şeylerin tümünün doğruluğuna, Allah'ın emrettiği her şeyin farz olduğuna da iman etmişlerdir..

d) Onlar, fıtrî olan imanlarına, istidlali olan imanlarını da ekleyerek, imanlarını artırıp pekiştirdiler. Bu son izahımıza göre şöyle bir inceliği açıklamaya çalışalım: Allahü teâlâ kâfirler hakkında, "Onlara fırsat verişimiz, ancak günahı artırmaları içindir" (Al-i İmran,178) buyururken, ifadesinin yanısıra dememiştir. Zira, onların küfürleri, küfr-i inadî'dir. Halbuki varlık aleminde, küfr-i inadî'nin kendisine eklenip birleşeceği fıtrî bir küfür yoktur. Tam aksine küfür, zaten sadece inadîdir. Yine, fürûun inkarı anlamında olan küfrün, iman esaslarını inkâra birleşeceği de söylenemez. Çünkü, asılları inkâr etmekten, fürû'u inkâr da zaten doğmaktadır. Halbuki, itaat ve inkıyâd anlamında olmak üzere fürûa iman etmek, asıllara iman etmenin zarurî ve zorunlu bir neticesi değildir. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, burada, buyurmuştur.

Cenâb-ı Hak, "Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır" buyurmuştur. Bu demektir ki O, kendi düşmanlarını, kendi ordularıyla, hatta bir tek "sayha" ile yok etmeye kadirdir. Ama, O, böyle yapmamış, tam aksine, düşmanlarının helaki kendi elleriyle gerçekleşsin ve böylece de, mükâfaat elde etsinler diye, mü'minler üzerine de sekîneti indirmiştir.

Gök ve Yer Orduları

"Göklerin ve yerin orduları"nın ne demek olduğu hususunda da şu izahlar yapılabilir:

a) Göklerin ve yerin melekleri...

b) Göklerdeki melekler; yerdeki canlılar ve cinler..

c) Gök ve yerle ilgili sebepler.. Böylece, gökten parçalar düşürme ile yere batırarak imha etme, O'nun orduları olmuş olur.

Alîm ve Hakîm'in İzahı

Cenâb-ı Hakk'ın, ayetteki, "Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir" cümlesine gelince: Cenâb-ı Hakk'ın, "Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır" buyurup, bunların sayıları da sınırsız olunca, kendisinin, "Gökteki ve yerdeki bir zerrenin dahi kendisinden kaçamayan bir zât olduğuna" (Sebe, 3) işaret etmek için ilim maddesini, yani sıfatını getirmiştir. Yine, kalblerin amellerini, "O, mü'minlerin kalblerine sekîneti indirendir" ifadesiyle dile getirip, iman da, kalblerin amellerinden olunca, kendisinin gizli ve en gizli şeyleri dahi bildiğine işaret etmek için, ilim ifâdesine, aynı şekilde yer vermiştir.

Cenâb-ı Hakk'ın, ifadesinden sonra ifadesini getirmesi de, O'nun, yaptığı şeyi ilmine ve bilgisine mutabık olarak yaptığına bir işarettir. Çünkü "Hakim", sağlamca yapan ve yaptığını, hakkıyla bilendir. Çünkü, kendisinden tesadüfen, çok ilginç birşey sadır olan kimse hakkında "hakim" sıfatı kullanılamaz.. Yine, kim bilir de, bildiğinin aksine hareket ederse, bu kimseye de "bakîm" denilemez.

Cennete Yerleştirme

4 ﴿