7"(Bir de bunlar), Allah'a kötü zanda bulunan, münafık erkekler ile kadınları ve müşrik erkeklerle kadınları azablandırmak içindir. Kötülük onların başına gelsin. Allah onlara gazablanmış ve onları rahmetinden kovmuştur. Onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları bu yer, ne kötüdür! Göklerin ve yerin orduları, Allah'ındır. Allah azız ve hakimdir". Münafık, Müşrikten Önce Bil ki şu sebeplerden ötürü, Allahü teâlâ Kur'ân'ın pek çok yerinde, müşriklerden önce münafıklardan bahsetmiştir: a) Çünkü onlar, mü'minler için açıkça kâfirliğini ilan etmiş kimseden daha tehlikelidirler. Zira mü'min, kâfirliğini açık olarak ortaya koyan kimseden korunur, ama münafığın mü'min olduğunu zannederek, onunla samimî olur ve ona sırlarını açar. İşte bu hususa Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Senin en büyük düşmanın, iki tarafın arasında yer alan nefsindir" buyurmuştur. Şeytan, münafık kılığındadır. Çünkü münafık insana, "Ben senin düşmanınım" diyerek gelmez, "Senin dostunum" diyerek gelir. Açıktan kâfirliğini ilan etmiş kimse ise, bir bakıma bu şeytan gibi değildir. Bir de münafık, yaptığıığı hilenden ötürü, kendisini kurtaracağından emin olamaz. Kötü Zan Allahü teâlâ'nın bu ayette, münafık hakkında verdiği ilk haber, "Allah'a kötü zanda bulunan" kimseler oluşlarıdır. Bu kötü zannın ne olduğu hususunda şu izahlar yapılmıştır; a) Bu, Allahü teâlâ'nın ileriki ayetlerde, "Daha doğrusu siz, peygamberin de, müminlerin de ailelerine hiç dönemeyeceklerini sandınız"(Fetih, 12) buyurarak beyan ettiği zandır. b) Bu, müşriklerin, Allahü teâlâ hakkında ve Allah'a şirk koşma hususundaki zanları (yanlış inançlarıdır. Hak teâlâ bu hususu bildirmek için, "Bunlar, ancak sizin uydurduğunuz isimlerdir.., Siz, ancak zanlara tâbi oluyorsunuz. Halbuki zanlar, gerçek namına hiçbir şey ifâde etmez" (Necm, 23-28) buyurmuştur. c) Bu, onların, Allahü teâlâ'nın görmez-bilmez olduğunu sanmalarıdır. Nitekim Hak teâlâ bu hususu ifade için, "Fakat siz, Allah'ın, yaptıklarınızın çoğunu bilmeyeceğini sanırsınız" (Fussilet, 22) buyurmuştur. Birinci izah, daha doğrudur. Şöyle de diyebiliriz: "Bununla, onların tüm (boş) zanları kastedilmiştir. "Böyle dememiz halinde, ifadeye, onların, Allah'ın ölüleri diriltmeyeceği, bu âlemi boş ymm yarattığı gibi zanları da dâhil olur. Hak teâlâ bu hususta da, 'İşte bu, ancak kâfirlerin zannıdır..."(Sad,27) buyurmuştur. Tefsir ettiğimiz ayetteki "sû" (kötü) kelimesinin başındaki elif-lâm, bu izahı te'yid eder. Ki biz bunu, ayetteki, tabirinr tefsirinde izah edeceğiz. Bu hususta şu izahlar yapılabilir: 1) Edib ve muhakkiklerin tercih ettiği görüşe göre, "sû" fesad; "sıdk" ise, saar (düzgünlük-uygunluk) manasınadır. Nitekim Arapça'da, "Fâsid (bozguncu) bir adama uğradım" manasında, "Salih bir adamdan sordum" manasnda da denilir. Dolayısıyla "racül-ü sû" ifadesi, "fâsid" manasında olunca, su' kelimesi tek başına, fesad manasına gelir. Bu, Halt ve Zeccac'ın üzerinoe ittifak edip, Zemahşeri'nin tercih ettiği görüştür. Bunu şu şekilde açabiliriz: Manalar (soyut kavramlar) için kullanılan, "sû", tıpkı maddeler için kullanılan "fesad" kelimes gibidir. Nitekim maddî şeylerin bozulması hakkında, denildiği "Onun mizacı bozuktur", "huyu kötüdür" "zannı kötü oldu" manasında, denilir. Bundan da öteye, her "sû' " olan şey fâsiddir, her fâsid de "sû' "dur. Fakat birisi maddî olmayan şeyler, diğeri ise maddî olan şeyler hakkında daha çok kullanılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak da, maddî olanlar hakkında, "Karada ve denizde fesâd ortaya çıktı" (Rûm,41) maddî olmayan (günahlar) hakkında da, "Yaptıkları şey ne seyyi' (kötü)dür" (Mücâdele, 15) buyurmuştur. İşte onların sözlerinin izahı sadedinde, aklıma gelen budur. Cenâb-ı Hak daha sonra "Kötülükler onların başına gelsin" yani "başlarına, fesâd bozgun gelsin" buyurmuştur ve başlarına, kurtulamayacakları bir şekilde belâlar gelmiştir. Daha sonra da, "Allah onlara gazablanmıştır" buyurur. Bu, geçen ifâdeden daha ağır ve tehdidkâr bir ifadedir. Çünkü başına bir belâ gelen, bazan bir imtihan olarak buna uğramış olur ve neticede mükâfaata ulaşsın diye, bu belâ onun başına sarılmış olur. Bazan azab (ceza) olarak, bu belâ başına gelir. Binâenaleyh ayetteki bu ikinci ifade, onların başına gelenin, onlara azab etmek için olduğuna bir işarettir. Ayetteki, "ve onları rahmetinden kovmuştur" cümlesi de, "gazab" ifadesinden, daha ileri bir tehdidi anlatır. Çünkü gazab-ı ilâhiye uğramış kimse, bazan gazab edenin azarlamasından, kızmasından ve döğmesinden ders almaz. Bazan gazab edenin gazabı, gazab ettiğini, kendi yanından ve kapısından kovma noktasına kadar varmaz. Ama bazan bu noktaya varır. İşte bundan ötürü, bu ilahî gazabın çok şiddetli oluşunu anlatmak için, peşisıra, "Allah, onları rahmetinden koğmuştur" buyurur. Hak teâlâ daha sonra, onların bu dünyadaki hallerini beyânının peşisıra, âhiretteki neticelerinin ne olacağını da bildirerek, "(Allah) onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları bu yer ne kötüdür!" buyurmuştur. Buradaki fiili, "cehennem" kelimesinin müennes olduğuna delâlet eder. Nitekim Arapça'da, "Bu ev" "ne güzel yer" denilir. (Yani dâr müennes, mekân müzekkerdir). Allah'ın Orduları Cenâb-ı Hak, "Göklerin ve yerin orduları, Allah'ındır" buyurmuştur. Bunun tefsiri, biraz önce geçmişti. Geriye şöyle birkaç mesele kalmaktadır: Birinci Mesele Bu tekrarın fayda ve hikmeti nedir? Deriz ki: Allah'ın hem rahmet, hem de azab orduları vardır. Şöyle de diyebiliriz: Allah'ın ordularının inişi, bazan rahmet, bazan azab için olur. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, sûrede ilk geçtiği yerde, bu orduların, mü'minlere rahmet olarak indiklerini beyân etmek için zikretmiştir. Nitekim bir başka ayetinde, "O, mü'minlere karşı rahimdir" (Ahzab, 43) buyurmuştur. İkinci geçtiği yerde ise, kâfirler üzerine azab indirdiğini beyan etmek için getirmiştir. Allah'ın İzzeti Allahü teâlâ dördüncü ayette, "Allah alîmdir, hakimdir" buyurmuş; bu (yedinci) ayette ise, "Allah azîz ve hakîmdir" buyurmuştur. Çünkü ayetteki "Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır" ifadesinde, beyân ettiğimiz gibi, bu orduların zikrinden maksad azabın şiddetine işaret olduğu için, Cenâb-ı Hak burada, aziz oluşundan bahsetmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Allah, azîz, intikam sahibi değil midir?"(Zûmer, 37) ve "Biz onları, muktedir bir azizin (kudret sahibinin) yakalayışıyla yakaladık" (Kamer, 42) ve "(Allah) azizdir, cebbardır" (Haşr, 23) buyurmuştur. Üçüncü Mesele Cenâb-ı Hak, mü'minlerin cennete girdirilmesi konusundan önce, göklerin ve yerin ordularını zikretmiş ve burada onları, kâfirlere azab etme ve onlar için cehennemin hazırlanışını zikretmeden sonra dile getirmiştir. Deriz ki: Burada güzel bir sıralama var: Çünkü Allahü teâlâ, rahmet ordularını indirir ve böylece mü'minleri, ikrama ve ta'zîme (saygıya) mazhar olmuş bir biçimde cennete girdirir ve sonra "ve onların günahlarını affeder" buyruğu ile onlara şeref elbiseleri giydirir. Nitekim, biz bunları açıklamıştık. Daha sonra "İşte bu, Allah indinde, en büyük kurtuluş ve saadettir" (Fetih, 5) ayetinin de ifade ettiği gibi, onlar için Allah'a bir yakınlık ve takarrub meydana gelir. Yakınlığın ve Allah katına varışın meydana gelişinden sonra, artık bu orduların vasıta ve aracı oluşu sona erer. Rahmet orduları önce inerler, sonra da yaklaşırlar. Kâfirin durumuna gelince, ona önce gazab olunur, derken uzaklaştırılır ve rahmet mıntıkasından çok uzak yerlere atılırlar. Bu yerler de cehennemdir. Bunlara azab melekleri musallat kılınır. Bu azab melekleri de, Allah'ın ordularıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "O (cehennemin) üzerinde, İri cüsseli, sert karakterli melekler vardır. Onlar, Allah'ın emrettiği hususlarda asla isyan etmezler" (Tahrîm, 6) buyurmuştur. Bundan ötürü Allahü teâlâ, önce rahmet ordularını zikretmiş, daha sonra da, "Allah katında" tabiriyle, yakınlaşmayı dile getirmiştir. Burada da, "Allah onlara gazablanmış ve onlan rahmetinden kovmuştur" buyurmuştur ki, bu ilk önce, rahmetten uzaklaştırmayı zikrediştir. Allah Tealâ daha sonra da, "Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır" buyurmuştur. Resulün Görevleri |
﴾ 7 ﴿