9

"Muhakkak ki biz, seni bir şahid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik ki, Allah'a ve peygamberine imân edesiniz, O'na yardım edesiniz, O'nu büyük tanıyasınız ve sabah-akşam onu tesbih edesiniz diye..."

Şahitlik

Müfessirler, "sahiden" kelimesi hakkında "Ümmeti üzerinde, yaptıklarına bir şâhid olarak..." manasını vermişlerdir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Peygamber de siz (ümmet-i Muhammed) üzerine bir şâhid olsun diye..."(Bakara, 143) buyurmuştur. Evla olan şöyle denilmesidir: Allahü teâlâ burada, "Muhakkak ki Biz, seni bir şâhid olarak gönderdik" buyurmuştur. Binâenaleyh Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vazifesi, Allah'dan başka hiçbir ilah olmadığına şehadet etmektir ki, bu anlamda Cenâb-ı Hak "Allah şehâdet eder ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. (Buna), melekler ve ilim sahipleri de (şehâdet ederler)"(Al-i İmran, 18) buyurmuştur. Bu ilim sahipleri, Allahü teâlâ'nın katından, kendilerine ilim vermiş olduğu kimseler, yani peygamberlerdir. İlimleri de, daha önce bilmedikleri şeyleri (vahiyle) öğrendikleridir. Bundan ötürü, Allahü teâlâ "Bil ki, yani şâhid ol ki, Allah'dan başka ilah yoktur" (Muhammed, 19) buyurmuştur.

Müjdecilik

Ayetteki, "mübeşşiren (müjdeci olarak)" ifadesi "o peygamberin şehadet ettiği şeyi kabul edip, buna göre amel edip, bu hususta Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uyan kimseler için bir müjdeleyici..." manasındadır.

Uyarma

"Neziren" (bir uyarıcı olarak) tabiri de, "Onun şâhidliğini reddedip, bu hususta ona muhalefet eden kimseler için bir tehlikeyi haber veren bir uyarıcı olarak..." manasındadır.

Gönderilişinin Gayesi

Cenâb-ı Hak daha sonra, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i gönderişinin amacının, zikrettiği şu şey olduğunu beyân ederek, "Allah'a ve peygamberine iman edesiniz; O'na yardım edesiniz; O'nu büyük tanıyasınız; ve sabah-akşam O'nu tesbih edesiniz diye..." buyurmuştur. Bu ifadeye iki mana verilebilir:

1) Burada bahsedilen bu dört husus, daha önce zikredilmiş hususlara terettüb etmektedir. Buna göre, "Allah'a ve peygamberine iman edesiniz..." ifadesi, ayetin başındaki, "Muhakkak ki biz seni... gönderdik" ifadesine uygun düşer. Çünkü Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Allah tarafından gönderilmiş (görevlendirilmiş) bir peygamber olması, mükellefin Allah'a, peygambere ve peygamberin getirdiğine iman etmesini gerektirir.

Ayetteki, "bir şâhid olarak" ifadesi, mükellefin, Allah'ı ve dinini takviye etmesini gerektirir. Çünkü daha önce de açıkladığımız gibi, bu ifade, "O, Allah'dan başka hiçbir ilahın olmadığına şehadet eder" manasınadır. Buna göre, Allah'ın dini, haktır; uyulmaya layıktır. Ayetteki, "Bir müjdeci olarak" kelimesi de, mükellefin, Allah'a ta'zımini gerektirir. Çünkü mükellefin Allah'a ta'zimi, Allah'ın onu yüceltmesi gibidir. Ayetteki, "bir nezir (uyarıcı) olarak" ifadesi ise, Allah'ın elim ve şiddetli azab ve ikâbından korkarak, kötülük ve çirkinliklerden Allah'ın münezzeh olduğunu söyleyip, buna inanmayı gerektirir. Peygamber gönderme işi, iman aslına dayanır. Peygamberin sıfatına gelince mü'minin sıfatı da buna dayanır.

2) Bu sayılan şeylerden herbiri ayrı ayrı bu dört şeyi gerektirir. Buna göre, peygamberin peygamber oluşu; mükellefin Allah'a ve Resûlüne iman etmesini, onu desteklemesini, onu büyük bilmesini ve O'nu tesbihini gerektirir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Allah'ın birliğine şahid olması da, bunun gibi, zikredilen o dört şeyi gerektirir. Yine onun, bir müjdeleyici ve uyarıcı olması da böyledir.

"Fiilin başına lâm edatının gelmesi, ona taalluk eden, ama sıfata taalluk etmeyen, mukaddem bir fiili gerektirir. Binâenaleyh ayetteki (......) fiili, bir fiil gerektirir ki o da "gönderdik" fiilidir. Binâenaleyh "Sayılan bu işler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, bir şahid ve bir müjdeci olarak gönderilişine nasıl terettüb eder?" denilemez. Çünkü biz diyoruz ki: Bu şeyler, lafız cihetinden değil de, mana açısından bu şeye terettüb edebilir, Nitekim bir kimse, "kendisine ikramda bulunman için, sana bir âlim gönderdim" dediği zaman, bu ifade, gönderme işinin, ikramda bulunmanın bir sebebi olduğundan haber verir. Mana itibarıyla, gönderilen kişinin âlim oluşu, işte bu ikramda bulunmanın sebebidir. Bundan ötürü sen, "Kendisine ikram edesin diye, sana bir câhil gönderdim" deseydin, bu da doğru bir cümle olurdu. Lafız ile mananın arasını uzlaştırmak istediğimiz zaman şöyle deriz: Burada, sırf gönderme değil, şahid olarak elçi gönderme maksuddur. Tıpkı deminki misaldeki gibi sırf gönderme veya sırf âlim olma itibariyle değil, ikram edilmesi sebebiyle olması gibidir. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Üç Sıfat Bildirmenin Hikmeti

Cenâb-ı Hak, Ahzâb Sûresi'nde "Biz seni muhakkak ki bir şâhid, bir müjdeci, bir uyarıcı ve Allah'ın izniyle Allah'a çağıran bir davetci, bir aydınlatıcı lamba kıldık"(Ahzâb, 45-46) buyurmuştur. Burada ise, Ahzâb Sûresi'nde zikredilen o beş sıfattan sadece üçünü zikretmiştir, bunun hikmeti nedir? Deriz ki: Buna şu iki bakımdan cevap verilebilir:

1) O ayet özellikle, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bahseden bir ayettir. Çünkü o sûrenin ekserisi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, onun hallerini anlatmaktadır. Biat, vaad ve Mekke'ye giriş gibi hususlar, bu sûrede anlatılmıştır, o sûrede anlatılmamıştır.

2) Şöyle deriz: Bu husus burada zikredilmiştir. Çünkü ayetteki, "sahiden" ifadesi, o peygamber kendi kendisine, "Allah'dan başka ilah olmadığına şehâdet ederim" deyip, insanları buna davet etmeyebileceği için, onun davet edici olmasını gerektirmeyince, Allahü teâlâ Ahzâb Sûresi'nde, "dâiyen" (tebliğci) buyurmuştur. Burada ise, onun bir şâhid olması, bir tebliğci olmasını gerektirmediği için, Cenâb-ı Hak, "Allah'a ve peygamberine iman edesiniz..." büyümüştür. Bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, bir "sirâc" (aydınlatıcı bir lamba) olduğuna delildir. Çünkü o, saygı gösterilmesi gerekli olan şeyler ile, tenzih suretiyle, haram kılınan kötülük ve fuhşiyyattan uzaklaşmayı gerektiren şeyleri getirmiştir ki, buradaki tenzih de, bir tür tesbihtir.

Sabah-Akşam İbadeti

Daha önce pek çok kereler, ayette "bukra" (sabah) ve "asîl" (akşam) kelimelerinin seçilmesinin, devamlılık manasına bir işaret olabileceği gibi, müşriklerin yaptıkları (ibadetlerin) hilafına bir durumu ifade için de olabileceğini, çünkü onların, putlara ibadet için Kâ'be'de, sabah ve akşam toplandıklarını, bunun üzerine de, daha önce çirkin ve nahoş şeyleri söyleyip yaptıkları o zamanlarda, tesbihatta bulunmakla emrolunduklarını söylemiştik.

Üçüncü Mesele

Ayetteki, "ona" zamirleri, Allah'a veya Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e râcî olabilir... Doğrusu, bu zamirlerin Allah'a râcî olmasıdır.

Resule Biat

9 ﴿