11

"Bedevilerden geri kalanlar, yakında sana, "Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul edip, alıkoydu. Bizim için istiğfar et" diyecekler. Onlar, kalblerinde olmayan şeyi, dilleriyle söylerler. Sen de ki: "Allah size bir zarar, yahut bir fayda dilerse, (Allah'ın iradesinden) hiçbir şekilde sizi bundan engelleyecek yoktur. Hayır, hayır. Allah yaptığınız şeylerden haberdardır".

Cenâb-ı Hak, münafıkların durumunu anlatınca, savaşa gitmekten kaçanlardan da bahsetmiştir. Çünkü bazı bedeviler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hezimete uğrayacağını hesap ettikleri için, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte savaşa çıkmaktan imtina etmişlerdi. Çünkü onlar, "Mekkeliler, Medine'nin hemen kapısında savaşıyorlar. Binâenaleyh onlar, müslümanların şehrine girip, kendilerini çepeçevre kuşattığında, müslümanların hali çok perişan olacak" diye düşünmüşler ve bundan dolayı, savaşa katılmamak için mazeret bulmaya çalışmışlardır. Onların, "Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti" demelerinde, çok açık bir şekilde mazeret ortaya koyma olduğunu gösteren şu iki husus var:

a) Onlar, "meşgul etti" demişler; mutlak olarak, "Bizi mallar meşgul etti" dememişlerdir. Çünkü mal biriktirmek, özür olmaya elverişli değildir, çünkü übunun zoru yoktur. Ama toplanmış-birikmiş olan malları dağılmaktan muhafaza etmek ve elden çıkartmaya gayret etmek, mazeret olmaya daha elverişlidir. İşte bundan dolayı onlar, "Bizi mallarımız, yani mutlak mal-mülk değil, kendi malımız olan şeyler..." demişlerdir.

b) "Ve ailelerimiz..." 'ifadeleri... Çünkü birisi onlara, "Mal ve onu korumak sizi Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uymaktan alıkoyacak bir dereceye çıkmamalı" demiş olsa, onlar, "Ama ailelerimiz ile meşguliyetimiz savaşa katılmamıza mânidir ve onları korumak, bizim en önemli işimiz ve vazifemizdir" diyebilirlerdi.

Kalblerinde Olmayan Şey Dillerinde

Daha sonra onlar bu mazeretleri ileri sürerek, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yalvarıp-yakarmış ve "Bizim için af dile" yani, "Biz mazeretlerimizin yanı sıra, bu harbe katılmayışın kötü olduğunu da biliyoruz; (ne olur) bizim için mağfiret talebinde bulun ve savaşa çıkmayışımızı bağışla" demişlerdir. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak onların yalan söylediklerini açıklayarak, "Onlar, kalblerinde olmayan şeyi, dilleriyle söylerler" buyurmuştur. Bu hususta, şu iki izah muhtemeldir:

1) Bu kalblerinde olmayanı, dilleriyle söyleyip, yalan konuşmaları, onların, "Bize istiğfar et" demeleriyle ilgilidir, (yani bunu yalancıktan söylüyorlar). Bunun özü şudur: Onlar, savaşa katılmamakla, günahkâr olduklarını ortaya koymaya ve bundan dolayı istiğfar istediklerini göstermeye çalışmışlardır. Ama aslında buna gönülden inanmamakta, savaşa katılmamakla isabet ettiklerine inanmaktadırlar.

2) Onların savaştan imtina edişlerinin yegâne sebebinin bu olduğunu göstermek için, "... meşgul etti" demişlerdir. Halbuki buna gönülden inanmamakta, aksine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile mü'minlerin ezilip, mağlup olacaklarına inandıkları için, savaşa yanaşmamışlardır. Nitekim Cenâb-ı Hak bu hususu beyan için, ileride, "Daha doğrusu siz, peygamberin de, mü'minlerin, ailelerine hiç dönmeyeceklerini sandınız" (Fetih, 12) buyurmuştur.

Ahirette Haliniz Ne Olacak?

"De ki: "Allah size bir zarar, yahut bir fayda dilerse, (Allah'ın iradesinden) hiçbir şekilde sizi bundan engelleyecek yoktur" cümlesi, "Sizler zarardan kaçıyorsunuz, böylece de Allah'ın ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın emrini bırakıyor, ardında selâmetin (kârın) geleceğine inanıyorsunuz. Şayet Allah, size bir zarar dilerse, savaştan geri durmanız, Allah'dan gelecek hiçbir zararı engellemiş olmaz ve size fayda vermez" demektir. Yahut da, "Sizler, savaşın ve savaşanların vereceği zarardan korunmak istiyor, aileniz ve beldeniz içinde kalışınızın, sizi düşmandan koruyacağını sanıyorsunuz. Hadi diyelim ki, kendinizi böyle bir zarardan korudunuz. Ama, daha fazla kaçınmanız gereken, âhiret azabını sizden kim defedecek?" demektir. Yâsîn Sûresi'nde, "Eğer Rahman size bir zarar murad ederse... "(Yasîn, 23) ayetini tefsir ederken, sözün mü'minlere yönelik olması durumunda bâ harfi cerrinin, "zarar" kelimesinin başına getirildiğini, Kur'ân'ın başka ayetlerinde de aynı üslupla, "Eğer Allah bana bir zarar murad etmişse... "(Zûmer, 38) ve "Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa..." (En'am, 17) buyurulduğunu; ama bu söz kâfirler hakkında söylendiğinde, bâ harf-i cerrinin, kâfirleri gösteren zamirin başına getirilerek kullanıldığını açıklamıştık. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak burada da, bâ harf-i cerrini, kâfirleri gösteren "sizin" zamirinin başına getirerek (......) buyurmuştur. Yine Ahzab sûresinde, "Eğer Allah size bir kötülük dilerse, sizi Allah'dan kim koruyacak?" (Ahzab, 17) buyurmuştur.

Yâsîn Sûresi'nde, bu ikisi arasındaki ayırıcı farkın ne olduğunu açıkladık. Bu hususu, Yâsîn Sûresi'nin tefsirini mütalaaya teşvik edici olsun diye, burada tekrar etmiyoruz. Çünkü Yâsîn Sûresi, nâdir incilerin yer aldığı bir sûredir, "Hayır, hayır. Allah yaptığınız şeylerden haberdardır" yani "Zahiren harbedecek gibi görünüp, kalbinizde ard niyetler saklamanızdan haberdârdır" demektir.

Mü'minlerin Mağlubiyetini Beklediniz

11 ﴿