15

"Siz, ganimetler almak için gittiğiniz zaman, o geri kalanlar diyecekler ki, "Bırakın hiz de arkanızdan gelelim." Onlar (bununla), Allah'ın sözünü değiştirmeyi isterler. De ki: "Bizim arkamıza asla düşemezsiniz. Allah, daha evvel böyle buyurmuştur." Bunun üzerine, "Hayır, siz bize hased ediyorsunuz" diyecekler. Bilakis, onlar, pek az anlar kimselerdir".

Allahü teâlâ, bu ayetle, savaştan geri kalan o kişilerin yalancı olduklarını iyice ortaya koymuştur. Çünkü onlar, ganimetler için gidildiğinde, o ganimetlerden kendilerine de pay çıkacağını umarak, kendiliklerinden, "Bırakın, biz de sizinle gelelim, peşinize takılalım" derler. Siz onları Mekkelilere karşı çağırdığınızda, malları ve aileleri onları meşgul ediyor da, ganimet söz konusu olunca, her nasılsa meşgul etmiyor! Ayette bahsedilen "ganimetler" ile, Hayberlilerden ele geçirilen ganimetler ve Hayber'in fethi kastedilmiştir. Müslümanlar bu malları, ganimet alırken, sadece Medine'de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le beraber olan mü'minler vardı. Ayetteki, "o geri kalanlar diyecekler ki (...)" cümlesinde, savaşa evet deyip, bu konuda muvafakat gösterenlere, ganimetin vaadi; savaştan geri durup, bu konuda muhalefet çıkaranlara da ganimetten mahrumiyet vaadi (!) vardır.

Allah'ın Sözünü Değişteremezsiniz

Ayetteki, "Onlar (bununla), Allah'ın sözünü değiştirmeyi isterler. Deki: "Bizim arkamıza asla düşemezsiniz. Allah, daha evvel böyle buyurmuştur" ifadesi, birkaç manaya muhtemeldir:

a) Bu, Allahü teâlâ'nın, "Hayber ganimetleri, ancak Hudeybiye'de bulunan ve biati (rıdvânı) yapanlar içindir, başkaları için değildir" şeklindeki hükmüdür. Müfessirlerce, en meşhur ve ayetteki, "Allah daha evvel böyle buyurmuştur" ifadesine en uygun düşen izah budur.

b) Ayetteki, "Onlar (bununla), Allah'ın sözünü değiştirmeyi isterler" cümlesinde bahsedilen, "Allah'ın sözü", "Allah onlara karşı gazablanmiş..."(Fetih, 6) şeklindeki ilahî hükümdür. Bu böyledir. Çünkü eğer onlar savaşta size tâbi olmuş olsalardı, kendilerine ganimet vaad olunan "rıdvan biatim" yapan o (seçkin) kimselerin durumuna düşerler ve böylece Hak teâlâ'nın, "Allah, o ağacm altında sana biat eden mü'minlerden razı olmuştur" (Fetih,18) ayetinde de beyan ettiği gibi, Allah'ın razı olduklarından olurlardı ve Allah'ın gazab ettiklerinden olmamış olurlardı. Böylece de Allah'ın sözünün-hükmünün değiştirilmesi gerekirdi. (Bu ise caiz değildir).

c) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den, o belli kimseler (bedeviler) ayrılıp savaşa katılmayınca, Allahü teâlâ peygamberini, onların içlerindeki gerçek niyet ve düşüncelere muttali kıldı; onların münafık olduklarını açıkladı ve onlara azab edeceğini bildirdi. Bunun üzerine Hak teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, "sizler, benimle asla savaşa çıkmayacak ve düşmanla savaşmayacaksınız" demesini emretti (Tevbe, 83). Binâenaleyh onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte çıkma hakkındaki bu ilahî hükmü değiştirmek istediler.

"Sizin delil getirdiğiniz bu ayet, bu hâdise hakkında değil, Tebük savaşı hakkındadır" denilemez, çünkü, biz diyoruz ki burada, nehiy sîgası olan, "Bize uymayınız" ifadesinin yerine olumsuzluk sîgası üzere getirilen, "Bize kesinlikle uymayacaksınız..." fiilinde, şöyle bir incelik bulunmaktadır: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), habere güvenip, onun doğruluğuna kesinkes inandığı için, bu olumsuzluğu, Allah'ın, onların adına vermiş olduğu habere dayamış, böylece kesin bir ifâde kullanarak, "Bize kesinlikle uymayacaksınız" buyurmuştur ki, bu, "şayet ben size müsaade etsem ve size emretsem, yahut da siz isteseniz ve tercih etseniz bile, Allah'ın verdiği haberden dolayı, bu husus sizin için mümkün olmaz, gerçekleşmez.." demektir.

Cenâb-ı Hak ayetteki "Allah, daha evvel böyle buyurmuştur..." ifadesine bir cevap olarak, onların "Hayır, siz bize hased ediyorsunuz..." diyeceklerini belirtmiştir ki, bu, "Onlar, "Allah daha önce böyle demedi; tam aksine sizler hased ettiniz.." demektir. Bu ifadenin başındaki (-bel) ifadesi idrâb" (intikal, bir başka şeye geçiş) için olup, kendisinden intikal edilen (madrubun ânh) ise, her iki yerde de mahzûftur. Burada bu, "Allah böyle demedi..." takdirindedir.

İmdi eğer: "Hangi şey sebebiyle onların inancında böyle bir haset (düşüncesi) bulunmuştur?" denilirse biz deriz ki: Onlar adeta şöyle demişlerdir: "Biz, savaşa katılmama hususunda isabet etmişiz. Çünkü o mü'minler, Hudeybiye'den, ganimetsiz dönmüşlerdir. Biz ise dinlendik, istirahat ettik. Şimdi biz o mü'minlerle birlikte savaşa katılırsak ve bu savaşta da ganimet tahakkuk ederse, o mü'minler, "Bunlar da bizimle beraber zahmet çekmedikleri halde ganimet aldılar" derler."

Daha sonra Cenâb-ı Hak, o münafıkların reddiyede bulundukları şekilde onlara karşı bir reddiyede bulunarak, "Bilakis onlar, pek az anlar kimselerdir" buyurmuştur. Yani, "Senin, "Bizimle beraber çıkmayınız" şeklindeki sözünden, onlar sadece zahirini anlayabildiler ve onun hükmünü, pek azı müstesna, anlayamadılar da, böylece bu hükmü, kendilerinin murad ettiği şey manasına hamlettiler de, bunu haset olarak nitelediler" demektir.

Savaşa Çağrı

15 ﴿