28"O, peygamberini, onun dinini, diğer bütün dinlere galip kılmak için hidayetle ve hak din ile gönderendir. Tam şahit olarak da Allah yeter. Muhammed Allah'ın resulüdür. Onun yanında bulunanlar da, kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları rükû ediciler, secde ediciler olarak görürsün. Onlar, Allah'tan fadl ve rıza isterler" Bunlar, Allah'ın, resulünü, gördüğü o rüya hususunda tasdik ettiğini tekîd eden ifâdelerdir. Çünkü Cenâb-ı Hak, resulünü, başkalarını hidayete erdirmesi için gönderince, insanları hidayete erdirmeyen, bunun aksini ortaya koyan, böylece de bir sapıklığa sebep olan şeyleri dilemez, murâd etmez.. Bundan daha kuvvetli izahlar da yapılabilir: Şöyle ki: Resul olmayan kimseler için de rüya, vakıaya uygun biçimde tahakkuk edebilir. Ancak ne var ki, olacak şeyleri, meydana gelmeden önce uyanıkken görebilmek, hickimse için vaki olamaz. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, "O, peygamberini, hidayetle ve hak din ile gönderendir" buyurmuş ve Peygamberine, o uyanıkken olacak şeyleri anlatmıştır. Binâenaleyh, Peygamberin, bu olacak şeyleri rüyasında görmesi uzak bir ihtimal değildir. Binâenaleyh onun rüyasının gerçekleştirilmesinde akıldan uzak görülecek bir durum yoktur. Yine bu âyetlerde, Cenâb-ı Hak, "Onu diğer bütün dinlere gâlib kılmak için..." ifadesiyle fethin meydana geleceğine ve Mekke'ye girileceğine işaret etmiştir. Çünkü, bütün dinlere galip gelen kimse için, Mekke'nin fethi uzak görülemez. Ayetteki, (......) kelimesiyle, Kur'ân'ın kastedilmiş olması muhtemeldir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Onda, insanlara bir hidayet rehberi olmak üzere, Kur'ân indirilmiştir" (Bakara, 185) buyurmuştur. Bu izaha göre "hak din ile" ifadesi ile, o Kur'an'daki usûl (itikâd esasları), fürû (ahkâm) ile ilgili bütün şeyler kastedilmiştir. el-Hüdâ kelimesiyle mu'cize manasının kastedilmiş olması da muhtemeldir. Yani, "o peygamberini hak ile gönderdi.." demek olup, bu, meşru kılınan şeylerin tamamına bir işarettir. Yine el-Hüdâ kelimesiyle, "usûl", yani itikâd esasları; "hak din.." tabiriyle de ahkâmın kastedilmiş olması muhtemeldir. Çünkü, Peygamberler arasında, ahkâmla değil de, sadece itikâd esaslarını izahla görevli kimseler de bulunmaktadır: El-Hüdâ kelimesinin başındaki elif-lâm'ın istiğrak için olması muhtemeldir. Buna göre, "hidâyet olan her şey ile..." anlamında olur. Elif lâm ile, "ahd-i haricî"liğin kastedilmiş olması da muhtemeldir. Buna göre, buradaki el-Hüdâ kelimesiyle Cenâb-ı Hakk'ın, "Bu, Allah'ın hidayeti olup, onunla dilediği kimseleri hidâyet eder.." (En'âm, 86) ayetinin ifâde ettiği hidâyet kastedilmiş olur. "Onunla..." ifâdesi, ya "Kur'ân iledir" anlamındadır, çünkü Cenâb-ı Hak, "Allah kelâmı en güzelini -ahenkdâr bir kitap halinde- indirmiştir ki... işte bu kitap Allah'ın gönderdiği bir rehberdir ki, o, kimi dilerse ona bununla hidâyet verir.,"(Zümer, 23) buyurmuştur. Yahut da, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in üzerinde ittifak ettiği şey... Çünkü Cenâb-ı Hak, "Bunlar, Allah'ın kendilerini hidayete ilettiği kimselerdir. Sen de onların hidâyet yoluna uy..."(Enam, 90) buyurmuştur. Bu iki şey de birdir. Çünkü, Kur'ân'daolan şey, zâten Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in üzerinde ittifak attiği şeye uygundur. Hak Din Ayetteki, "hak din ile..." ifadesi hususunda, şu muhtemel izahlar yapılabilir: 1) Buradaki "hak" ile, Allah'ın ismi olan "Hak" kastedilmiştir. Buna göre Cenâb-ı Hak adetâ sanki, "Hidayet ve Hakk'ın yani Allah'ın dini ile..." buyurmuştur. 2) Buradaki "hak" kelimesiyle, "batıl"ın zıddı olan şey kastedilmiştir. Buna göre Cenâb-ı Hak adeta, "Hidayetle ve hak dini, batıl olmayan hakikatlerle gönderdi.." buyurmuştur. 3) Bu ifâdeyle, hakka inkiyâd etmek ve onu üstlenmek manası kastedilmiştir. Cenâb-ı Hak, "Onu ... galip kılmak için..." buyurmuştur. Yani, "Peygamberini hidâyetle, (izahlardan birisine göre) mucizeyle göndermiştir ki, onu, bütün dinlere galip getirsin..." demektir. Böylece, Cenâb-ı Hak, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in dinini değil de, diğer bütün dinleri (onun vasıtasıyla neshetmiş olur. Müfessirlerin ekserisi, (......) ifadesindeki hâ zamirinin, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e râci olduğu kanaatindedirler. Ama daha açık olan, bu zamirin "hak din" ifâdesine râci olmasıdır. Buna göre mana, "resulünü, hak din ile gönderdi ki, o hak din, diğer dinlere galip gelsin.." şeklinde olmuş olur. Bu izaha göre, (......) fiilinin failinin "Allah" olması muhtemel olduğu gibi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) olması da muhtemeldir ki bu durumda mana, "Peygamber, hak dini ortaya koysun diye..." şeklinde olur. Ayetteki, "Tam şahit olarak Allah yeter..." cümlesi, onun Allah'ın resulü olduğu hususunda yeter, kâfidir" anlamında olup, bu da, mü'minlerin kalbine itminan veren bir ifâdedir. Çünkü mü'minler kâfirlerin, yazılmış çizilmiş andlaşmayı reddetmelerinden ve "Biz onun Allah'ın resulü olduğunu bilmiyoruz. Binâenaleyh, "Allah'ın resulü Muhammed" diye yazmayın, tam aksine "Abdullah'ın oğlu Muhammed" diye yazın" demelerinden rahatsız oluyorlardı. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "O'nun Allah'ın resulü olduğu hususunda şahit olarak, Allah yeter" buyurmuştur. Burada şöyle bir incelik vardır: Allah'ın sözünün, herşey hususunda kâfi ve yeterli olmasına rağmen O'nun risâlet konusunda kâfi ve yeter şahit olması daha açıktır. Çünkü resul ancak, "Onu gönderenin" sözü ile elçi olabilir. Binâenaleyh bir hükümdar, "Bu benim elçimdir" dedi mi, dünyadakilerin tamamı, onun elçi olduğunu kabul etmeseler bile, onların bu kabul etmeyişleri hiçbir şey ifade etmez. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak adeta, "Benim onu, "benim resûlümdür" diye tasdik etmemin yanında, onların onun peygamberliğini kabul etmeyişleri ne ifâde eder ki? Hiçbir şey!" demek istemiştir. Hazret-i Muhammed'in Risaleti Ayetteki, "Muhammed, Allah'ın resulüdür" cümlesine gelince, bu hususta da şu izahlar yapılabilir: a) Bu ifâde, mahzûf bir mübtedânın haberi olup, bunun takdiri, "O, Cenâb-ı Hakk'ın, "resulünü ... gönderdi" ifadesiyle bahsi geçen, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir" şeklindedir ifâdesi ise, atf-ı beyândır. b) kelimesi mübtedâ ifâdesi ise, haberdir. Takdirin böyle olması halinde bu ifâde de yine, önce geçmiş olan hususu tekid eden bir ifâde olmuş olur. Çünkü Cenâb-ı Hak, "O, Peygamberini... gönderdi" buyurup, onun peygamber oluşu da, Allah'ın şehâdetine dayanınca, Allah ona bu hususta, "Muhammed, inkâr olunamayacak bir biçimde, Allah'ın resulüdür" diye şehâdet etmiştir. c) Bu talîl, istinbât olunmuş bir husus olup şöyledir: "Muhammed" mübtedâ; ifadesi, temyiz (ayırdetmek) için değil de, medih için getirilmiş olan bir atf-ı beyân, (......) ifâdesi (......) kelimesine atıf, (......) kelimesi ise, haberdir.. Buna göre Allahü teâlâ, adeta, "İnananların tümü de, kâfirlere karşı çok çetin, ama kendileri arasında alabildiğine merhametlidir.." demek istemiştir. Bu açıklamaya göre, "Hem çetin olma, hem de merhametli olma özellikleri, mü'minlerın tümünde mevcuttur" manası elde edilmiş, istinbât edilmiş olur. Mü'minler hususunda, bunların birbirlerine karşı merhametli; kâfirlere karşı şiddetli olmaları gerektiği hususuna gelince, bu, Cenâb-ı Hakk'ın "Mü'minlere karşı gayet mütevazı, kâfirlere karşı son derece vakur.. "(Maide, 54) ayetinde anlatıldığı gibidir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında olana gelince, bu da, "Onlara karşı son derece çetin ve sert ol" (Tevbe, 70) ve "Mü'minlere karşı (ise) şefkatli ve merhametli..." (Tevbe, 128) ayetlerinde anlatıldığı gibidir. Yaptığımız bu izaha göre, ayetteki "onları görürsün" ifadesi Peygambere bir hitap olmayıp, tam aksine hitap sadedinde getirilmiş olan ve takdiri, "Ey dinleyen, kim olursan ol, işte bu şekilde ol..." biçiminde olan umumî bir ifâde olmuş olur. Bu tıpkı, nasihat eden bir kimsenin, sözüyle belli bir kimseyi kastetmeksizin, ortada da bir uyanma olmadığı halde, "Uyan arkadaş uyan.." demesi gibidir. Cenâb-ı Hakk'ın "Onlar, Allah'tan fadl ve rıza isterler" ifâdesi, mü'minlerin, rükû ve sücûdlarını, kâfirlerle riyakâr kimselerin rükû ve sücûdlarından ayırdetmek için getirilmiş olan bir ifâdedir. Çünkü bu kimseler, bu rükû ve sücûdlarıyla, bunu talep etmezler.. Burada şöylesi ince bir manaya işaret vardır: Cenâb-ı Hak, kendi rızâsı için rükû ve sücûdda bulunanlar hakkında, "Onların ecirlerini tastamam verir ve onlara olan fadlım artırır.." (Fatır,30) buyurmuştur. Burada da, rükû ve sücûdda bulunanların, Allah'ın fadl ve rızâsını talep ettiklerini belirtmiş, ama ücretten bahsetmemiştir. Çünkü Allahü teâlâ, "Sizin için bir ücret vardır" dediğinde, bu da O'ndan, bir lütuf ve o mü'minlerin amellerinin, Allah'ın onlardan istediği bir biçimde gerçekleştiğine bir işaret olmuş olur. Çünkü ücret, ancak mâlikin isteğine uygun biçimde yapılan işe mukabil verilir. Binâenaleyh mü'min kimse, "Ben senin fadlım istiyorum" deyince bu, mü'minin, kendisinin kusurlu olduğunu bir itiraf olur. İşte bu sebeple Cenâb-ı Hak, "ücret" dememiş de, "Allah'dan fazl isterler" buyurmuştur. Ekin Misali Mü'minler |
﴾ 28 ﴿