2"Bilakis o kâfirler, kendilerine içlerinden uyaran bir elçi geldi diye, hayrete düştüler de, "Bu, şaşılacak bir şey!" dediler". Yani onlar, bu işin gerçekliği hususunda şüphe ettiklerini, kendisini terkedeceklerini söylemekle yetinmediler. Buna mukabil, bunun aksine kesin gözüyle baktılar da, bu işi, şaşılacak şeyler kabilinden olarak takdim ettiler.. Soru: Böylesine büyük çapta bir vecizliğin hikmeti ne olabilir ki, hem kasem, hem de idrab konusu hazfedilip, ancak uzun bir tefekkürle anlaşılabilecek, hatta sadece düşünme ile de değil, ancak pek ender bir muvaffakiyet ile anlaşılabilecek tarzda ima edilmiştir? Cevap: Muksemun aleyh hazfedilmiştir, zira bazı yerlerde terketmekten (getirmemekten) dolayı açıkça anlaşılan mana, zikretmek, yani o şeyi getirmek durumunda anlaşılamaz.. Bu böyledir, zira, bir kimse büyük bir padişahı bir mecliste anıp onu medh ü sena ettiğinde, o onu ululamış olur. Fakat birisi ona, "o burada zikredilmez, anılmaz.." dediği zaman, bunun sözü, hükümdarın büyüklüğüne öbür arkadaşının yaptığı medihten daha fazla delâlet eder. Binâenaleyh, Allahü teâlâ adeta, "Senin peygamber oluşunun beyânı onun zikredilmesinden daha açık ve vazıhtır" demek istemiştir. İdrab konusunun, yani vazgeçilenin (el-Mudrebu anh) zikredilmemesine gelince, kendisinden vazgeçilen şey zikredilip de, ondan, başka bir şey idrâb edildiğinde, bu iki şey arasında ileri derecede bir farklılık bulunmadığında güzel olur.. Ama, aradaki farklılık ileri derecede olduğunda, bu iki şeyin "idrâb" ifadesiyle zikredilmesi güzel olmaz. İdrab Hakkında Bunu şöyle bir misalle açıklayalım: "Vezir, falancayı tazim etti, ululadı.. Hatta "Hükümdar bile" denildiğinde güzel olur, ama, "Kapıcı, falancayı ululadı; hatta "Hükümdar dahi ululadı.." denildiğinde ise, güzel olmaz. Çünkü bu ikisi arasında, (makam bakımından) hayli fark vardır.. "İdrâb" ise, derece derece yapılır. O halde konuşan kimse, kendisinden vazgeçilen şeyi (mudrebu anhu) açıkça getirmeyip sadece idrâb harfini getirdiğinde, bundan şu iki şey anlaşılır: a) O, bundan önce geçmiş olan başka bir şeye işaret etmiştir. b) Sözün sahibi, bu işi, olan ve fakat anlatılamayan harika iş kabilinden göstermek istemiştir. İşte burada da böyledir, çünkü burhan (aklî delil) bulunduğu halde şüpheye düşmek imkânsız bir şeydir. Fakat bunun aksine kesin gözüyle bakmak ise, alabildiğine akıldan uzak bir şey olmuş olur. Fiil İle Beraber Edatı Üçüncü Bahis: Fiil ile gelen (......) edatı, masdar mesabesindedir. Nitekim sen, "Kalkmam emrolundu.." diyebildiğin gibi, de diyebilirsin. Yine sen, "Bunun ona cevabı, ancak şöyle demesi oldu..." diyebildiğin gibi, de diyebilirsin. Soru: Durum böyle olduğuna göre, daha niye, ayette masdar şekliyle gelmemiştir? Çünkü, ilsâk için olan bâ harf-i cerri olmaksızın, denilmesi caiz olduğu halde, denilmesi caiz değildir, tam aksine burada mutlaka bâ'nın getirilmesi gerekir. İşte bundan dolayı onlar, uyarıcının gelişinden hayrete düşmüşlerdir, (Ne dersiniz?) Cevap: Biz deriz ki: ifâdesi, her ne kadar mana bakımından masdarın yerini tutabiliyor ise de, ancak bu ifâde, şekil bakımından bir fiil ve harften meydana gelmiştir. Ta'dtye için olan harflerin tamamı ise, cer eden harflerdir. Harf-i cerler ise, fiilin başına gelmezler. Binâenaleyh, vâcib olan, fiilin başına gelmeyişleridir. En azından gelmemesi caizdir. Binâenaleyh, denilmesi caiz olduğu halde, harf-i cerrin kendisine gelmesine bir mani olmadığı için, denilmesi caiz olmaz.. Ayetteki, ifâdesi, onların taaccüblerini iyi anlatmak için getirilmiş olabileceği gibi, onların teaccüblerini boşa çıkarmak için de getirilmiş olabilir. Bunu iyice anlatmak için getirilmiş olmasına gelince, bu şundandır: Onlar, "içinizden birisine mi uyacağız?!" (Kamer, 24) ve "Siz ancak, bizler gibi bir beşersiniz.." (Yasin, 15) demişlerdir ki, bu şu demektir: "Biz gerçekten ve ayrılmaz vasıflar açısından, müşterek olmanıza rağmen, bu yüce makam nasıl size tahsis edilebilir?" Bunun, onların teaccüblerini iptal için gelmiş olmasına gelince, bu şöyledir; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlardan biri olup, onların arasında gezip dolaşan biri olarak görülüp, kendisinde, hem onların hem de onlardan sonra gelenlerin, getirmekten aciz olduğu şey (Kur'ân) zuhur edince, onlar şöyle demek mecburiyetinde kalmışlardır: "Bu, ne onun (peygamberin) ne de bizim cinsimizden olan hiçkimse katından değildir. O halde bu, Allah katındandır.." Onlara, kendi cinslerinden olmayan birisinin gelip de, onların aciz kalacakları şeyi getirmesi böyle değildi. Çünkü onlar bu durumda şöyle diyeceklerdi: Biz, bunu yapamayız!.. Çünkü, her nev'in bir özelliği vardır. Meselâ, deve kuşunun özelliği ateşi yutmaktır. Kuşların özelliği ise, havada uçmaktır. İnsanoğlu ise, buna güç yetiremez. Buna göre şayet, "Bunun, iptal anlamını ifade için getirilmiş olması mümkündür. Çünkü onların sözleri batıl idi. Ancak, batılın takriri ise nasıl caiz olabilir?" denilirse, biz deriz ki: Bir sözün batıl olduğunu ortaya koyan kimseye, onu, olabilecek en ileri derecede anlatması ve bu hususta, onun aleyhine delil olabilecek her şeyi zikretmesi, sonra onu iptal etmesi gerekir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Onun sizden olması sebebiyle şaştınız" buyurmuştur ki, işte bu, gerçekte bu, o şaşmanın sebebidir. Kur'ân'ın Her Yerinde Beşîr Nezîr'den Önce Zikrediliyor, Neden? Suâl: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), beşîr ve nezirdir. Allahü teâlâ ise, hemen hemen Kur'ân'ın her yerinde, peygamberin beşîr olduğunu, nezîr oluşundan önce getirmiştir O halde, daha niye Cenâb-ı Hak, "Kendilerinden, bir müjdeci geldi diye şaştılar.," dememişlerdir" denilirse, biz deriz ki: Bu müjdenin yeri olmadığı için, onlar hakkında, sadece uyarıcı ve münzir olmuş, başka şey olmamıştır. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Kâfirler, "Bu şaşılacak bir şey!" dediler.." buyurmuştur. Zemahşerî şöyle demiştir: "Bu, başka bir şeyden dolayı duyulan diğer bir teaccübtür. Bu başka şey de, Cenâb-ı Hakk'ın kendisine, "Öldüğünüz ve toprak oluğunuz vakit mi?.. Bu, akıldan uzak bir dönüş anlayışıdır.,"(Kaf, 3) ifadesiyle işaret ettiği haşr'dır. Böylece onlar, peygamberin, haşrin olabileceği hususunda bir uyarıcı olmasına şaşmışlardır. Bunun delili, Sâ'd Sûresi'nin başındaki ifâdedir. Çünkü Cenâb-ı Hak orada, "O kâfirler içlerinden, tehlikeleri bildiren (bir peygamber) geldiğine şaştılar... "O, bütün tanrıları bir tek tanrı mı yapmış? Bu, cidden acâib birşey!" dediler"(Sâ'd, 4-5) buyurmuş ve onların iki şeyden ötürü teaccüb ettiklerini belirtmiştir. Görünen odur ki onların, "Bu şaşılacak birşey"(Kaf, 2) ifadeleri, hasra (Kıyamete) değil, o inzâr edici peygamberin gelişine şaştıklarını gösteren bir ifadedir. Bunun delili şunlardır: 1) Orada, Hak teâlâ, istifham-ı inkârî'den sonra, "Bu cidden acâib bir şey!" (Sa'd. 5) sözlerini nakletmiş ve "O bütün tanrıları bir tek tanrı mı yapmış! Bu cidden acâib bir şey.." dediler" buyurmuştur. Burada ise, "Bu şaşılacak bir şey" buyurmuştur. Dolayısıyla da, "Bu" zamiriyle işaret edilen şey, sadece inzâr edici bir peygamberin gelişidir. Daha sonra onlar, "Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi, (tekrar dirileceğiz)? Bu, uzak bir dönüştür" (Kaf, 3) demişlerdir. 2) Burada, bu istifham ile uzak görmeyi müteakib ve teaccüb manasını ifade eden bir husus yer almıştır. Bu da onların, "Bu, uzak bir dönüştür" demeleridir. Çünkü bu, akıldan uzak görme ifadesidir, tıpkı bir teaccüb gibidir. Binâenaleyh eğer bir önceki ayetteki teaccüb de haşr ile ilgili olsaydı, bu bir tekrar gibi olurdu. Buna göre eğer, "Esasen apaçık bir tekrar, "Bu, şaşılacak bir şey" ifadesini, o inzar edici peygamberin gelişi ile ilgili kılman durumunda olur. Çünkü onların buna teaccüb ettikleri, ayetteki, "(Bir peygamber) geldiğine şaştılar" ifadesinden anlaşılmaktadır. O halde, "Bu, şaşılacak bir şey!" ifadesi bir tekrar olmuş olur?" denilirse, biz deriz ki: Bu bir tekrar değil, aksine bir takrir (önceki ifâdeyi anlatan birşey)dir. Çünkü Hak teâlâ, fiil sîgası ile, "Hayrete düştüler" buyurup, "Allah'ın işine mi şaşıyorsunuz?" (Hûd, 73) ayetinde de ifade edildiği gibi, insanın da şaşılmayacak şeylere şaşması mümkün olup, örfen de, "Acâib olmayan şeylere şaşmanın manası yok" denilince, buna rağmen onlar buna şaşınca, onlara "Sizin bu hareketinizin ve şaşmanızın manası yok" denildiğinde, onlar, "Bu acâib bir iş, nasıl şaşmayalım" demişlerdir ki, bunun böyle oluşunun delili, Hak teâlâ'nın bu ayette, fâ-i takibiyye ile, "Kâfirler de dediler ki.." buyurmuş; Sâ'd Sûresi'nde ise, vâv ile, "O kâfirler, "Bu bir büyücü, bir yalancıdır dediler" buyurmuştur. Çünkü onların bu sözleri, önceki ifadeye dayanmayan, işi sarpa sardırma türünden birşey olmuştur. Buradaki, "Bu, şaşılacak bir şey" ifadesi ise, önceki ifadeye sıkı sıkıya bağlı bir husustur ve "Onlar şaştılar, onun inzâr edici olmasını yadırgadılar ve "Bu, şaşılacak birşey, buna nasıl şaşmayalım?" dediler" manasına gelir. Bunun böyle oluşunun delili, ayetteki uzağa işaret eden, işaretiyle, "Bu, akıldan uzak bir dönüştür" denilmiş olmasıdır. Halbuki "Bu, şaşılacak bir şey" ifadesindeki "bu" kelimesi, yakına ve orada mevcut olana işarettir. Dolayısıyla, ile işaret edilen şeyin, ile işaret edilenden başka olması gerekir ki bu da ancak yaptığımız izaha uygun düşer. Mezardan Diriliş |
﴾ 2 ﴿