5

"Ona, müthiş kuvvetlere mâlik olan öğretti...".

Bu hususta da şu iki izah yapılabilir: Müfessirlerce, bu iki izahın en meşhur olanına göre, ifâdesindeki "hû" zamiri, "vahye" râci olup, buna göre mana, "o vahyi, müthiş kuvvetlere mâlik olan öğretti.." şeklinde olur. Şimdi "vahy" kelimesi ile eğer kitap manası kastedilmişse, bu gayet açıktır. Eğer ilham manası kastedilmiş ise bu da Cenâb-ı Hakk'ın, "Onu, senin kalbine Emîn Rûh İndirdi..."(Şuara, 83-84) ayeti gibi olur. Evlâ olan ise, bu zamirin, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e râci bir zamir olması ve takdirinin de "Muhammed'e, alabildiğine güçlü olan Cebrail öğretti" şeklinde olmasıdır. Bu durumda, bu zamir, ayette geçen ifâdesine râci olmuş olup, takdiri, "Arkadaşınıza, Cebrail öğretti" şeklinde olur. Cebrail olup, bu "Onun ilmî ve amelî kuvveleri son derece güçlüdür. Dolayısıyla, bilir ve amel eder" demektir.

Bu Tabirdeki İncelikler

(......) tabirinde, şöyle birtakım incelikler bulunmaktadır:

1) Öğreteni (öğretmeni) övmek, öğreneni övmek demektir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak şayet, "Ona Cebrail öğretti" deyip de, (bu ayette olduğu gibi), onu tavsîf etmeseydi, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için apaçık bir fazilet tahakkuk etmezdi..

2) Bunda, o müşrikler için bir reddiye de bulunmaktadır. Çünkü onlar, Kur'ân hakkında, "Bu, evvelkilerin masallarıdır. O bunları, Şam'a yolculuk yaptığında dinlemişti" diyorlardı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak da "Ona hiçbir insan öğretmedi. Tam aksine onun muallimi, müthiş kuvvetlere malik olan Cebrail'dir, insan ise, zayıf olarak yaratılmış olup, ona pek az ilim verilmiştir" buyurmuştur.

3) Burada, Cebrail (aleyhisselâm)'in sözüne güvenme soz konusudur. Zira, Cenâb-ı Hakk'ın, "Ona, müthiş kuvvetlere mâlik olan öğretti" beyanı, güven veren unsurları ihtiva eden bir ifâdedir. Çünkü, idrâk (anlama) kuvveti, bir kimsenin sözüne güvenmenin temel şartıdır. Çünkü biz, (meselâ) bir kimsenin zihninin bozulmuş olduğu zannına kapılırsak, sonra da bize, bu büyük zattan derin ve çok çetrefilli bir mesele naklederse biz onun sözüne güvenmeyiz ve "Falanca, o zatın dediği şeyi anlamamış" deriz. Güven unsurlarından biri de hafıza kuvvetidir. Böylece biz, artık, "o onu idrâk etti, ama unuttu" diyemeyiz. Emânet kuvveti de böyledir. Böylece de biz, "O onu tahrîf etti, değiştirdi..." diyemeyiz. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, bu şartlan kapsamına alsın diye, "Müthiş kuvvetlere mâlik olan" buyurmuştur. Böylece bu tabirde, Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Çetin bir kuvvete mâliktir.. Arşın sahibi nezdinde çok itibarlıdır. Orada kendisine itaat olunandır, bir emîhdir" (Tekvir, 20-21) ayeti gibi olmuş olur.

4) Burada, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i teselli söz konusudur. Bu da şu bakımdandır: Allahü teâlâ, herhangi bir mekânda değildir. O halde, Allah'ın Cebrail (aleyhisselâm)'e olan nisbeti, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e nisbeti gibidir. Bu sebeple, Hazret-i Peygamber Cebrail (aleyhisselâm) vasıtasıyla öğrenmiş olunca, (derecesinin) Cebrail (aleyhisselâm)'inkinden noksan olduğu anlaşılmış oldu. Bunun üzerine Allahü teâlâ, "Hiç de böyle değildir. Zira o, bizimle konuşmaya dayanabiliyor. Sen ise, buna dayanacak güce (bizim konuşmamız karşısında) bayılıp yere düşen Musa gibi olursun" demek istemiştir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ilk önce, vasıta ile öğrettiğini, daha sonra da vasıtasız olarak öğrettiğini söylemek istemiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Ve sana, bilmediğin şeyleri öğretti" (nisa. 203) derken, Hazret-i  Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de "Rabbim beni eğitti, ne güzel de eğitti" buyurmuştur.

Zû Mirretin

5 ﴿