8"Peygamber, Rabbinize iman etmeniz için sizi davet edip dururken, size ne oluyor ki, Allah'a iman etmiyorsunuz? Halbuki O, sizden kesin teminat almıştır. Eğer O'na iman edeceklerseniz (hemen buna koşun)". Bu ayet-i kerime ile ilgili birkaç mesele vardır: Bil ki, Allahü teâlâ, iman etmemeyi şu iki şart açısından kınamıştır: a) O Resulün davet etmesi. Ki, bu ifâde ile, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in onlara, apaçık deliller kapsayan o Kur'ân'ı okuyup durması kastedilmiştir. b) Cenâb-ı Hakk'ın onlardan ahd ve mîsâk alması. Ulemâ, mîsâk almanın ne demek olduğu hususunda da şu iki izahı yapmışlardır: 1) O peygamberin davetini kabul etmeyi gerektiren delillerin sunulması ve akla yerleştirilmesi... Bil ki, o deliller, bu davetin kabulünü gerektirdiği için, bu, bu hususta yemîn ve and etmekten daha tesirli bir ifâde olmuş olur. İşte bu sebeple de, Cenâb-ı Hakk (delillerden çıkarılan neticeleri), "mîsâk" diye adlandırmıştır. Velhasıl, naklî ve aklî deliller bu konuda, bir uyum içindedirler. Naklî olan, Cenâb-ı Hakk'ın, "Peygamber, ... sizi davet edip dururken..." ifâdesinden elde edilen; aklî delil ise, "Halbuki O sizden kesin teminat almıştır" ifâdesinden elde edilendir. Bu iki tür delil bir araya gelince de, ilgili konu (hakkında bu tür delillerin bulunduğu bu şey), hakkında daha fazlasının ilâve edilmesinin imkânsız olduğu bir noktaya ulaşmış demektir. Allah'ı tanımanın ancak nakil ile olduğunu iddia edenler, bu ayeti delîl getirerek, şöyle demişlerdir: Çünkü Cenâb-ı Hakk, bu kimseleri, o Resulün kendilerini davet etmesine, (ama onların icabet etmemesine binâen) kınamıştır. Böylece biz, ilahî zemme müstehak olmanın, ancak, Resulün davetine tabi olmama durumunda olacağını anlamış bulunuyoruz. 2) Atâ, Mücâhid, Kelbî ve iki Mukâtil, Cenâb-ı Hakk'ın bu ifâde ile, insanların ruhlarını Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'in sulbünden çıkarıp, "Rabbiniz değil miyim?" deyip de, onların da "Elbette, Rabbimizsin..." demelerini kastettiğini söylemişlerdir ki, bu görüş zayıftır. Zira, Allahü teâlâ, artık bundan sonra iman etmemeleri konusunda kendileri için geride herhangi bir mazeretin kalmadığı hususunda bir sebep olsun diye, "mîsâk almak" bahsetmiştir. Halbuki, onları, Âdem'in sırtından çıkardığı zamanda alınan o mîsâk, o kavim için ancak, o Peygamberin söylemesi ile malûm olmuştur. Dolayısıyla, peygamberin doğruluğu bilinmezden önce, bu, o peygamberi tasdik etmenin vücûbunun sebebi olamaz. Ama, deliller ve beyyineler getirip bunları akıla yerleştirmek ise, herkes için malûmdur. Bu yönüyle bu, o resulü tasdik etmenin vücûbuna bir sebep olmuş olur. Böylece biz, ilgili ayeti bu manada tefsir etmenin caiz olmayacağını anlamış bulunuyoruz. Kadî şöyle der: "Cenâb-ı Hakk'ın, "size de ne oluyor.." hitabı kulların iman edebilme gücüne sahip olduklarına delâlet eder. Çünkü, böyle bir söz, ancak yapabilme ve edebilme imkânına sahip kimseler için söylenir. Ve bu tıpkı, "Sana ne oluyor da, boyunu uzatmıyorsun, rengini beyazlatmıyorsun?" denilmemesi gibidir. Böylece bu, "istitâat kable'l-fiil" olduğuna, (yani, fiilden önce, onu yapma gücünün bulunduğuna), kudretin her iki zıddı (yani hem yapma, hem de yapmayıp terketmeyi) de yerine getirmeye elverişli olduğuna ve iman etmenin, Allah'ın yaratması ile değil de, kulun eli ile olduğuna... delâlet " eder. Üçüncü Mesele Ayetteki ifâde, "uhize misâkukum..." şeklinde de okunmuştur. Ayetteki,ifâdesinin manası ise, "Eğer siz, deliline binâen bir şeyi tasdik ediyorsanız, daha size ne oluyor da, şu anda iman etmiyorsunuz? Çünkü, aklî ve naklî deliller, mutabakat sağlamış ve daha fazlasının eklenemeyeceği bir dereceye ulaşmıştır" şeklindedir. |
﴾ 8 ﴿