10

"Ne oluyor size ki Allah yolunda infak etmiyorsunuz. Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Sizden, Fetih'ten evvel harcayan ve savaşanlar, diğerleri ile bir (aynı) olmaz. Onlar derece itibariyle, sonra harcayan (infak eden) ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, her birine en güzel (mükâfaatı) va'detti. Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdârdır".

Cenâb-ı Hakk, önce imanı ve infâkı emredip, sonra da, önceki ayette, iman etmenin gerekliliğini te'kid edince, bu ayette de infâkın gerekliliğini pekiştirmiştir. Buna göre mana, "Sizler öleceksiniz ve mallarınızı miras olarak bırakacaksınız. Binâenaleyh o mallarınızı, Allah'a taat olan şeylerde harcamayı, Ön plana almalı değil misiniz" şeklinde olur. Bu da, "Matınız, mutlaka ya ölüm veya Allah yolunda infâk suretiyle elinizden çıkacaktır. Eğer bu elden çıkma işi, birinci şekilde olursa, neticesi Allah'ın laneti, gazabı ve cezası olur. Yok eğer ikinci şekilde olursa, neticesi övgü ve mükâfaat olur. Mademki o malınız mutlaka elinizden çıkacak, bu durumda her insan, o malın elinden, övgüye ve mükâfaata müstehak olacak bir biçimde çıkmasının, ianete ve cezaya müstehak olacak bir biçimde çıkmasından daha evlâ olduğunu bilir.

Daha sonra Cenâb-ı Hakk, Allah yolunda infâkın bir fazilet olduğunu beyan edince, bu infâk hususunda yarışmanın da, faziletin tamamlayıcısı olduğunu beyan etmek üzere: "Sizden Fetih'den evvel harcayan ve savaşanlar, diğerleri ile bir (aynı) olamaz. Onlar derece itibarıyla, sonra harcayan ve savaşanlardan daha yüksektirler" buyurmuştur. Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Ayetin takdirî manası, "Sizden, Fetih'den önce infak edenle, Fetih'den sonra infak eden bir olmaz" şeklinde olup, bu tıpkı, "Cennet ashabı ile, cehennemlikler bir olur mu?" (Haşr, 20) ayeti gibidir. Ancak ne var ki durum meydanda olduğu için, takdirî manada eklenen kısım, mahzuftur.

Feth: Mekke'nin Fethi

Ayetteki "Fetih" ile, Mekke'nin fethi kastedilmiştir. Çünkü "Fetih" lafzı mutlak zikredildiğinde, ondan Mekke'nin fethi anlaşılır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, bu kelimeyi mutlak kullanarak, "Fetih'den sonra hicret yoktur" Müslim, imare, 86 (3/1488).

buyurmuştur. Ebû Müslim (el-İsfehanî) de, "Kur'ân, başka bir fethe de delâlet eder. Çünkü Hak teâlâ, "(Allah) ondan önce yakın bir fetih yaptı (nasib etti)" (Fetih, 27) buyurmuştur" demiştir. Herne olursa olsun, Allahü teâlâ, fetihden önce infak edişin faziletinin ve yerinin daha büyük olduğunu beyân etmiştir.

Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'in Fazileti

Kelbî, bu ayetin, Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh)'ın fazileti hakkında nazil olduğunu söyler ve şöyle der: "Çünkü Allah yolunda, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e malını veren ve harcayan ilk şahıs, Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'dir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Yanında Ebû Bekir ve üzerinde de göğsünde iki yakasını bir araya getirmiş olduğu bir cübbe olduğu halde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında oturuyordum. Birden Cebrail (aleyhisselâm) geldi ve "Bana ne oluyor da, Ebû Bekir'i, üzerinde göğsünde İki yakasını bitiştirdiği (eski) bir cübbe ile görüyorum?" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "O (bütün) malını, fetih'den önce benim yolumda harcadı" dedi.

Bil ki bu ayet, fetihden önce Allah yolunda infâk veya Allah'ın düşmanlarıyla savaşma sadır olan kimsenin, Fetih'den sonra bu iki işi yapandan, hal ve fazilet bakımından daha büyük olduğuna delalet eder. Şimdi daha çok İnfâk edenin Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh), daha çok savaşanın da Hazret-i Ali (radıyallahü anh) olduğu malumdur. Fakat Cenâb-ı Hakk, infâk edeni savaşandan önce zikretmiştir ki bunda, Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'in önceliğine bir işaret vardır. Bir de, infâk etmek, "rahmet"; savaşma da "gazab" babındandır. Allahü teâlâ ise, "Rahmetin gazabımı geçmiştir" buyurmuştur. Dolayısıyla öncelik infâk sahibindedir.

İmdi eğer, "Aksine Hazret-i Ali de infâk sahibidir. Çünkü Hak teâlâ onun hakkında "Yemeği, sevdiği (ve ona ihtiyacı) olduğu halde, onu (fakire verir ve) yedirir" (insan, 8) buyurmuştur" denilirse, biz deriz ki: "İnfâk kelimesi mutlak olarak, "O infâk etti" gibi bir şekilde kullanıldığında, ancak büyük hadiselerde ve büyük miktarda infâkta bulunma manasını ifade eder. Vahidî, "Basît" adlı eserinde şöyle der: "İslâm için ilk savaşan Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'dir. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) İslâm'ın ilk yıllarında küçük bir çocuktu, savaşacak yaşta değildi. Ama Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) ileri yaşta idi, İslâm'ı savunuyordu. Hatta bu yüzden, nerdeyse ölesiye dövülmüştür."

Kıdemli Ashab

Tevhid ulemâsı (kelamcılar), bunu, İslâm'a ilk girenlerin, Fetih'den önce Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında cihad eden ve infâkta bulunanların faziletine delâlet eden bir ayet kabul etmişler ve şöyle bir izah yapmışlardır: Bu, Allah'ın Resulüne, canlarıyla ve mallarıyla yardımcı olanların büyüklüğünü ifade eder ki o ilk yıllarda, müslümanların sayısı az, kâfirlerin ise hem sayısı çoktu, hem güçleri fazlaydı. Dolayısıyla maddî-manevî yardıma o zamandan daha çok ihtiyaç hissediliyordu.

Fetih'den sonraki durum ise böyle değildi. Çünkü İslâmiyet o zaman, artık güç bulmuş, küfür ise zayıflamıştı. Bunun böyle oluşunun delili, Hak teâlâ'nın, "Muhacir ve Ensâr'dan, öncü olan (yarışı başta götürenler)..." (Tevbe, 100) ayeti ile, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Ashabım hakkında ileri geri konuşmayın. Çünkü eğer sizden birisi Uhud dağı kadar altını (Allah yolunda) harcayacak olsa, onlardan birisinin bir avuçluk infâkının, hatta yarım müdlük infâkının fazilet (ve mükafaatına) yetişemez" Müslim, fezâilû's-sahâbe, 221-222 (4/1967). hadis-i şerifidir. Cenâb-ı Hakk daha sonra, "Bununla beraber Allah herbirine en güzel (mükâfaat) vadetti. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır" buyurmuştur.

Bu cümle ile ilgili birkaç mesele vardır:

el-Husnâ

Bu ifade, "Bu iki cemaatten herbirine Allah, en güzeli, yani en güzel mükâfaatı vadetmiştir. Bu en güzel mükâfaat da, dereceleri farklı olmasına rağmen, cennettir" manasındadır.

İkinci Mesele

Meşhur kıraata göre, ilk kelime, mansub olarak (......) şeklinde okunmuştur. Çünkü bu, tıpkı "Zeyd'e bir hayır vadettim" ifadesi gibidir. Binâenaleyh bunda, "Zeyd" kelimesi, "va'd" fiilinin mef'ûlüdür. İbn Âmir ise, bu kelimeyi merfû olarak, (......) şeklinde okumuştur. Onun bu kıraatinin delili, fiil, mef'ülünden sonra geldiğinde, önce gelen o ma'mûlünde (mef'ulünde) amel edememesidir. Bunun delili ise, meselâ Arapların, "Zeyd'i dövdüm" demeleridir. Bu tıpkı, şiirdeki şu ifadede olduğu gibidir:

"Ümmü'l Hıyar, benim bir takım günahlar işlediğimi iddia etmiştir. Halbuki onların hiçbirini ben yapmadım." Buradaki (......) kelimesinin, fiili sonra geldiği için, bunun merfû olmasını gerektiren, bir başka sebebten ötürü, merfû okunduğu rivayet edilmiştir.

Bil ki âlim Abdülkâdir el-Cürcânî'nin bu konuda güzel bir sözü var. O şöyle demiştir: Bu şiirdeki mana, kelimenin mansub ve merfû okunuşuna göre farklılık arzeder. Bu böyledir. Çünkü mansub okunuşuna göre, söz, o kimsenin, her günahı işlemediğini ifade eder ki bu da, o kimsenin bazı günahları işlemiş olmasına ters düşmez. Çünkü bir kimse, "Her günahı işlemedim" dediğinde, bu söz onun her günahı işlemediğini ifade eder ama, bir kısım günahları işlediği ihtimalini de taşır. Bundan da öte, "hitab delili"nin hüccet olduğunu söyleyenlere göre bu söz, o kimsenin bir takım günahlar işlediğini itiraf etmiş olur.

Ama kelimenin merfû okunmasına gelince, yani ifadenin şeklinde oluşunun manası, tek tek herbir günahın bu kimse tarafından işfenilmediği şeklinde olur ve böylece o kimsenin hiçbir günah işlemediğini ifade etmiş olur. Şâirin de maksadı, kendisinin bütün günahlardan uzak olduğunu anlatmaktır. Böylece mananın, kelimenin merfû veya mansub okuyuşa göre farklı olduğunu anlıyoruz. Bu konuda, i'rabın farklı olması sebebiyle, mananın da farklı olduğu yerlerden birisi de, (Kamer, 49) ayetidir. Kim buradaki "küll" kelimesini mansub okursa, bu, Allahü teâlâ'nın herşeyi bir kader ile yarattığını ifade eder. Ama bu kelime merfu okunursa, o zaman ayet, Allahü teâlâ'nın herşeyi yarattığını değil de, yarattığı herşeyi kader ile yarattığını ifade eder. Bazan da bu konuda, mana farklılık arzetmediği halde, i'rab farklı olabilir. Meselâ, (Yasin, 39) ayetinde olduğu gibi. Çünkü bu ayetteki, "kamer" kelimesini merfu da, mansub da okusan, mana aynıdır. İşte bu ayette de böyledir. Binâenaleyh nasb ile, ref ile (......) şeklinde okusan, neticeyi değiştirmez. Çünkü mana, her ikisinde de aynıdır, farklı değildir.

Aid Zamirinin Hazfi

Ayetin takdiri, şeklindedir. Ama karine bulunduğu için, âid zamiri olan "hû" hazfedilmiştir. Âid zamirleri, (Furkan.41) ve (Bakara, 123) ayetlerinde de aynı şekilde hazfedilmiştir.

Cenâb-ı Hakk daha sonra, "Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdârdır" buyurmuştur. Bu, "Allahü teâlâ, sâbıkûna ve muhsinlere mükâfaat va'dedince, hakedenlere hakettiklerini vermek için, mutlaka, O'nun hem cüz'iyyatı (en ince teferruatları) hem de bütün her şeyi bilmesi gerekir. Çünkü eğer Allahü teâlâ bunları ve kulların bütün fiillerini, tafsilatlı bir şekilde bitmemiş olsaydı, va'dettiği o va'din uhdesinden tam olarak çıkması, onu yerine getirmesi mümkün olmazdı. İşte bundan dolayı va'dinin peşinden, "Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır" buyurmuştur.

Allah'a Ödünç Verme

10 ﴿