12"O günde, erkek ve kadın mü'minleri, nurları önlerinden ve sağlarından koşar bir halde görürsün. (Melekler onlara), "Bugün size müjdeniz, içlerinde ebedî kalacak olduğunuz ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir" (diyecekler), işte bu, büyük murada ermenin tâ kendisidir". Bu ayetle ilgili birkaç mesele var: Ayetin başındaki "yevm" (o günde) kelimesi, ya "Ona çok değerli bir mükâfaat vardır (o günde)" ifadesinin zarfıdır. Yahut da, o günün büyüklüğünü göstermek için, mahzûf bir (......) kelimesi ile mansubtur (yani hatırla o günü ki ... demektir). Bu gün ile, hesab günü kastedilmiştir. Ab'hter bahsedilen bu "nûr"un ne olduğu hususunda, şu değişik izahları yapmışlardır: 1) Bir takım kimseler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den de rivayet edildiği üzere, bununla, bizzat "nûr" (ışık) manası kastedildiğini söylemişlerdir. Çünkü (Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Mükâfaatı hakeden herkes için, büyüklük ve küçüklük bakımından amel ve sevabına göre, nuru tahakkuk eder" buyurmuştur. Bu izaha göre, herkesin nurunun derecesi farklıdır. Dolayısıyla kimilerinin nuru, Aden ile San'a şehri arasındaki mesafeyi aydınlatacak kadar kuvvetli; kimilerinin nuru dağ kadar; kimilerininki ise, ancak ayaklarının önünü aydınlatacak kadardır. En az nurlu olanlar ise, nuru, başparmağını aydınlatacak kadar olandır ki bu, bir söner, bir yanar. Bu görüş, İbn Mes'ûd (radıyallahü anh), Katâde ve diğer bazılarından nakledilmiştir. Mücâhid ise, "Kıyamet günü her kulun, "Ey falan, işte nurun... Ey falan, senin ise nurun yok" diye seslenilecek" demiştir. Nuru olmamaktan Allah'a sığınırız. Bil ki Nûr Sûresi'nde, gerçek "nûr"un Allahü teâlâ'nın kendisi olduğunu, basiret (akıl) nuru demek olan, ilim nurunun, nûr (ışık) olmaya, göz nurundan daha lâyık olduğunu açıklamıştık. Durum böyle olunca da, kıyamet günündeki bu nurun, Allah'ı (bu dünyada iken) tanımadan kaynaklanan (ilim) nuru olduğu ortaya çıkmış olur. Bu sebeble kıyamet (mahşer) günündeki nurların miktarı, dünyadaki marifetullah ölçüsünde olacaktır. 2) "Nûr"dan murad, insanın kurtuluşuna sebeb olan şeydir. Cenâb-ı Hakk, bu nurun, onların önlerinde ve sağlarında koşuşturduğunu belirtmiştir. Çünkü nasıl şakî (bedbaht) kimselere, amel defterleri, sollarından ve arkalarından veriliyorsa, saîdlere de, amel defterleri işte bu iki taraftan, yani sağlarından ve önlerinden verilecektir. 3) Bu nûr ile, cennetin yolunu gösterme manası kastedilmiştir. Nitekim maksad hasıl olmadığı zaman, Arapça'da "Bu işin nuru yok" denilir. Maksad hasıl olduğunda da, "Bu işin, nuru ve rengi (parıltısı) var" denilir. Sehl İbn Şuayb, hemzenin kesresiyle (......) şeklinde okumuştur ki, buna göre mana, "Nurları önlerinden koşar; bu koşma işi ise, onların imanları sayesinde tahakkuk etmiştir" şeklinde olur ki, bunun bir benzeri de, "Bu, senin ellerinin daha önceden yaptığı şey sebebiyledir... "(Hacc, 10) ayetidir ki, bu, "İşte bu, bu sebeple olmuştur" demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Bu gün size müjdeniz, içlerinde ebedî kalacak olduğunuz ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. İşte bu, büyük murada ermenin ta kendisidir" buyurmuştur. Bu ifâdeyle ilgili birkaç, mesele vardır: "Beşâref'in ne demek olduğunu biz, Cenâb-ı Hakk'ın, "îman edip salih amel işleyenleri müjdele" (Bakara, 25) ayetinin tefsirinde anlatmıştık. Daha sonra ulemâ, bu ayetin takdirinin, "Melekler onlara, derler" şeklindeolduğunu söylemişlerdir ki, bu tıpkı, "... melekler de her bir kapıdan onların yanına sokulacaklar (ve şöyle diyecekler): "Sabrettiğiniz şeylere mukabil sizlere selâm... Dar-ı dünyanın en güzel sonucudur bu!"(Ra'd,23-24) ayeti gibidir. Bu ayet, kıyametin dehşetinin, mü'minlere ulaşmayacağına delâlet etmektedir. Çünkü Allahü teâlâ, herhangi bir tahsiste bulunmaksızın, mü'min kimselerin kıyamet günündeki durumlarının böyle olacağını beyân etmiştir. Ka'bî, fâsık kimsenin mü'min olmadığına delil getirme iddiasıyla şöyle der: "Fasık kimse şayet mü'min olsaydı, bu müjdenin muhtevasına girerdi. Eğer bu müjdenin muhtevasına girmiş olsaydı, kesinkes onun cennetliklerden olduğuna hükmedilirdi. Böyle olmadığına göre, fasık kimsenin mü'min olmadığı sabit olmuş olur." Buna şu şekilde cevâp verebiliriz. Fasık kimsenin, kesinkes cennetliklerden olduğuna hükmedilmektedir. Çünkü, fasık kimse ya hiç cehenneme girmeyecek, yahut da cehenneme girse bile, ondan çıkacak, cennete girecek ve artık hep orada kalacak. O halde, bu demektir ki, fâsık kimsenin kesinkes cennetliklerden olduğuna hükmedilmektedir. Dolayısıyla, Ka'bî'nin yaptığı bu istidlal düşer. Ayetteki,ism-i işareti, önce geçenlerin tümüne, yani o nura ve cennette ebedi kalma müjdesine râcidir. (......) kelimesi düşürülerek, şeklinde de okunmuştur. Bil ki, Allahü teâlâ, kıyamet gününde mü'minlerin durumunun ne olacağını ele alıp belirtince, bunun peşinden de, münafıkların durumunu açıklamak üzere: |
﴾ 12 ﴿