13

"O günde ki, erkek münafıklarla kadın münafıklar, iman etmiş olanlara, "Bizi bekleyin. Nurunuzdan bir parça ışık alalım.." diyecekler. (O gün onlara), "Dönün arkanıza da bir nûr arayın" denilmiş, nihayet onların arasına kapılı bir duvar çekilmiştir. Öyle ki, onun içinde rahmet, dış yanında da azab vardır"

buyurmuştur.

Bu ifâdeyle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele

Ayetin başındaki (Hadid, 12) ifâdesinden bedeldir, yahutta mukadder olan (hatırla) fiili ile mansubtur.

Nazar Kelimesi

Sadece Hamza, nûn'un kesresiyle, "bize mühlet tanıyın..." şeklinde okurken, diğerleri "bize bakın..." şeklinde okumuşlardır. Ebû Ali el-Fârist, kökünün birkaç şekilde kullanıldığını söyleyerek şöyle der:

1) Bu ifâdeyle, manasını kastetmiş olabilirsin. Buna göre harf-i cer hazfedilmiş, fiil, mef'ûlünü doğrudan doğruya almıştır (el-hazfu ve'l-îsâl). Nitekim, Ebü'l-Hasen şu beyti nakl etmiştir:

"Hüsnü cemâlleri göz alıcı biçimde olduğu halde, tıpkı ceylanların Erâk (Misvak) ağacına bakması gibi, bakarlar." Ki bu, takdirindedir.

2) Sen bu fiil ile, "düşünme ve tedebbür etme" manasını kastetmiş olabilirsin. Ki, senin, "Git, Zeyd'e bak, iman eder mi?.." şeklindeki sözün bu anlamdadır. İşte, buradaki bak! sözü ile "düşün" anlamı kastedilmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Bak (düşün), sana nasıl da meseller getirdiler"(İsra, 48) "Bak (düşün), Allah'a mâl ederek nasıl da yalan uyduruyorlar"(Nisa, 50) ve "Bak (düşün), biz nasıl onların bir kısmını da bir kısmına üstün kıldık" (İsra,21) ayetleri de bu anlamdadır. Bazan da bu kelime harf-i cerriyle mef'ûlünü alır. Nitekim Cenâb-ı Hak, "Onlar, deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmışlar?!" (Gâşiye, 17) buyurmuştur ki, bu ayet, kullanımının, düşünme ve o husustaki hikmeti beyan etme anlamına geldiğine dair bir nastır. Bazan da bu kelime harf-i cerriyle müteaddî olur. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "Göklerin ve yerin melekûtu hakkında düşünmediler mi?,." (A'râf, 185) ve "Onlar, kendi nefisleri hakkında düşünmediler mi?" (Rum, 8) buyurmuştur.

3) (......) fiiliyle görmek manasının kastedilmesi.. Bu da tıpkı şairin,

"Havran ve onun önünde de ailen ortaya çıktığında sen baktın, ama, orada gözlerinle görüp tanıdığın bir manzara göremedin" demesi gibidir ki, bu, "Baktın, ama gözün ile, ailen içinde tanıytp bildiğin bir manzara (görünüm) göremedin" demektir. Ne var ki bu mana, mecazîdir. Çünkü, deliller, görmenin (nazar işinin) göz bebeğinin görmek amacıyla, bakışlarını herhangi bir şeye çevirmesinden ibaret olduğuna delâlet etmektedir. Binâenaleyh, görmek "nazar etme, bakma"nın ayrılmaz bir vasfı olunca, sebebin müsebbeb (sonuç) yerinde kullanılması gibi, genelde, görme manasında bakma (nazar) ifadesi kullanılmıştır. Bunun, tıpkı, "Konuştun, ama konuşmadın", yani "Faydalı bir söz söylemedin" denilmesi gibi, "Baktın, ama bakmadın" kabilinden olması mümkündür. Yani, "Baktın, ama bir şey ifâde edecek biçimde bakmadın" demektir.

4) Nazar kelimesinin, bekleme anlamına alınması... Cenâb-ı Hakk'ın, (Ahzab, 53) buyurması gibi.. Ki bu, "Onun piştiğini, piştiği vakti gözetlemeksizin" demektir.. Bu izaha göre, şiirde ifâdesinin anlamı, "bekledin.." şeklinde olur. Çünkü, Arapların tıpkı, (kebâb yaptım..) (küçümsedin) şeklindeki ifâdelerinde olduğu gibi, (......) kalıplarının aynı anlama gelmeleri çokça olan bir şeydir.

Bunu iyice kavradığına göre, şimdi biz diyoruz ki, ayetteki ifâdesi hakkında şu muhtemel iki izah yapılabilir:

1) "Bizi bekleyin!.." Çünkü, mü'minler, cennete, adeta bir şimşek gibi girecekler; münafıklar ise, yayadırlar.

2) Bu, "Bize bakın.." takdirindedir. Çünkü mü'minler, o münafıklara baktıklarında, yüzleriyle onlara dönüp bakacaklardır; nurları önlerinde olduğu için de, o münafıklar bu nurdan yararlanacaklardır.

Ama, zi'nin kesresiyle (......) şeklinde okunmasına gelince bu kelime, "Zaman tanıma, mühlet verme, bekleme" anlamına gelmiş olur. Cenâb-ı Hakk'ın, İblis'ten naklen, "Bana, onların diriltileceği güne değin zaman tanı.." (Sad, 79) şeklindeki ifâdesi de böyledir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, ödeme güçlüğü içinde bulunan bir kimseye "inzâr"ı, yani ödemesi için ona zaman tanımayı emretmiştir. Buna göre mana, "Cenâb-ı Hakk, o münafıkların o mü'minlere yetişebilmesi için, o mü'minlerin ağır yürümelerini, o münafıklara bir zaman tanıma kılmış" şeklinde olur. Bil ki, Ebû Ubeyde ve Ahfeş, bu kıraatin doğruluğu hususunda ta'nda bulunmuşlardır, ama şu anda bu kıraatin doğruluğunun izahı ve sebebi ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Üçüncü Mesele

Bil ki, bu konuda şu üç ihtimal ortaya çıkmaktadır:

1) Tüm insanlar, zulmetler içindedirler. Ama daha sonra, Allahü teâlâ, mü'minlere bu nurları verir. Münafıklar da, bu nurları o mü'minlerden isterler.

2) İnsanların tümü nurlar içindedir. Daha sonra mü'minler cennetlerde olurlar, böylece de, cennetlere doğru çok hızlı biçimde yürürler. Münafıklar onların arkasında kalakalır. Derken de, münafıklar mü'minlerden durmalarını, gitmemelerini, beklemelerini isterler.

3) Mü'minler nûr: münafıklar ise zulmetler içindedirler. Derken, daha sonra münafıklar, mü'minlerden nur talebinde bulunmuşlardır. Bu ihtimallerden herbirini benimseyen kimseler vardır. Eğer şimdi bu durum, duraktan meydana geliyorsa, Cenâb-ı Hakk'ın, bu ayetteki ifâdesinden, "Bize bakın anlamı" kastedilmiş olur. Çünkü, mü'minler münafıklara baktığında onlara doğru yönelmiş olurlar. Nurları önlerinde olduğu halde, mü'minler her ne zaman o münafıklara doğru yönelirlerse, münafıklar o nurlardan yararlanmış olurlar. Yok eğer bu durum, mü'minler cennete giderlerken meydana gelecekse, o zaman, ayetteki bu ifâdeden, hem bekleme, hem de onlara bakma anlamı kastedilmiş olabilir.

Dördüncü Mesele

Kabes kelimesi, ateşten veya kandilden alınan bir parça şule demektir. Münafıklar, tıpkı dünya ateşinden alma gibi, mü'minlerin nurlarından herhangi bir şey almayı ummuşlardır, ama bu, onlardan sudur eden bir cehalettir. Çünkü o nurlar, dünyadaki salih amellerin neticeleridir. Dolayısıyla, dünyada, münafıklardan bu tür ameller sudur etmediğine göre, ahirette de, bu nurların elde edilmesi imkânsız hale gelmiştir.

Hasan el- Basrî şöyle der: "Kıyamet gününde herkese, ameline göre, nûr verilir. Derken, daha sonra, cehennemin ateşinden, dikenli kancalı şeylerden ve pıtırak dikenlerinden alınır, o yolların üzerine atılır. Derken, yüzleri, tıpkı, ayın ondördü gibi olan bir bölük mü'min gelip geçer. Daha sonra da, yüzleri semâdaki yıldızların ışıkları gibi olan başka bir grup gelip geçer. Sonra onları öylesine bir karanlık sarar ki, böylece o karanlık münafıkların nurunu söndürür. İşte orada münafıklar mü'minlere, "Durun, gitmeyin; nurunuzdan, tıpkı ateşten alınır gibi, alalım!" derler.

Kötü Huydan Uzaklaşma

Alimler, Cenâb-ı Hakk'ın, ifadesi hakkında da şu izahları yapmışlardır:

1) Bununla, "Dünya yurduna geri dönün de, bu nurları orada arayın.. Çünkü bu nurlar, ancak, ilahi bilgilerin, üstün huyların kazanılmasından ve cehalet vb. kötü huylardan uzak kalmakla elde edilir." manası kastedilmiştir. Ki, ayetteki, "sûr, duvar çekme" ifadesiyle de, onların, dünyaya yeniden dönmemeleri kastedilmiştir.

2) Ebû Ümâme şöyle der: "İnsanlar, çok zifiri bir karanlık içine düşerler. Derken mü'minlere, nurları verilir. Müteakiben mü'minler gitme hususunda acele edince, münafıklar, "Durun, nurunuzdan istifâde edelim, alalım!" derler. Bunun üzerine münafıklara, "Arkanıza dönün ve nuru arayın, alın!" denilir." O, sözüne devamla, "Bu, sayesinde, münafıkların tuzağa düşürüldüğü bir hiledir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "Allah'a tuzak kurarlar. Oysa ki Allah, onları, kurdukları bu tuzağa düşürür.." (Nisa, 142) buyurmuştur. Böylece münafıklar, nurun tahsis edildiği o yere dönerler, nur namına bir şey bulamazlar; derken, tekrar mü'minlerin tarafına dönerler, böylece de, o duvarın, kendileriyle mü'minler arasına çekilmiş olduğunu görürler.." der.

3) Ebû Müslim şöyle der: "Mü'minlerin, "ölünüz.." şeklindeki sözlerinden, münafıkların, o nurun aydınlığından istifade etmekten men etmeleri kastedilmiştir. Ki bu, tıpkı bir kimsenin, kendisine yaklaşmak isteyen kimseye, "Arkan, gerin, senin için daha geniş, daha elverişlidir.." demesi gibidir. Bu görüşe göre, "dönünüz.." ifadesinden kastedilen mana, "Onlara geri dönmeyi emretmek değil de, onların, talep ettikleri bu şeyi elde etmelerinin imkânsız olduğunu kesinkes bildirme olur.

Araya Müteşabih Ayetler

Ayetteki, nihayet onların arasına kapılı bir duvar çekilmiştir. (Öyle ki), onun içinde rahmet, dış yanında da azâb vardır" ifadesiyle ilgili olarak, şöyle iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Alimler, ayette bahsedilen "sûr"un ne olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak kimileri, bununla, bir engel ve manianın kastedildiğini, yani, münafıkların, mü'minlerden böyle bir talepte bulunmaktan men edildiklerini söylerken, kimileri, "Tam aksine bu ifâde ile, cennet ile cehennem arasındaki bir duvar kastedilmiştir" demişlerdir ki, bu, Katâde'nin görüşüdür. Mücahit ise bunun, "arâf" perdesi ve engeli olduğunu söylemiştir.

İkinci Mesele

(......) ifadesindeki "bâ" harf-i cerri zâid olup, te'kid için getirilmiştir. Buna göre ifadenin takdiri, şeklindedir. Ahfeş de böyle söylemiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, yani o sûrun bir kapısı vardır ki yani o sûrun içinde rahmet vardır. Buradaki rahmet ile mü'minlerin içinde bulunduğu cennet kastedilmiştir. yani, "sûrun dışı ise yani azab taraftan onlara gelir" buyurmuştur. Buna göre mana, "O sûrun mü'minlere olan tarafında rahmet vardır, kâfirlere olan tarafından ise, kâfirlere o azab gelmektedir" şeklindedir. Velhasıl cennet ile cehennem arasında bir duvar, bir engel vardır. İşte sûr budur ve bu sûrun bir kapısı vardır. Mü'minler bu kapıdan cennete girerler. Kâfirler ise, hep o azab ve ateş içinde kalırlar.

Münafıkların Geri Kalması

13 ﴿