18"Gerçekten sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah'a karz-ı basenle ödünç verenler (yok mu?), onların (mükâfaatı) kat kat arttırılır. Onlar için çok şerefli (başka) bir mükâfaat da vardır". Bu ifâdeyle ilgili birkaç mesele vardır: Ebû Ali el-Farisî şöyle der: "İbn Kesir ve Ebû Bekir'in rivayetine göre Asım, şeddesiz olarak, "el musaddıkîne.." şeklinde okurlarken, diğer kıraat Tiamları ve Asımın ravisi Hafs ise, her iki kelimede de, sâd'ın şeddesiyle, (......) şeklinde okumuşlardır. İkinci kıraata göre, "el-musaddık..."in anlamı, "mü'min, inanan, tasdik eden" şeklinde olur. Buna göre de mana, tıpkı, "iman edip de salih amel işleyenler.." ifadesi gibi olmuş olur. Çünkü, karz-ı hasende Dulunmak da, salih amellerden birisidir. Daha sonra, ifâdeleri bu şekilde okuyanlar, şu iki sebepten dolayı, böyle okumanın daha uygun, daha evlâ olduğunu söylemişlerdir: a) Allah için tasaddukta bulunup da, malum bir miktarını bu işe tahsis eden kimse, mü'min olmazsa, ayetteki bu va'din muhatabı olamaz. Binâenaleyh, ayetin zahiri anlamı, şeddesiz okuyanlara göre terkedilmediği halde, şeddeli okuyanlara göre, terkedilmiş olur. b) Tasadduk eden, Allah için karz-ı hasen yapan kimse demektir. Böyle olunca ayetteki ifadesiyle ifâdesi aynı şey olmuş olur. Halbuki bu, bir tekrardır. Ama, ilgili kelimelerin şeddesiz okunması halinde ise, böyle bir tekrar söz konusu olmaz. Bu kelimeyi şeddeli okuyanların delili ise, şu iki şeydir: 1) Übeyy İbn Ka'b'ın kıraatinde bu ifâdeler tâ ile, (inne'l-mütesaddıkîne...) şeklindedir. 2) ifadesi, haber ile mübtedâ (yani "inne"nin ismi ile haberi) arasına girmiş, bir itiraziyye cümlesidir. Cümle-i itiraziyyeler ise, sıfat konumundadırlar. Binâenaleyh, bu sıfat, "tasdîk" masdarından ziyâde "sadaka, tasadduk" kökü için daha çok gereklidir. Birinci kıraati benimseyenler ise şu şekilde cevap vermişlerdir: "Biz, Cenâb-ı Hakk'ın (......) kelimesini, cümle-i itiraziyye olarak almıyoruz. Bilakis biz bunu, manaya atfediyoruz. Baksana, (......) kelimesinin açıkça ifâde ediliş tarzı "tasdik edenler..." şeklindedir. Böylece, ayetin takdiri, şeklinde olmuş olur. İlgili ayette şöyle bir problem söz konusudur: Fiilin (fiil cümlesinin) isme atfı, hoş karşılanmaz, uygun değildir. Şu halde, burada böyle bir görüşü benimsemenin faydası nedir? Keşşaf sahibi şöyle der: "Cenâb-ı Hakk'ın, ifâdesi, ifâdesindeki fiil manasına matuftur. Çünkü bu ifadenin başındaki Eliflam anlamındadır. İsm-i Fail de, manasındadır. Buna göre adeta denilmek istenmiştir." Bil ki bu izah, burada söz konusu olan problemi giderememiştir. Çünkü bu izahta, niçin o ifâdeden bu ifâdeye geçildiğinin izahı yoktur. Buna göre burada denilmesi gerekli olan şudur: ve ifâdelerindeki eliflâm "ahd-belirlilik" ifâde etmektedir. Buna göre Cenâb-ı Hakk adeta, "işte bu vasfı taşıyan muayyen bir cemaati zikretmiş, bunlara ait haberi getirmezden önce de, bunların, sadaka çeşitlerinin en güzelini, yani karz-ı haseni yaptıklarını haber vermiş, daha sonra ilgili haberi zikretmiştir ki, bu da, ayetteki ifadesidir. Dolayısıyla, sözü, haşv-i levzene denilen bir doldurma kelime ile düzeltilmiş bir durum arzeder. Bu tıpkı şairin, "Seksen yaş Allah seni de bu yaşa ulaştırsın - benim kulağımı bir tercümana muhtaç kıldı..." ifadesinde olduğu gibidir. İlgili ifâdeleri şeddeli okuyanlar da, bu ifâdelerle, farz olan zekâtın mı, yoksa nafile tasaddukun mu veya, her ikisinin mi; yoksa, bu ifâdelerle, farz olan zekâtın mı; yoksa, bu ifâdelerle, farz olan zekâtın ve ifâdesi ile de, nafile olan tasaddukun mu kastedildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Çünkü, buna "karz" adını vermek, bunun nafile olacağına delâlet eder gibidir. Bütün bu ihtimaller, söz konusu olabilir. Cenâb-ı Hakk'ın, "Onların mükâfaatı kat kat arttırılır. Onlar için çokşerefli (başka) bir mükâfaat da vardır" ifâdesine gelince, bu husustaki açıklamalarımız daha önce geçmişti. |
﴾ 18 ﴿