2

"İçinizden hanımlarına zthâr yapanların hanımları, onların anaları değildir. Onların anaları, kendilerini doğuranlardan başkası değildir. Şüphe yok ki onlar, kesinlikle çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Allah, muhakkak ki, çok affeden ve bağışlayandır".

Zıhâr Kelimesi

Bu ayetle ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Bu, lügat ve fıkıh konularıyla ilgilidir. Bu bakımdan diyoruz ki, ayetle ilgili iki bahis vardır:

1) Zıhâr nedir?

2) Zıhâr yapan kimdir? Yine ayetteki, ifadesiyle ilgili bir bahis vardır. Bu da, kendisine zıhâr yapılanın kim olduğudur.

Birinci Bahis: Bu, zıhâr nedir, konusu olup, bununla ilgili iki makam bulunur.

Birinci Makam: Lügat bakımından "zıhâr" lafzının araştırılmasıyla ilgilidir. Bu konuda iki görüş vardır:

1) "Zıhâr", adamın, hanımına "Sen, bana, anamın sırtı -zahn- gibisin.." demesinden ibarettir. Binâenaleyh bu kelime, "zatır-sırt"tan müştaktır.

Nazm

2) Bu "Nazm" adlı eserin müellifin görüşü olup, buna göre bu kelime, vücudun bir uzvu olan "ez-zahr - sırt"dan iştikak etmemiştir. Çünkü, böyle bir konuda cima yapılıp kendisiyle lezzet alınan diğer beden uzuvlarının zikredilmesi, sırtın zikredilmesinden daha uygundur. Bilakis, "ez-zahr" kelimesi, "yücelik" anlamından alınmadır. Cenâb-ı Hakk'ın, "Artık onu asmaya da güç yetiremediler.." (Kehf, 97) ayetindeki kelime, işte bu anlamdadır. Bir şeyin üstünden aşan herkes hakkında, denilir. Binilen şeye, ez-zahr adının verilmesi de bundandır. Çünkü binen kimse, onun üstüne çıkmıştır. Aynı şekilde, adamın karısı da, onun "zahr"ıdır, bineği gibidir. Çünkü, koca, hanımının "bıd'ına" sahip olmakla, onun üstüne çıkar; koca, her ne kadar, kadının sırtına binmiyor ise de, bu böyledir. Binâenaleyh, kadın, kocanın bir bineği ve "zahr"ı gibidir.

Şu durum bu mananın doğru olduğunu gösterir. Araplar, "Hanımımı boşadım.." anlamında, "Hanımımdan indim.." derler. Arapların, "Sen bana, anamın sırtı gibisin.." sözünde, bir hazf bulunmaktadır. Çünkü bunun açık manası, "Senin sırtın, yani benim sana malik oluşum ve senin üzerine çıkışım, aynen, anneme malik olmam ve onun üzerine çıkmam nasıl haramsa, aynen o şekilde haramdır.." şeklindedir.

Zıhâr Şekilleri

İkinci Makam: Bu, şeriat örfünde bu anlamda kullanılan lafızlar hakkındadır. Bu konuda aslolan, "Sen bana, anamın sırtı gibisin.." denilmesidir. Bu durumda, ya "zahr" ve "ana" lafzı birlikte zikredilir, yahut ta "zahr" lafzı olmaksızın, "ana" lafzı zikredilir; yahut "ana" lafzı olmaksızın "zahr" lafzı zikredilir, yahutta, bunlardan hiçbiri zikredilmez.. Binâenaleyh bu, dört kısımdır.

Birinci Kısım: Eğer bu iki lafız, birlikte zikredilirse, bu zıhâr, ittifakla geçerlidir. Hem sonra, cümle düzgün olduğunda, harf-i cerlerin kullanımı hakkında bir münakaşa yoktur. Binâenaleyh adam, (......) veya (......) dese, bu harf-i cerlerin hepsinin kullanılması da caizdir. Yine, adam, harf-i cer kullanmadan ve dese, bunun doğru ve açık bir zıhâr olduğu söylenilmiştir. "Yine, bu adam bu söz ile, hanımının kendisine, tıpkı anasının sırtının başkasına helal olması gibi (nikahının) olduğunun kastetmiş olabilir" denilmiştir. Fakat bu ihtimal, bir adamın, karısına, "Sen boşsun" deyip de, sonra da, "Ben bu sözle, onun, falanca şahıs cihetinden boş olduğunu haber vermeyi murad ettim.." demesi gibidir.

İkinci Kısım: "Ana" lafzının zikredilip, "sırt" lafzının zikredilmemesi.. Şafiî mezhebinin bu konudaki açıklaması şöyledir: Uzuvlar iki kısımdır. Kendisiyle yapılan benzetme, bir şeref ve ikramı işar etmeyen uzuvlar; ve, kendisiyle yapılan teşbih, bir şerefi işar eden uzuvlar. Birincisi, "Sen bana, anamın ayağı, eli, veya karnı gibisin.." vb. şekillerde yapılan teşbihtir. İmam-ı Şafiî'nin bu hususta iki görüşü vardır: Kavl-i cedidine göre, bu şekilde yapılan zıhâr, sabit olur, tahakkuk eder. Eski görüşüne göreyse, zıhâr vâki olmamış olur. Kendisiyle teşbih yapılması şeref sebebi olan uzuvlara gelince, bu, "Sen bana, anamın gözü gibisin; veya, anamın ruhu gibisin.." vb. şekillerde yapılan teşbihlerdir. Eğer böyle söyleyen, bununla zıhân murat etmişse, zıhârı sabit olur; eğer bununla, karşısındaki şeref vermeyi murat etmişse, bu zıhâr olmaz. Çünkü bu ifade, bu manaya da gelebilir. Bu konuda mutlak bir ifade kullanılırsa, bu hususta tereddüt ve ihtilaf vardır. İşte bu, imam-ı Şafii'nin mezhebinin açıklamasıdır.

Hanefî mezhebine gelince, Ebû Bekr er-Razî el-Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân'ında, "Kişi, hanımını, anasının uzuvlarından, bakması helâl olan bir uzva benzetir ve meselâ "Sen, bana, anamın eli gibisin; başı gibisin.." derse, bu zıhâr olmaz. Ama, hanımını, anasının uzuvlarından bakması haram olan bir uzva benzetir ve meselâ, "Sen, bana, anamın karnı veya anamın uyluğu gibisin.." dese, bu zıhâr sabit olur" demiştir.

Bence, doğruya en yakın olan görüş, İmam-ı Şafiî'in "kavl-i kadimi"dir. Bu da, bu lafızlardan herhangi biriyle zıhânn sahih olmadığı görüşüdür.. Bunun delili şudur: Kadının kocasına helâlliği sabittir. Zıhâr keffâretinin vâcib olması hususunda da, yine berâet-i zimmet sabittir. Sabit olanda aslolan, kişi, "Sen bana anamın sırlı gibisin" dediği zaman, diğer ifade biçimlerinde bulunmayan bir manadan dolayı, kendisiyle amelin terki üzere devam etmesidir. Bu böyledir, çünkü câhiliyye döneminde zıhâr için meşhur ifade, "Sen bana anamın sırtı gibisin" şeklinde idi. Bundan dolayı bu iş zıhâr diye isimlendirmişti. İşte böylece bu lafız, örfen, haramlığı gösterir. Bu mana, diğer lafızlarda mevcut olmayınca, aslolan bu nüküm üzere devam edilmiştir.

Üçüncü Kısım: Bu, "zahr" (sırt) kelimesi zikredilip "ana" kelimesi zikredilmeden yapılan zıhârdır. Bu şu üç mertebeyi gösterir:

Birinci Mertebe: Hem neseb, hem de süt emme cihetinden nikâhı haram olanlara yapılan bir teşbih ile zıhâr yapılmasıdır. Bu konuda da iki görüş vardır: (Şafiî'nin) kadîm mezhebine (eski görüşüne) göre, bu zıhâr olmaz. Onun kavl-i cedidine (yeni görüşüne) göre ise, bu zıhâr olur. Ebû Hanîfe'de bu görüştedir.

İkinci Mertebe: Hanımın, muvakkat olarak (nikâhı) haram birisine teşbih edilmesidir. Bu, insanın hanımına, "Sen bana falanca kadının sırtı gibisin" deyip, onu daha önce üç talakla boşamış olduğu bir kadına benzetmesidir. Bence tercihe şayan görüş, bunlardan hiçbirisinin zıhâr olmayacağıdır. Bunun delili, bir önceki meselede zikrettiğimiz husustur. Ebû Hanife'nin delili "Zıhâr yapanlar" ayetidir. Bu ayetin zahiri, haram kılınmış olan her kadına yapılan teşbih ile, zıhânn meydana gelmesini gerektirir. Dolayısıyla, bunu "ana" ile sınırlayan, ayetin hükmünü tahsis etmiş olur. Buna şöyle cevap verilir: Cenâb-ı Hakk, bu ifâdeden sonra, "(Bunlar) onların anaları değildir. Onların analan, kendilerini doğuranlardan başkas: değildir" buyurmuştur. Bu ifade, kastedilenin, ananın zikredilmesi (benzetilmesi) ile yapılan zıhâr olduğuna delâlet etmektedir. Bir de annenin haramlığı, diğer haram kadınların haramlığından daha şiddetli ve güçlüdür. Binâenaleyh biz deriz ki: Helâllik üzere kalmayı gerektiren şey, açıkladığımız üzere sabit ve mevcuttur. Bu fark mevcut olduğuna göre, arada bir kıyas yapılmaması gerekir.

Dördüncü Kısım: "Ana" ve "zahr" (sırt) zikredilmeden yapılan zıhârdır. Bu kişinin hanımına meselâ, "Sen bana, kızkardeşimin karnı gibisin" demesidir. Daha önce geçmiş olan kıyasa göre bunun zıhâr sayılmaması gerekir.

Zıhâr Yapanın Durumu

İkinci Bahis: Bu, zıhâr yapan kimse hakkındadır. Bu hususta iki mesele vardır Keşful-Hafa 1/127; müsned, 4 (199, 204-205).

Zımmînin Zıhârı

Şafiî (r.h) "Kesin ve muhakkak olan, talâkı sahih (yapabilecek) herkesin zıhâr yapabileceğidir" demiştir. Buna göre, Şafiî nazarında, zımmînin yaptığı zıhâr geçerlidir. Ebû Hanîfe (r.h) ise bunun sahih olmayacağını söylemiştir. Şafiî, ayetteki, "İçinizden zıhâr yapanlar..." ifadesinin umûmî olan hükmünü delil getirmiştir. Kıyasa gelince, bu iki bakımdandır:

1) Zıhâr haram kılma sonucunu doğurur. Zımmî de bu işe ehliyetlidir. Talâkının geçerli olması da bunun delilidir. Bu sabit olunca, diğer tasarruflarına kıyasla, zımmînin bu tasarrufunun da sahih (geçerli) olması gerekir.

2) Kefaret müslümana ancak, çirkin bir söz ve yalan olan bu fiilden onu menetmek için vacib olmuştur. Bu durum, zımmî için de söz konusudur. Dolayısıyla onun zıhârının da geçerli olması gerekir.

Hanefîler, Ebû Hanîfe'nin görüşü için, bu ayeti şu iki şekilde delil getirmişlerdir:

1) Ebû Bekir er-Râzî (el-Cessâs), "İçinizden zıhâr yapanlar.." ifadesiyle, "Bu, mü'minler için bir hitab olup, zıhârın da sadece müslümanlara has olduğuna delâlet eder" diyerek istidlal etmiştir.

2) Geçerli olan zıhânn vâcib keffâretl erin den birisi de, köle azâd etmekten âciz olan, ama karısına dönmek isteyen kimsenin oruç tutmasıdır. Bunun delili de. "Kadınlarından zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar için. birbiriyle temas etmezden önce, bir köle azâd etmek (lazımdır)... fakat kim (bunu) bulamazsa fasılasız iki ay oruç (tutsun)"(Mücadele,3-4) ayetleridir. Zımmîye orucur farz kılınması imkânsızdır. Çünkü oruç ona farz kılınmış olsaydı, ya o, kâfir olduğu halde, ona oruç farz kılınmış olurdu ki bu batıldır (olamaz); yahut da iman ettikten sonra farz kılınmış olurdu ki bu da batıldır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "islâm, kendisinden önceki (günahları) silip-süpürür" Keşful-Hafa 1/127; müsned, 4 (199, 204-205). buyurmuştur.

Onların birinci deliline, bir kaç bakımdan cevap verilir:

1) "İçinizden" ifadesi, şifahî bir hitab olup, hazır bulunan herkesi içine alır. O halde siz niçin, bu hitabın mü'minlere has olduğunu söylüyorsunuz? Haydi bunun mü'minlere has olduğunu kabul edelim. Fakat, yalnız mü'minlerin zikredilmesinin, diğerlerinin durumunun başka türlü olduğuna delâlet ettiğini neye dayanarak söylüyorsunuz? Hele bilhassa, "Hitabtaki tahsis, onun dışındakilerin durumunun, bunun hilâfına olduğuna delâlet etmez" prensibi, bunu söyleyenin mezhebinin prensibi olunca..! Haydi bunun buna delâlet ettiğini kabul edelim, ama "mefhum?" delâlet, "mantukî" delâletten daha zayıftır.

Binâenaleyh, "içinizden zıhâr yapanlar..." ayetinin, umûmuna tutunmak daha evlâdır. Haydi bunların kuvvet bakımından denk olduklarını kabul edelim. Fakat Ebû Hanife'nin mezhebine göre, genel (âmm) bir hüküm hâs bir hükümden sonra geldiği zaman, genel olan diğerini neshetmiş olur. Bizim tutunduğumuz, "Kadınlarına zıhâr yapanlar..." (Mücadele. 3) ayeti, söyleniş sırası bakımından, "içinizden zıhâr yapanlar..." ayetinden sonradır. Görünen odur ki bu ayet, nüzul bakımından da sonradır. Çünkü, 'İçinizden zıhâr yapanlar ayetinde, zıhârın hükmü (keffâreti) zikredilmemiş olup bu hüküm, "Kadınlarına zıhâr yapanlar..." ayetinde beyan edilmiştir. Mübeyyen (mücmeliiğin açıklandığı) ayetin, nüzul itibarı ile mücmelden sonra olması haydi haydi söz konusudur.

Hanefîlerin ikinci deliline ise, yine bir kaç bakımdan cevap verilebilir:

1) Zıhârın neticelerinden bir diğeri de, eğer o kişi oruç tutmaktan aciz ise, fakirleri doyurmakla bu işi yapmasıdır. İşte bu durumda eğer bir acziyyet olursa, onun fakirleri doyurmakla yetinmesi gerekir. Ama (oruç tutma) hususunda bir acziyyet olmazsa, bu soru zaten düşer.

2) Oruç tutmak, köle azâd etmekten bedel olarak yapılır. Bedel, yerine yapıldığı şeyden daha zayıftır. Sonra köle de zıhârı sahih olduğu halde, köle azâd etmekden âcizdir. Zıhâr sahih olduğu zaman, iki lazımdan daha kuvvetlinin bulunmayışı, zıhârın geçerli olmayışını gerektirmediğine göre, bu iki lazımdan en zayıf olanın bulunmayışı daha nasıl bu zıhârın geçerli olduğunu söylemeye mâni olabilir.

3) Alimlerimizden Kâdî Hüseyin şöyle demiştir: "Zıhârın neticesi olan haramlıktan kurtulmak istediğin zaman, hükmü yerine getir ve oruç tut" denilir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "islâm kendinden önceki (günahları) silip süpürür" hadisine gelince, biz bunun genel manada olduğunu söylüyoruz. Keffâret ile ilgili mükellefiyet ise hususîdir. Hususî olan ise genel olandan önce gelir. Bir de biz o zımmîye oruç tutmasını teklif etmeyiz. Bilakis, "Bu haramlığı izâle etmek istediğinde oruç tut, aksi takdirde oruç tutma" diyoruz.

Kadın Zıhâr Yapamaz

İmam-ı Şafiî, Ebû Hanife ve İmam Mâlik (Allah hepsine rahmet etsin), "Kadının, "Sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek kocasına karşı yaptığı zıhâr geçerli değildir" demişlerdir. Evzâî, "Bu, kadına keffâret gerektiren bir yemindir (yemin olur)" demiştir. Ama bu görüş hatalıdır. Çünkü erkeğe de zıhârdan ötürü bir keffaret-i yemin gerekmez. Aslolan budur. Şu halde nasıl olur da, kadına böyle bir keffaret gerekebilir? Bir de zıhâr, sözden ötürü haramlığı gerektirir. Kadın ise, boşama hakkına sahip olmayışının delili ile, zıhâr yapma hakkına da sahip değildir.

Üçüncü Mesele

İmam-ı Şafiî ve Ebû Hanife şöyle demişlerdir: Koca. karısına "Sen bana bugün, anamın sırtı gibisin" dediğinde.

o günün geçmesiyle zıhâr bâtıl olur (sona erer)" demişlerdir. İmam Mâlik ve İbn Ebî Leylâ ise, bu kimsenin ebedî olarak yani (geçici olmayan, tam bir) zıhâr yapmış olacağı görüşünü belirtmişlerdir. Biz (Şafiîlerin) delili şudur: Zıhâr ile meydana gelen haramlık, muvakkattik (belli bir zaman için olmayı) kabul edebilir. Aksi halde, bu haramlık keffaret ile çözülemez. Zıhâr, muvakkattik kabul edince, bu durumda onun vaktinin de, yeminin hükmüne kıyasla, bu muvakkatliğe göre belirlenmesi gerekir. İşte, "içinizden zıhâr yapanlar..." ayetiyle ilgili meseleler bunlardır.

Ayetteki, "hanımlarına" ifadesine ise, kendisine zıhâr yapılan kadınlarla ilgili hükümler taalluk etmektedir. Alimler, cariyeye yapılacak zıhârın sahih olup olmayacağı hususunda ihtilafa düşmüşlerdir: Ebû Hanife ve Şafiî bunun sahih olmayacağını söylerlerken, İmam Mâlik ve Evzâî, sahih olacağını söylemişlerdir. Şafiî'nin hücceti şudur: "Helâl oluş, asıl ve sabittir. Keffaret ise vâcib değildir. Sabit olanda asıl olan ise, olduğu hal üzere devam etmektedir. Ayet bu durumu, içine almamaktadır. Çünkü, "Kadınlarına zıha yapanlar..." (Mücadele, 3) ayeti, cariyeleri değil de hür kadınları içine almaktadır. Bunun delili ise, "Mü'min kadınlara söyle zinetlerini açmasınlar... Kendi kadınları, yahut cariyeleri müstesna..."(Nur. 31) ayetidir. Buradaki "kendi kadınları" ifadesinden anlaşılan hür kadınlardır, Eğer böyle olmasaydı, "yahut cariyeleri" ifadesini buna atfetmek sahih olmazdı. Çünkü birşey, yine kendisine atfedilmez. Cenâb-ı Hakk yine, "Size hanımlarınızın anneleri de haram kılındı" (Nisa, 23) buyurmuştur. Böylece zıha, milk-i yemîn (mülk) olan cariyelere değil de, ona nikânlı hanımlara ait bir hüküm olur.

Farklı Kıraatler

Bu, ayetteki kıraatlere dairdir: Ebû Ali, "İbn Kesîr, Nâfî ve Ebû Amr, elifsiz olarak, (......) şeklinde; Asım, yâ'nın zammesi şeddesiz zî ve elif ile (......) şeklinde: İbn Âmir, Hamza ve Kisâî, yâ'nın fethası ile, elif ve şeddeli zî ile, (......) şeklinde okumuşlardır. (......) ifâdesi, (......) ve (......) gibidir. Bunlardan herbirinin başına te harfi gelmiş ve böylece (......) ve (......) olmuşlardır. Sonra bunların da başına muzârî harfi gelmiş, böylece (......) ve (......) olmuşlar. Sonra birbirine yakın olduğu için te ile zî harfi birbirine idğam edilmiş ve böylece bu fiiller, (......) ve (......) şekline gelmişlerdir. Muzarî harfi olan yâ, fethalıdır. Çünkü, tıpkı mutavaat (dönüşlülük) ifade eden, (yuvarlanır) fiilindeki, muzarî harfinin fethalı oluşu gibi, bu da mutavaat içindir. Meselâ "Onu yuvarladım, o da yuvarlandı" deriz, ve fiillerinin yâ'sı da fethalanmıştır. Çünkü bu fiiller, tıpkı fiilindeki gibi, mutavaat siğasındadırlar. Hernekadar bu ikisi "ilhak" için cleğilseler bile, o ikisinin vezni üzeredirler. Asımın şeklindeki kıraati, kişi zıhâr yaptığı zaman kullanılan, fiilinden gelmektedir" demiştir.

Beşinci Mesele

Ayetteki, "içinizden" kaydı, Arapları kınamak ve zıhâr âdetlerinin çirkinliğini göstermek içindir. Çünkü câhiliye araplarının, diğer ümmetlere değil de, sadece böyle (zıhâr gibi), kendilerine has yeminleri vardı.

Ayetteki, "Onlar, onların anaları değildir" ifadesi ile ilgili iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Mufaddal'ın rivayetine göre, Asım, ref ile (......) şeklinde; diğerleri ise harf-i cerrin hazfi üzere, (......) şeklinde okumuşlardır. Merfû okunması, Temîm lügatine göredir ve Sîbeveyh bunun, bu iki vecihden, kıyasa (dile) en uygun olanı olduğunu söylemiştir. Bu böyledir. Çünkü nefiy (olumsuzluk), istifham (soru) gibidir. Buna göre, nasıl ki istifham, ifadenin (cümlenin) bulunduğu durum değiştirmiyorsa, aynen bunun gibi nefyin de cümlenin durumunu (i'rablarını) değiştirmemesi gerekir. Ayetteki bu kelimenin mansub okunuşu ise, Hicaz lügatına göredir. Kur'ân-ı Kerîm'de onların lügatlarını (lehçelerini) asıl almak daha uygundur. Nitekim (Yusuf, 3) ayeti, Hicaz lügatı üzere varid olmuştur.

Bunun "kıyas"dan yana izahı ise şu şekildedir: edatı, (......) kelimesine benzemektedir. (Leyse'ye müşabih mü'der.) Bu benzeyiş iki bakımdandır:

1) tıpkı gibi, mübtedâ ve haberin başına gelir.

2) Bu, tıpkı, gibi, o andaki (şimdiki zamanda) olan şeyi nefyeder (olumsuzluk ifâde eder). Şu halde böyle iki bakımdan benzerlik meydana gelince bu iki yönden benzerlik olunca, diğer hükümlerde de eşitliğin husulü gerekli olur. Gayr-ı munsarıf isimlere kıyasen defile dayanmak tahsis edilen durumlar, bu hükmün dışındadır.

İkinci Mesele

Ayette bir işkâl vardır. O da şudur: Karısına, "Sen bana, anamın sırtı gibisin" diyen kimse, hanımını, annesine benzetmiştir. Yoksa, onun annosi olduğunu söylememiştir. Dolayısıyla, onun sözünün yanlış olduğunu anlatmak için, "Onlar, onların anaları değildir "denilmesi, nasıl uygun düşer? Yine, onlar hakkında, "Şüphe yok ki onlar, kesinlikle çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar..." denilmiştir?

Buna şöyle cevap verilir: Bunun yalan addedilmesi gerekir. Çünkü, "Sen bana, anamın sırtı gibisin" sözünü, bu kimse, ya ihbarı manada, haber vermek amacıyla, ya da, inşat anlamda söylemiştir. Birinci ihtimale göre, bu. bir yalandır. Çünkü, hanımı ona helâl, annesi ise haramdır. Helâl olanın, helâllik ve haramlık vasfı hususunda haram olana benzetilmesi ise, yalandır. Eğer biz, bu sözü, ınşaî (yani bir emir olarak) kabul edersek, bu da bir yalandır. Çünkü, onun bunu, inşaî anlamda söylemesinin anlamı, "Şeriat, bu sözü, haramlığın meydana gelmesinde bir sebep kılmıştır" şeklindedir. Oysa ki, şeriatta böyle bir teşbih varid olmayınca, onun, bu hükmün meydana gelmesi için, onun bu sözü inşaî anlamda söylemiş olması, bir yalan ve çirkin bir sözdür.

Bazıları, "Allahü teâlâ, bunun, "çirkin ve yalan bir söz" olduğunu söylemiştir, çünkü, ona, ebedî bir haramlıkla haramdır. Hanımı ise, böyle bir söz sebebiyle, ebedî biçimde haram olmaz. Dolayısıyla bu, çirkin ve yalan bir söz olmuş olur.." demişlerdir. Bu izah zayıftır. Çünkü, bir şeyin bir şeye benzetilmesi, aralarında, her bakımdan benzerliğin meydana gelmesini gerektirmez. Binâenaleyh, haramlık hususunda, zevcenin anaya benzetilmesi, bu haramlığın ebedî olduğu hususunda bir benzetmeyi gerektirmez. Çünkü, "haramlık" kelimesinin manası, ebedî ya da muvakkat haramlık kelimesinden daha umumîdir.

Asıl Anaları Onları Doğuranlardır

Cenâb-ı Hakk'ın, "Onların anaları, kendilerini doğuranlardan başkası değildir. Şüphe yok ki, onlar, kesinlikle çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar" buyruğuna gelince, burada geçen (......) lafzının tefsiriyle ilgili izah, Ahzâb Sûresi'ndeki, (Ahzâb, 4) ayetinin tefsirinde geçmişti. Sonra, bu ayetle ilgili iki soru vardır:

1) İfâdenin zahiri, ancak çocuk doğuranın ana olmasını iktizâ eder.. Bu ise, müşküldür, çünkü, Allahü teâlâ bir başka ayet-i kerimede, "sür analarınız..."(Nûr, 3) ve bir diğer ayette de, "Peygamberin hanımları, sizin annelerinizdir..."(Ahzâb, 6) buyurmuştur.. Bu soru, süt emzirenin, asla, peygamber hanımının da, yine ana olmasının anlamının, onların nikâhlarının haramlığı olduğu ifâde edilerek, evvel böyle izah yapılarak, savuşturulamaz:.. Çünkü, biz diyoruz ki: Bu izah ile ortaya çıkmıştır ki, hakiki analığın bulunmayışından, haramlığın da olmayışı gerekmez. Binâenaleyh bu durumda, hanımın ana olmayışından, onun haram olmaması gerekmez.. Ayetin zahiri, Allahü teâlâ'nın, hakiki analığın bulunmayışı ile haramlığın da olmadığına istidlalde bulunduğu zannını uyandırır. Bu durumda soru, yeniden karşımıza çıkar.

Bunun cevâbı şudur: Ayetin zahirinden murad, bu soru soranın söylediği mana değildir. Aksine, ayetin takdiri şöyledir: Sanki, "Hanım gerçek anne değildir ki, analık sebebiyle olan bir haramlık söz konusu olsun... Hem sonra şeriat, bu lafzı, haramlığın meydana gelmesi için de bir sebep saymamıştır ki, bir haramlık meydana gelsin.. Dolayısıyla bu durumda, kesin olarak haramlık söz konusu olmaz.. Böylece, zıhâr yapanların, hanımlarını haram caymaları, bir yalan ve çirkin bir söz olmuştur.." denilmektedir.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah muhakkak ki, çok affeden ve bağışlayandır..." buyurmuştur. Bu mağfiret, ya, dilediği kimse için, o tevbe etmese bile hasıl olur.. Nitekim Cenâb-ı Hakk, "O, şirkin dışındakileri, dilediği kimseler için bağışlar" (Nisa, 116) buyurmuştur. Yahutta, af, kişinin tevbe etmesinden sonra olur..

Zıhâr Keffareti

2 ﴿